AİHM’in son dönemlerde verdiği kararlarla Avrupa politikasını gözettiğine dikkat çeken avukat Yusuf Alataş, “Avrupa Türkiye ilişkileri AİHM’i de etkiliyor. AİHM’de artık hukuktan çok politik çerçeveyi esas alıyor. O yüzden çok önemli davalarda enteresan kararlar almaya başladı. Roboski ve Öcalan kararları da buna dahildir” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), geçtiğimiz hafta PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları tarafından 2008 yılında yapılan “işkence ve kötü muamele” başvurusunu reddetti. Son dönemlerde tartışmalı kararlar veren AİHM’in uluslararası hukuk normlarından uzaklaştığı tartışmalarını da beraberinde getiren bu kararına ve AİHM’in aldığı pozisyona dair Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) eski Genel Başkan Yardımcısı ve 44 yıldır avukatlık yapan Yusuf Alataş Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Berivan Altan’a değerlendirmelerde bulundu.
Avrupa Konseyi’nin bir organı olan AİHM’in yetkisini kabul eden ülkelerin AİHM içtihatlarını da yerine getirmesi gerektiğini dile getiren Alataş, Türkiye’nin 2008 yılına kadar bu kararları yerine getirmeye, kendi mevzuatlarını düzeltmeye, kararlar doğrultusunda yargının kendini gözden geçirmesini sağlamaya çalıştığını anımsattı. AKP’nin iktidara gelmesi ardından o dönemki stratejisinin AB’ye üye olma noktasında kurgulandığını belirten Alataş, “Daha sonra bu perspektif tümüyle ortadan kalkmasa bile önemini yitirdi. Daha çok kendi iç meseleleri ile ilgili iç siyasi denge ve hesaplar devreye girdi. Türkiye, AİHM ile ilgili içtihatları görmezden gelen bir yaklaşım içerisine girdi. Özgürlükleri koruma yerine yeniden bir özgürlükleri askıya alma süreci başladı” dedi.
‘AKP AİHM kararlarını uygulamıyor’
AKP’nin iktidarını sağlama almasıyla birlikte AİHM kararlarının artık etkisinin azaldığı bir Türkiye ile baş başa kalındığını vurgulayan Alataş, “AİHM ne karar verirse versin kendi politikalarını uygulamaya başladılar. AİHM’in Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki katkısını giderek azalttı. Neredeyse yok etti. Bunun için AYM diye bir iç hukuk yolu düzenlendi. AİHM de bunu kabul etti. Daha sonra verilen kararları ve AİHM içtihatlarını görmezden geldi” ifadelerinde bulundu. Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerin AİHM kararlarını uygulamak zorunda olduğunu hatırlatan Alataş, şöyle devam etti: “Avrupa Konseyi şartının 2’nci maddesi hukuk devleti ilkesine bağlı olmak diye tanımlanıyor. Eğer siz uluslararası mahkemenin kararlarına uymuyor iseniz, hukuk devleti kısmını bir tarafa atmış olacağınız için Avrupa Konseyi’ne üye olma şartı ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla Avrupa Konseyi, o ülkeyi konseyden çıkarma işlemlerini başlatma durumunda kalır. Nitekim, Türkiye epeyce bu konuda bocaladı bir dönem. Bunu bizzat biz de yaşadık. Leyla Zana ve arkadaşları davasında Türkiye uzun süre AİHM kararlarını uygulamadı. Yeniden yargılama taleplerimizi geri çevirdi. Bunun üzerine Avrupa Konseyi, bu kararların uygulanması için Türkiye’yi birkaç kez uyardı. Türkiye bu yüzden Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve İdari Yargılama Kanunu’nda o zaman değişiklikler yaptı. AİHM kararlarını yeniden yargılama sebebi saydı ve o zaman Zana ve arkadaşlarının yeniden yargılanması kararı alındı. Bu yolla Türkiye demokratikleşme yönünde çok ciddi adımlar attı.”
