Sevcan Kadiroğlu
Tarihte yaşanan her çatışma ya da her savaşı özel savaş olarak tanımlamamak ile başlayabiliriz. İlk topluluklarda klanlar, kabileler arasında çatışmalara bakalım. Birbirleri üzerine egemenlik kurma gibi bir yaklaşımları olmadığından savaş olarak değerlendiremeyiz. Daha çok birbirlerinin ellerindeki yaşam araçlarını ele geçirerek kendi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar diyebiliriz. Henüz egemen olma gibi bir arayış, yenilenleri köle olarak kullanma yoktur. Dolayısıyla egemenlik altına almanın, sömürmenin, iktidar olmanın bir amaç olarak belirlendiği koşullarda yaşanan çatışmaların adına savaş denilir. Fakat yine de her savaşı özel savaşın konusu olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.
Özel savaş olarak ele aldığımız olgu, sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaşın bir biçimidir ancak savaş tanımlarını birebir karşılayan ya da onunla aynılaştırılan bir anlamda değildir. Ama kaynağını ve özünü oradan alıyor. Özünü, kaynağını savaştan alıyor fakat her savaş birebir özel savaştır diyemeyiz. Savaş yirminci yüzyılda özellikle de Cenevre Sözleşmeleri ile birtakım kararlara bağlanıyor. Özel savaş bir bakıma kuralsız savaş olarak tanımlanabilir. Belki de özel olması kural tanımadığından dolayıdır fakat tek başına bu tanım yetersiz kalacaktır. Kapsamına bakıldığında sadece ekonomik, siyasal, askeri, kültürel alanlar değil, bir bütün olarak insana ve topluma karşı savaş da giriyor. Kısacası toplumla ilgili ne varsa bunlar özel savaş kapsamına giriyor. Onun için ele alırken, genel savaş anlatımları dışında ele almak gerekiyor. Özel savaş, politikanın şiddet araçlarıyla sürdürülmesi değildir, ama şiddet araçlarının kullanılmasını da içeriyor. O sebepten dolayı topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaşı simgeler.
Özel savaş, her şeye savaş açmadır. Hedef toplum yaşamının tasfiyesidir. Politik, sosyal, kültürel, ekonomik, askeri bütün alanlar özel savaşın kapsamı içindedir. Ancak asıl olarak toplum ve birey zihniyetine odaklanmaktadır. Toplum zihniyetini teslim almak için her yolu mubah saymakta ve bin bir türlü oyunlarla toplumu toplum olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Bireyi avlar, bireyle toplumu hedefler. Gerekli görüyorsa sadece o bireye dair özel savaş yürütür. Özü zihniyet savaşıdır. Çünkü insan düşünen, tasarlayan, planlayan ve yapan bir varlıktır. Bu da zihniyetle ilgilidir. Bu olmadan insan ne tasarı yapabilir ne de eyleme geçebilir. Dolayısıyla egemenler, özel savaşta önceliği zihniyete vermektedir. Köleleştirme de buradan başlıyor. Zihniyet köleleştirildikten sonra diğerlerinin peşi sıra geldiğini biliyoruz.
Bütünlüklü olarak özel savaşın karakterine uygun geliştirilen bir savaş varsa ve bu bir strateji kapsamında uygulanıyorsa buna da özel savaş denilebilir. Yani özel savaş stratejik olarak da uygulanabiliyor. Hatta özel savaş karakterine uygun bir savaş da geliştirilebiliyor. Bunun için özel birlikler oluşturuluyor. Özel taktikleri geliştirmek ve uygulamakla sorumlu kılınan bu özel birlikler (örn. Perslerde Ölümsüzler Ordusu, Hasan Sabbah’ın Haşhaşileri, Osmanlılarda Akıncılar), klasik savaşı yürüten güçlerle hem yan yana hem de farklı pozisyonlarda durarak savaş içinde farklı yöntemlerle amaca uygun bir işlevsellik içinde yer almışlardır.
Türkiye’deki mirasa bakıldığında özel savaşı İttihat ve Terakki’ye kadar götürmek tarihsel açıdan doğru bir yol olacaktır. 1911’de aktifleşen Enver Paşa tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’dan söz ediyorum. Teşkilat-ı Mahsusa düzenli ordu, düzenli örgütlenme şeklinde oluşmuyor, ordu kökenliler de yer alıyor, siyasetçiler, bürokratlar da görev alıyorlar. Yani çok çeşitlidir. Yürüttükleri savaş ise nizami ordu kurallarına göre yürütülen bir savaş değil cephe gerisinde, dış hatlarda sıcak savaş cephelerinde değil de onu besleyen alanlarda yürütülen bir savaş taktiğidir, Mahsusa’nın harekât alanını ise Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki tartışmalı bölgeleri kapsıyor. Tartışmalı bölgeler özel savaş olgusu ile egemene hizmet eder hale getirilmeye çalışılıyor.
