Geçen haftadan itibaren kapanmaya başlayan konsolosluklar gündemin öne çıkan konusu oldu.
Avrupa ülkeleri İstanbul’da bulunan konsolosluklarını art arda kapatmaya başladı. Tüm bu yaşananların ardından başta İstanbullular olmak üzere milyonlarca insan, konsoloslukların neden kapatıldığını haklı olarak merak etmeye başladı.
Şimdiye kadar yetkili makamlarda bulunanlar tarafından doyurucu bir açıklama gelmedi. Başka ülkelerin istihbaratlarının Türkiye içerisinde eylem yapılabileceğini öne sürüp kendi konsolosluklarını kapatması karşısında İçişleri ve Dışişleri bakanlıklarının üç maymunu oynamalarının ve ABD’yi suçlamasının bir anlamı olmalı elbette.
ABD, açık adres vererek İstanbul’da özellikle Beyoğlu, Galata, Taksim ve İstiklal Caddesi’nde saldırı olabileceğine dair vatandaşlarını uyardı.
Konsolosluklarını kapatan kimi ülkeler Avrupa’nın birçok başkentinde Kuran’ın yakılması ya da tahrip edilmesi olaylarının ardından saldırı riskinin arttığına vurgu yapsa da konsoloslukların kapatılma nedeninin bu olduğuna inanmak safça bir yaklaşım olur. Gerçekten de konsoloslukların kapatılması gerekçesi bu olsaydı, bunun Soylu tarafından açıklanmasında sakınca görülür müydü? Demek ki mesele Kuran’ın yakılması olayı değil.
Peki gerçekten de konsolosluklar neden kapanıyor? Kamuoyunun bilmediği ABD ve batılı ülkelerin bildiği ne var?
Suriye iç savaşından sonra kendi güvenlikleri açısından ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkenin Türkiye’yi dinlediğine dönük haberler daha önce basına yansımıştı.
Yakın geçmişe gidelim biraz. 2014 yılının yaz aylarında Almanya İstihbarat Örgütü’nün (BND) Türkiye’yi dinlediği ortaya çıkmıştı. Türkiye’de olup bitenlerin güvenliklerini yakından ilgilendirdiği gerekçesiyle dinlemeyi makul bir faaliyet olarak gören Alman hükümeti BND’nin Türkiye’yi 5 yıl boyunca dinlediğini kabul etmişti. Bu itirafın hemen ardından Focus Dergisi, BND’nin Türkiye’yi 1976’dan beri dinlediğini yazınca dinleme olayının çok uzun yılları kapsadığı anlaşılmıştı. Nedense Ankara bu olay karşısında kıyameti koparmamış ve ölü taklidi yapmıştı. Böylece konu kapanmıştı.
Almanya’nın Türkiye’yi dinlediğinin açığa çıktığı 2014 yılının önemi şundan kaynaklanıyor. Türkiye seçim sürecine girmiş ve o yılın sonbaharında Milli Güvenlik Kurulu’nda Kürtlere karşı Çöktürme Operasyonu kararı alınmıştı. Hatırlarsanız şayet adına “Çözüm Süreci” dedikleri oyalama sürecinin bitirilmesi için Ağrı’da açığa çıkan ve askerlerin zorla çıkarıldıkları operasyon provokasyonu dahil birçok şey devreye konulmuştu. O günden sonra Amed, Suruç ve Ankara Gar başta olmak üzere yüzlerce yurttaşın hayatını kaybettiği karanlık olaylar tezgahlanmıştı.
İşte bu noktada herkes öyle ya da böyle önümüzdeki süreçte de tıpkı 7 Haziran-1 Kasım 2015 yılında olduğu gibi kirli ittifakların devreye konulacağını biliyor. AKP önceki seçimlere giderken Sayın Abdullah Öcalan’a karşı mutlak tecritle beraber Kürtlere karşı yurtta ve cihanda savaş politikalarını birlikte uyguladı. AKP-MHP faşist ittifakının 14 Mayıs’a da Seçim-Savaş ve Tecrit politikalarıyla gitmekte kararlı olduğu anlaşılıyor.
Neredeyse iki yıldır Sayın Öcalan’dan hiçbir haber alınamıyor. Son bir yıldır da Rojava’ya dönük Türk devletinin bir saldırı hazırlığı içerisinde olduğu görülüyor.
17 Kasım 2022 tarihinde ellerine yüzlerine bulaştırdıkları İstiklal Caddesi’ndeki patlama komplosunun amacı iç ve dış kamuoyunun desteğini alarak Rojava’yı işgal etmekti. Yakalanan kişinin gözaltı görüntüsü bile yaşanan patlamanın bir tezgâh olduğunun işareti olunca hiçbir inandırıcılıkları kalmamıştı. En sıradan insan bile bu saldırının Kürtlerle alakası olmadığının bilincindeydi.
Hal böyle olunca AKP-MHP devletinin Rojava’yı işgal etmek için yeni bir komplo kurma ihtiyacı doğmuş olabilir mi? Masa başında tezgahlanan bu komplo ABD ve Batılı devletlerin dinlemesine takılmış olabilir mi? Böyle düşünmek çok mu yanlış olur?
ABD’ye dönük Türk devleti tarafından gösterilen tepkinin nedeni bu mu bilinmez ama ABD’nin yaptığı bu deşifrasyonla Türk devletinin İsviçre çakısı gibi kullandığı gerekçesini elinden aldığını söylemek yanlış olmaz.
AKP-MHP faşist ittifakı, konsoloslukların kapatılmasıyla deşifre edilen ve İstiklal Caddesi’ndekine benzer bir saldırıyı kendi seçim propagandası için kullanmak isteyebilir. Hakan Fidan’ın “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine’de saldırtırız” dediğini hatırlayalım. Ayrıca 1 Kasım’da 2015 seçimlerinde DAİŞ’e alan açıldığını ve bunun neticesinde ortalığın kan gölüne döndüğünü ve AKP’nin %49 oy aldığını da unutmayalım.
AKP-MHP’nin seçimleri kazanmak için yapamayacağı şey yoktur. Felaket tellallığı yapmanın bir anlamı yok ama önümüzdeki dört ayın her türlü karanlık olayın yaşanabileceği günlere gebe olduğunu söylemek için çok fazla emare var.