Şimdi yeni bir gazeteye ‘merhaba’ diyoruz ya; üç yıl önceye gidiyorum bir anda. Nasıl bir üç yıldı ama! Nerelerden nerelere geldi her şey…
Üç yıl öncesinin 7 Haziran’ını hatırlıyorum mesela. Gece yarısı olmuş, bağrış çağrış sonuçları izleyip halay filan çektikten sonra, gazeteden Üsküdar’a geçmişim. Bu arada ben ‘N’ooooooldu?” diye bir manşet önermişim de üslupçu ablalar kabul etmemiş, neyse açmayalım şimdi eski mevzuları; Üsküdar’a geçmişim işte, aman tanrım! O nasıl bir mezar sessizliği öyle! Her seçimden sonra bayrakları gözümüze sokan, kornalarla kulaklarımızı patlatanlar yok ortada. Bir huzur, bir huzur! Son dolmuşa binmişim de kimisinin Karadeniz’de gemicikleri batmış kimisinin gözlerinde bir ışık bir ışık! Benim dilimde -aptalca diyeceksiniz belki ama- Yahya Kemal’in “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” dizeleri takılıp kalmış; öyle bir ‘buldumcuk’ hali düşünün işte.
Sonra… Sonra bir Kasım gecesiydi yine. Aynı saatte, yine aynı yerdeydim ve korkunç bir şımarıklık üstüme üstüme püskürüyor, kalın bir balçık tabakasının altında kederden geberiyordum.
Öyle işte… Hatalar yaptık mı yapmadık mı? Uzun hikâye… Hepsi tartışılır. Ama bir şeyi öğrendik: Biz kazandığımız için onlar kaybettiler. Yani biz önceden kazanmıştık. Pozitif bir ruhla, eğlenerek, şarkı söyleyerek gelmiştik oraya kadar ve öyle kazanmıştık. Daha sonrasında ise kaos ve negatif bir elektrik vardı; bir şeyler kırılmıştı içimizde sanki…
Şimdi, yeniden bir yere geldik. Daha Nisan ortasında söylemiştim, hâlâ söylüyorum. İki kafadar bu kez çok yanlış bir hesap yaptılar. Abbas yolcudur artık ve çok büyük aptallıklar yapmazsak eğer, bunu hep birlikte göreceğiz. “Bu gitmiyo abi” şeklindeki ruh hali şimdiden dağılmıştır. Bu ülkenin sokaklarında, otobüslerinde, vapurlarında uzun süredir bir ‘azgın azınlık’ o kadar çok yaygara kopardı ki, çoğu zaman bu manzara bize bitmez tükenmez bir kâbus gibi göründü. Ama bu gerçek değil! Abbas yolcu ve bunun kaçarı yok!
Efendim B planıymış, C planıymış… Boş işler bunlar. Efendim, “her şeyi ayarlamışlar, seçimin sonucu zaten belli”ymiş… Gevezelik! Efendim, çalarlarmış… Geçiniz!
Bunlar yalan değil, hurafe değil elbette ama biz de bostan korkuluğu değiliz! Her şey ayarlanmışsa, her şey onların istediği gibi olacaksa, gidip kendimizi köprülerden atalım o zaman! Ağlak ağlak dolanmanın ne âlemi var?
O işler öyle olmuyor ayrıca. Son yirmi otuz yılda tuğla gibi ‘komplo teorisi’ kitaplarıyla beynimizi yediler yahu! Tıkır tıkır işleyen mühendislikler, üst akıllar alt akıllar… Kukla tiyatrosu mu bu? Halk diye bir şey var; halk! Halkın iradesi diye bir şey var! Değil mi ki sen o iradenin temsilcilerini zindanlara atmışsın, değil mi ki o evleri, o heykelleri yıkıp o kapılara kilit vurmuşsun, gör bak nasıl çıkarmış o mazlumun ahı! Şarkı söylüyoruz biz yeniden; işte gerçek bu, asıl gerçek bu! Gerisini İsmail Türüt bize söylemişti bir zamanlar: Plan yapma plan… Aynen iade ediyoruz! Siz plan yapın şimdi, biz bi’şey deniycez.
Biz bi’şey deniyoruz! Şarkılar söylüyoruz yeniden, keyfimiz yerinde, çocuklar seçim otobüslerinin peşinden koşuyor, kadınlar zılgıtlar çekiyor, tek kollu deliler dolanıyor ortalıkta, ketıl canına okuyor gösterişli nutukların… Daha ne!
***
Turgutlu’da ‘Hacı Cemal’ diye bir yer vardı çok eskiden, bir de Cemal’in oğlu ‘Güçük İsmail’ vardı. Bir tür “her şey” dükkânıydı orası. Yani bir şeyi orada bulamazsanız, o şey ilçede yok demekti. Kasabanın siyasi terminolojisine de girmişti sonradan; bir tartışma fazla uzayıp gevezeliğe sardı mıydı, “boş konuşuyorsun, her şey ortada işte” manasında arkadaşın biri mutlaka lafı yapıştırırdı: Olur, Hacı Cemal’in Güçük İsmail’e bi soralım!
Hacı Cemal, şimdi Edirne’dir. Bu kerre aradığımız oradadır. Sonrası… Sonrasına bakarız.
Nihayetül nihaye, “sizin alınız al morunuz mor” ama benim derdim hâlâ o Haziran gecesiyle. Gecenin bir vaktinde, Üsküdar iskelesinde, salak salak Yahya Kemal şiiri mırıldanmak istiyorum kendi kendime yeniden.
Bunun için, ağları yırtmasak da olur ama, topun tamamının kale çizgisini geçmesi gerekiyor. Bu kadar basit. Biz onu bir yapalım, hakeme de bakarız sonra, hakemin planına da bakarız, düdüğünün nohutuna da…