Altılı Masa’nın kendini Millet İttifakı olarak deklare ettiği toplantıda açıkladığı Mutabakat Metni çokça tartışıldı. Uzun uzun yazılar yazıldı, programlarda ele alındı, alınıyor.
İktidar ve yanlıları dışında kalan cenahta farklı yaklaşımlar oldu. Restorasyoncu güçlerin destekçilerinin bir kısmı eksikleri var ama tamamlanır, pek de güzel olmuş kıvamında değerlendirmeler yaptılar. Bu taraftan bir yaklaşım da içeriğe takılmamak lazım, bir araya gelip ortak bir metin açıklamaları bile iyidir sınırındaydı. Artık faşizm ufuklarını ne kadar daralttıysa…
Bizim cenahta ise metin açıklanır açıklanmaz bazı arkadaşlar; işçi hakları yok, Kürt yok, demokrasi yok, İstanbul Sözleşmesi yok… diye uzun uzun “yoklar” listesi yaptılar. Programın finans kapitalin programı olduğu “ifşa edildi”. Restorasyoncu seçenek diye boşuna denmiyor. Neyi restore edecek, kapitalist sistemi elbette! Buradan bize ekmek çıkar mı diye beklemek nafile! HDP ile bırakın masada birlikte oturmak, ayrıca görüşüp “fikir alışverişi” yapmaktan bile çekinen bir yaklaşımın Kürt demeyeceği çok açık değil miydi? Finans kapitalin seçeneği olduğunu bas bas bağıran bir seçenek işçi haklarını neden genişletsin ki?
Restorasyoncu seçeneğe tabi olmakla kendi seçeneğini yaratmanın zorluğu arasında kalmak kafaları epey karıştırıyor. Restorasyoncu seçeneğin programında işçi hakları, Kürtler, kadın ve LGBTİ hakları bizim anladığımız anlamda olsaydı zaten restorasyoncu seçenek olmazdı. Ya da bize alternatifmiş gibi davranarak iki yüzlülük yaparlardı ve bu durum bizim işimizi daha da zorlaştırırdı. O zaman neden devrimci demokrasi seçeneğine ihtiyaç duyulduğunu anlatmak ve bu seçeneği örgütlemek daha zor olurdu. Safların netleşmesi iyidir. Herkes işini yapsın!
Bizim sorunumuz devrimci demokrasi seçeneğini örgütlemekle ilgili yaşadığımız sıkıntılar. En başta ideolojik sorunlarımız. Sosyalist olup da işçi sınıfının öncülüğünü savunup da işçi sınıfı ile organik ve politik bağlarımızın zayıf olması mesela. Bu bağları nasıl güçlendirmeliyiz, ideolojik ve politik olarak kendimizi nasıl yenilemeliyiz diye yeterince tartışmayıp, çabalamayıp burjuva seçeneklerin ifşasıyla sınırlı bir politik faaliyet yaparsak sahici olamayız. Reel sosyalizmin açığa çıkardığı ideolojik sorunların üstünü örter, kendimizi yenileyemez, 21. yüzyıl sosyalizminin inşasına kafa yormazsak kimse bizi dinlemez. Ya da kendimizi yenileyeceğiz diye, post Marksist kavramların boca edildiği bir akılla “çokluk”un “yapı bozumu” yapmasını umarsak oradan oraya savrulur, rüzgar nereden eserse oraya sürükleniriz.
Sosyalistlerin kendi programını oluşturmak ve örgütlemek sorunu olduğu çok açık. Bunun için yapmamız gerekenlere daha çok kafa yorarsak yol alabiliriz. Hele ki cumhuriyetin rejim krizinde ideolojik olarak Siyasal İslam ve Kemalizm’in yıpranmışlığı ve tüm dünyada neoliberal kapitalizmin tıkanmışlığı düşünüldüğünde sosyalizmin kendini örgütleme şansının daha fazla olduğu açıkça görülebilir.
Kendi seçeneğimizi örgütlememiz önündeki en önemli engellerden birinin Saray rejimi olduğunu görmemiz gerekiyor. En başta geniş emekçi kesimleri hiçbir şey değişmez umutsuzluk girdabından çıkarmamız gerekiyor. Bunun sadece bir seçimle olmayacağı konusunda kafamız nettir. Seçim ancak vesile olabilir. Sokakla dengelenmemiş bir sandıkla faşizmden kurtulamayacağımız da çok açıktır. Bunu nasıl yapacağımızı daha fazla tartışmaya ve bir araya geldiğimiz her zeminde bunların yolunu aramaya ihtiyacımız var.
Faşizmin inşası yolunda ilerleyen Saray rejiminden kurtulmayı öncelemek otomatik olarak restorasyoncu seçeneğe yedeklenmeyi getirmez. Kendi özgün programı olmayan ve bu yolda kararlıca yürümeyenler için böyle olabilir. Ancak kendi bağımsız programıyla yürüyenler açısından faşizmin inşasından kurtulmak için seçimlerde atılacak kimi taktikler korkutucu olamaz. Belki de mesele bundan daha öte bir durumu ifade ediyordur. Devrimci seçeneğin kendini inşa etmekte zorlandığı bu günlerde çizgilerin flulaştığı, ayrım noktalarının neredeyse kaybolduğu bir ortamda “radikal” bir söylemle fark koyarak örgütlenme çabası öne çıkabiliyor. Radikallik sadece söylemde kalırsa, temsil etmesi gereken sınıfın çıkarlarından koparsa ya da taklitten ibaret kalırsa kimseye faydası olmaz. Radikalizm en başta temsil ettiği toplumsal kesimin, bizim açımızdan işçi sınıfının politik bir özne olarak siyaset yapmasının ve iktidarını kurmasının yolunu açıyorsa anlamlıdır.
Geniş emekçi kesimlerin nefes alması için Saray rejiminden kurtulmamız gerekiyor. Bunun için de kendi programımız etrafında emekçileri örgütleyerek bugünden yarına devrimci demokrasi seçeneğini inşa etmeliyiz. Restorasyoncu güçlere karşı mücadelemizde de olmazsa olmazımız budur.