‘AİHM artık hukuktan çok politik çerçeveyi esas alıyor’
AİHM tarafından alınan son kararları değerlendiren Alataş, “Avrupa Türkiye’yi tamamen dışlamak istemiyor. Avrupa’nın genel politikası içerisinde Türkiye’yi tam olarak alıp, kabul etmeye çok istekli olmamak ile birlikte Türkiye’yi Avrupa’dan da uzaklaştırmak istemiyorlar. Dolayısıyla bunu kabul etmek gerekir. AİHM her ne kadar uluslararası bir mahkeme olsa bile genel Avrupa politikasından bağımsız ve soyut değildir. Avrupa Türkiye ilişkileri AİHM’i de etkiliyor. O yüzden çok önemli davalarda enteresan kararlar almaya başladı. Roboski ve Öcalan kararları da buna dahildir. Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve AİHM ile bütünüyle bağlarını koparmaya meydan vermemek amacıyla Türkiye’ye yaklaşımında hukuktan çok politik kaygılar ön plana çıkıyor. Son dönemlerdeki kararlar da bunu gösteriyor. Fakat mahkemenin sorunlara bakışında eski tutumundan farklı olarak hukuk çerçevesi yerine politik çerçeve esas alınmaya başlandı. Ya Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden çıkaracaklar ki o zaman Türkiye’nin bütün ilişkileri sona erecek ya da bazen sıkıp, bazen gevşetip mümkün olduğu kadar kendi içerilerinde tutma dengesini sağlayacaklar. Bu yüzden ne yazık ki AİHM 2008’e kadar gösterdiği hassasiyeti göstermez oldu. Bu da hükümetin, Türkiye’nin işine geldi” diye konuştu.
‘Tüm Avrupa kurumlarının Türkiye’ye bakışı değişti’
Öcalan ve Roboski gibi kararlarla devletlerarası hukukun devletlerarası ilişkilere kurban edildiğini vurgulayan Alataş, şöyle devam etti: “O bakımdan özellikle politik davalarda Öcalan ile ilgili başvurularda veya Roboski gibi devletin terörle mücadele adı altında Kürtlere yönelik politikalarla yaptığı uygulamaları bir anlamda kendi üzerinden sorumluluğu atma yollarını aradı. Açıkçası Öcalan ile ilgili karar beni çok şaşırtmadı. Avrupa kurumlarının kendilerini de koruma iç güdüleri var. Karar verdikten sonra o kararın uygulanmamasını görmezden gelemez. Ama uygulatamaz da o yüzden bu konuma düşmek istemiyorlar. Tüm Avrupa kurumlarının Türkiye’ye bakışı değişti ancak bu kadar olur düşüncesindeler. Avrupa’da en ağır eleştiri yapanlar bile bir açık kapı bırakıyor çünkü Türkiye stratejik açıdan Avrupa’nın kolay kolay vazgeçeceği bir ülke değil. Avrupa kurumları kendi saygınlıklarını fazla tartıştırmadan olayları geçiştirmeye çalışıyor keza AİHM de öyle. Yani Türkiye, Avrupa için vazgeçilemeyecek derecede kritik öneme sahip. Aynı zamanda kendi değerlerini de korumak zorunda öyleyse Türkiye’de en azından AİHM tarafından yapılan denetimleri gevşeterek, kendi kamuoyuna Türkiye’yi aklıyor görünümü vermeyerek, Türkiye’nin hukuksuzluklarını görmemezlik yapmıyormuş gibi davranma var. Bu politika aslında genel Avrupa’ya hakim oldu.”
‘Avrupa davaya direkt taraf olmaya özen gösterdi’
Öcalan hakkında verilen gerekçeli kararda Öcalan’ın şikayette bulunmamasının gösterilmesini de eleştiren Alataş, “O zaman haksızlığa kim uğramışsa kişi kendisi dilekçe versin. Öyle bir şey yok. Avukat müvekkili hakkında yapılanlara ilişkin her türlü şikayette bulunabilir” diye yanıt verdi. Alınan kararda Türkiye’nin verdiği cevaplara binaen bir karar oluşturma ihtimaline dikkat çeken Alataş, “Mahkeme isteseydi direk Öcalan’ın ifadesine başvurabilirdi böyle bir yetkisi vardı. Avrupa bu davada direk taraf olmamaya özen gösterdi. Devlete karşı taraf olmamayı seçti yani. Aslında mahkemenin asıl amacı kişiyi devlete, devletin hukuksuzluğuna karşı korumaktır. Ama AİHM salt hukuk kurumu değil dolayısıyla Avrupa’nın genel politikasından bağımsız karar vermiyor ve devlet tarafında olmayı tercih etti” dedi. Alataş son olarak, asıl olanın ülkenin kendi insan hakları hukukunu ve değerleri yaratması olduğunu ve uluslararası kuruluşlardan medet ummamak olduğunu vurguladı.