AKP’nin iktidar olduğu son yirmi yılda çok şey değişti. Yalnızca içeride değil dışarıda da öyle. Çok şey değiştiği için her bir değişen üzerine yazmak oldukça zor. Ama yine de bugünün ana akımı haline gelmiş bazı değişenlerin neler olduğu üzerine bir gezinti anlamlı olabilir.
Üstelik böyle bir gezinti gerçekten de gereklidir de bence. Bugünü anlamak için, bugünün ihtiyaçlarının neler olduğunu değerlendirmek için dünden bugüne neler değişti gibi bir soruyu cevaplayabilmek için böyle bir gezinti gerekli.
Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki, küreselleşme süreci, seksenli yıllardan bu yana, genişlemesini durdurdu gibi. Sınırların kalkacağı ütopyasından sınırların korunması için savaşı bile göze alabilecek bir hale geldik. Bu süreçte ulus devletlerin sınırları kalkmadı ama ulus devletleri yönetenlerin kendi ulusları için norm üretme yetenekleri çok sınırlandı. Oysa, göçlerle dünyanın en homojen ulus-devletleri bile heterojenleşirken bu yeteneklerinin kısılması kaçınılmaz olarak ulus içindeki topluluklar arasında gri alanlar oluşturdu. Ulrich Beck’in altını çizdiği “risk toplumu” böyle oluştu. Bu durum da kaçınılmaz olarak, ulus içinde ortak dil, inanç ve kültür bağlamında kimliklerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu nedenle de günümüz ulus devlet topluluklarının bugünkü siyasi görünümleri, kendilerini ulus-devletin sahibi olduklarını düşünen kimliklerle azınlık kimlikler arasında mücadeleye dönüştü.
Yukarıdaki uzun paragraf özetin de özeti niteliğinde. Ama dünyada son 20 yılda ne oldu sorusunu cevaplarken es geçemeyeceğimiz kadar önemli bir paragraf.
Özellikle Millet İttifakı’nın “mutabakat metni” olarak yayınlanan metni değerlendirirken bu arkaplanı yok saymamız mümkün değil. Bence kötü bir niyetle yazılmış olmadığı çok açık olmakla birlikte bu metnin altını çizdiği sorunlar eskiye ait. Neden mi?
Bir kere hemen söylemeliyim ki kimliklere bölünmüş bir toplumda bildiğimiz “temsili demokrasi” çalışmaz. Çünkü temsili demokrasinin dayanağı soyut bir “vatandaş” kabulüne dayalıdır. Bu vatandaşların birbirleriyle hiçbir bakımdan farkları yoktur, birbirine benzerler. Oysa kimliklere ayrılmış toplumlarda demokrasi mutlaka katılımcı bir işlerlik kazanmalıdır. Farklılıkların kendi taleplerini ifade edebilmek için karar alma mekanizmalarına katılmaları gerekir. Bu nedenle de demokrasinin katılımcı bir çerçevede yeniden tanımlanması bir gerekliliktir. Parlamenter sistemi ne kadar güçlendirirseniz güçlendirin bu sorun aşılamaz.
İkinci olarak, yine metindeki iktisat bakış açısı da sorunludur. En azından 2008 krizi, 1980’lerin neoliberal iktisat anlayışlarının sonunu getirmiştir. Bugün, liberal dünyanın temsilciliğine soyunmuş liberal yazarlar Davos gibi ortamlarda artık kapitalizmin şu andaki gelir dağılımı bozukluğu ile kendi kendini sürdüremeyeceğini söylüyorlar. Serbest piyasanın, eskiden iddia edildiği gibi ekonomik sorunları çözebilecek en önemli mekanizma olduğu iddiasını hemen hemen hepsi terketmiş durumda. Kamunun da işin içinde olmasının gerektiğinin altını çizip duruyorlar.
Bu iki alandaki değişimler bugünün modern toplumlarını yönetebilmek için gerekli. Ama mutabakat metni böyle bir anlayışın yanından bile geçmiyor. O nedenle de bir siyaset metni olmaktan çok teknik bir “İktidara nasıl geliriz?” metni. Oysa ihtiyaçları olan böyle bir metinden çok “İktidarı nasıl ele geçirebiliriz?” sorusu etrafında yazılmış bir metindi.
Henüz geç sayılmaz. Ama Millet İttifakı’nın son 20 yılda içte ve dışta gerçekleşmiş değişimleri iyi okuyup adım atması lazım. Eğer seçim süreci burada yazılmış “teknik” konular çerçevesinde geçecekse iktidarın hayal olması işten bile değil.