Özel savaşın kadın ve gençlik üzerinde özel bir yönelimi olduğunu belirtmek sıradan bir belirleme olmakla beraber aslında en yakıcı belirlemedir diyebiliriz. Bir toplumu yok etme üzerinden yürütülen özel savaş politikası kadın üzerinden kültürel belleksizleştirme, tecavüz ve uyuşturucu kullanımıyla somutlaşıyor.
Erkek egemen sistemin kadına yönelik saldırıları 21. yüzyılda dünya çapında ciddi bir artış gösterirken sistematik bir hal alan bu saldırılar, bir savaş ve cins kırım niteliğinde geliştiriliyor. Bazen kadın bedeni, bazen kültürel miraslar, bazen anadil, bazen de demografik yapı üzerinden toplumun içerisine giren ulus devletler, demokrasi ve özgürlükleri kendine kalkan yapıp, bu politikasını ilmek ilmek işliyor. Özel savaşın yürütüldüğü bölgelerde toplum, neyle nasıl yok edildiğini bilmezken özel savaşı uygulayanlar ise bilinmez bir kılıkta toplumda yer ediniyor.
Ülkemizde de iktidar özel savaş politikasını “önce kadınları vurun” düşüncesi üzerinden hayata geçirdi. Bunu yaparken de tecavüz kültürünü yaymaya başladı. Kürt kadının bedeni üzerinden topluma mesaj verilmek istedi. “Özel savaş medyası” ile kadın ve gençleri düşürme politikaları yürütüldü. Ortaya bir “model” koyan özel savaş medyası, kadını bu modele benzeşmemesi durumunda dışlayan bir toplum yarattı. O toplumda yer edinmek isteyen kadın, özel savaş medyasının allayıp pulladığı “asker, uzman çavuş, polis” gibi rütbeli erkeklerin ağına düştü. Bölgede görevlendirilmiş üniformalılara her türlü yetkinin sınırsız sağlanmış olması, yalnızca son bir yılda bölge kentlerinde yaşanan ve failleri asker, polis ile korucuların olduğu taciz, tecavüz ve cinsel saldırılarda zirve yaptı.
Özgür yaşam arayışı içinde olan gençlik ve kadın, egemen sistemleri korkutuyor. Bu nedenle tarihten günümüze egemen sistemler, bu iki kesim üzerine her türlü çarpıtma ve oyunu oynamaktadırlar. Ancak hiçbir dönem 20. ve 21. yüzyıllar kadar topluma dönük derinlikli parçalayıcı olamadığı gibi, yerleşim birimleri yerle yeksan edilmemiştir. Tek başına Ortadoğu’da süren 3. Dünya Savaşı’nda onlarca kent tam bir yıkıma uğratıldı, milyonca insan öldürüldü ve on milyonlarcası da ülkesini terk etmek zorunda bırakıldı. En büyük yıkım da ideolojik ve kültürkırım olmaktadır.
Milliyetçilik, dincilik, uyuşturucu kullanımı gibi her tür toplum karşıtı, yıkıcı yaşam ve pratikler gençliğe empoze edilmektedir. Yani özel savaşın her kılığı bölgemizde en fazla gençliğe dayatılmaktadır. Özel savaşın uç noktada yaşatıldığı yer ise; Kürdistan’dır. Kürdistan’ı egemenliği altında tutan dört sömürgeci devlet, özel savaş uygulamasında özgünlükleri olsa da benzerlikleri çok daha fazladır. Kuşkusuz özel savaşın asıl hedefinde Kürt gençliği vardır. Gençliğe şiddet uygulamanın yanı sıra psikolojik savaş boyutu çok önde pratikleştirilmektedir. Bilinç çarpıtması ve muğlaklaştırma, lümpen ve yoz yaşama yönlendirme, korkutma, sindirme sonucu özgürlük arayışından uzaklaştırılmaya çalışılır.
Özcesi topluma karşı bir bütün olarak ilan edilmiş savaşı, böylesine derin ve vahim bir olguyu ele alırken bir bütün olarak doğru anlamak, doğru kavramakla birlikte nasıl tavır geliştireceğinin hesabını yapmak toplumsal bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Kara propagandaya, kirli bilgilere, karamsarlığa karşı tedbirli olmalı ve nerden geldiğini unutmamalıyız. İrade kırmayı, teslim almayı ya da yapamıyorsa en azından yönlendirmeyi amaçlayan özel savaşa karşı uyanık olmalıyız. Unutmayalım, özel savaş için her yol mubahtır, öyleyse bütün yollar direnişe çıkmalıdır. Moral iradedir.