Bu toprakların halkları olarak toplumsal hafızamızda nice felaketler yer etmiştir. Halkların tasfiyesi, göçertilmesi, derin yoksulluklar, anti demokratik-faşist rejimler ve yarattıkları sonuçlar… Seller, orman yangınları, depremler gibi felaketlerin birçoğu doğal afetler hanesinde görülseler de çoğunun gerçekleşmesinde ve sonuçlarının yıkıcı boyutlara varmasında her zaman hükmedenlerin sınıf çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri politikaların doğrudan payı vardır.
6 Şubat sabahı Pazarcık ve Elbistan merkezli deprem felaketiyle uyandık. 7.7 ve 7.6 şiddetinde gerçekleşen depremler on ilde ve komşu ülkelerde etkili olarak binlerce binada yıkıma yol açtı. Öncelikle yaşamını yitiren her can için devri daim olsun, Hakk rahmet etsin diyor, kalanlara sabır diliyor, başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Acımız büyüktür, yıkımın ve can kayıplarının boyutu açığa çıktıkça daha da derinleşmektedir. Ekranlara yansıyan görüntüler yürek parçalayıcıdır. Hayatta kalanlar evlatlarının, anne-babalarının, kardeşlerinin enkaz altından yardım isteyen ve gittikçe kesilen feryatlarıyla yana yana acil yardım çağrılarını devlet babaya duyurmaya çalıştılar. Sevdiklerinin pek çoğu hâlâ hayattaydılar ve hızlı bir müdahaleyle kurtarılabileceklerdi… Şaşkınlık, hayret ve öfkeyle yapayalnız kaldıklarını gördüler ve yakınlarının gittikçe seslerinin kesildiğini çaresizce izlemek zorunda kaldılar.
Yaşananlar, yaşanmakta olanlar tam bir faciadır. Felaket bölgelerine üçüncü günü olmasına rağmen çoğu yere müdahale ekibi ve yardımların ulaşamamış olduğu görülmekte, bu durum özellikle görsel medyaya yansımaktadır. Barınma, beslenme, sağlık ve diğer insani ihtiyaçların ulaştırılmamış olması mevsim koşullarının da etkisiyle birleşince yeni can kayıplarına yol açmaktadır. Can kayıplarının çok daha yüksek rakamlara ulaşacağı acı bir gerçektir. Yıkım çok büyüktür, can kayıpları dışında yerleşim birimleri adeta haritadan silinmiş, felaket bölgelerinde ekonomi de çökmüştür. Bu durumdan milyonlarca insanımız etkilenmiş ve kayıplarımız büyüktür, ağır sonuçları olacaktır. Kitlesel göçler ve göçenlerin mahkûm olacağı ağır yaşam koşulları da söz konusudur.
Şaşkın ve öfkeli olanlar sadece felaketzedeler değil, tüm vatandaşlardır. Herkes devlet kurumlarının daha hızlı müdahale edeceği inancı ve beklentisi içindeydi. Adeta bir müdahalesizlik hali yaşandı ve bu tutum sorgulanmaktadır. Felaket bölgesindeki halk kendi olanaklarıyla arama-kurtarma çalışmalarını yürütmüş, ülke genelinde ise yine halk ve sivil toplum örgütleri dayanışma için harekete geçmiş, ne var ki STÖ’lerin yardım faaliyeti ve organizasyonları hükümetçe yasaklanmış, can pazarı yaşanmakta olan felaket bölgesindeki insanlarımızla dayanışma engellenmiştir.
Evet, bu deprem de bir doğal afet olmakla beraber ortaya çıkan ağır tabloda dünden bugüne izlenen yanlış politikaların, hükümetlerin, merkezi devlet anlayışının ağır sorumluluğu vardır. Büyük pazar ve doğrudan tahakküm alanları olarak kurgulanan kentler ve metropoller yaratmak için kırsal bölgeler göçertilmiş, çarpık kentleşmeye yol açılmış, rant odaklı yaklaşımlarla çok katlı yapılaşmalara gidilmiş, bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen tedbir alınmamış ve her felakette ağır can kayıpları yaşanmasına yol açılmıştır. Son depremler ve ortaya çıkan yıkım yerinden yönetimin, demokratik ve örgütlü toplumun önemini bir kez daha göstermiştir.
İnsanlarımız hâlâ enkaz altındadır ve hayatta kalanlar temel ihtiyaçlarından mahrum durumda yaşam mücadelesi vermekte, yardım çağrılarını sürekli yinelemektedirler. Felaket bölgesi geniş ve milyonlarca insan mağdur durumdadır. Toplumsal dayanışmadan başkaca bir yol yoktur. Halklarımız, STÖ’ler seferber olmalı, ilk elde temel ihtiyaç malzemeleri deprem bölgelerine ulaştırılmalı hayatta kalanların yaşama tutunmaları sağlanmalıdır. Barınma sorunu da acil ihtiyaçlardan biridir ve çoğu mevsimlik olarak kullanılmakta olan evlerimiz acilen insanlarımıza açılmalıdır. İşlerini, iş yerlerini de yitirmiş olan insanlarımıza ekonomik destek sağlanması için herkes seferber olmalıdır. Bu dar zamanları ancak gönül, akıl ve el birliğiyle ortaklaşarak, paylaşarak aşabiliriz. Her birimize sorumluluklar düşmektedir. Gelişmeler, ihtiyaçlar ve çağrılar bağlamında gerekli duyarlılığı göstermek zorundayız.
Darda, zorda kalana Xızır olmanın zamanıdır.