Kavramlar ve kuramlar kendinden menkul şeyler değillerdir. Her kavram ve kuramın tarihsel, toplumsal hafızası, mekânı, doğası vardır.
Kapitalist modernist anlayış her şeyi kendisi ile başlatıp, sonlandırdığı için şeylerin doğasını, ontolojik yapısını, bütün toplumsal değerlerini çarpıtarak, parçalayarak, özünden, toplumsal hafızasından kopararak kullanıma sunmaktadır. Bu çarpıtılmış bilgi inşası aynı zamanda varlığını devam ettirmesinin bir yöntemidir.
Tarihsel ve toplumsal hakikatinden uzaklaştırılan kavramlardan birisi de demokrasi kavramıdır. Hemen hemen bütün disiplinler, ideolojiler demokrasi kavramını varlıklarına katık yapmışlardır. Demokrasi kavramı çoğu zaman iktidar anlayışının zulmünü gizlenmesi için iyi bir örtü olmuştur.
Demokrasi kavramını bu kadar suistimale uğratan anlayış gücünü nerden alıyor? Demokrasi düşmanı olan eril zihniyetin, tekçi anlayışların, “Hak Ana’nın” kemaletini çalan hırsızların demokrasinin erdemlerinden bahsetmelerinin nedenleri nelerdir? Demokrasi kavramı tanımlanmaya çok mu direnç gösteriyor? Muhafazakarların, liberallerin, sosyalistlerin, komünistlerin, anarşistlerin, dinlinin, dinsizin, hatta faşistlerin demokrasi kavramını diline pelesenk etmeleri neyi ifade ediyor?
Yunanlı tarihçi Heredot M.Ö 5. yüzyılda yazdığı “Tarih” adlı eserinde, demokrasi kavramını “halkın iktidarı” şeklinde tanımlamıştır. Toplumsal tarihin verileri esas alındığında “halk” ve “iktidar” kavramları birbirlerine çok uzak kavramlardır. İktidar kavramı, hiyerarşi, otorite, kavramları ile yakın ilişkilidir. Bu kavramların komünal toplumda karşılığının bulunmadığı bilinir. Doğal toplumun başlangıç evrelerinde tamamen eşitlikçi ilişkiler vardır. İktidar süreç içerisinde “kurnaz erkeğin” analitik zekasının sonucu olarak ittifakla kurulmuştur. Doğal toplumda halk, toplumun kendisi, yaşamıyla ilgili söz, karar yetki sahibidir.
Ana kadının öz kaynakları doğanın kendisidir. Doğa nesne değil kendidir. Özellikle kadın doğaya çok benzetilmiştir. Doğa ile eş tutulmuştur. Doğa Büyük Ana (Ana Mezin) olarak adlandırılmıştır. Bu durum üstünlük, iktidar, tahakküm sağlamak için değildir; uyum sağlamak içindir. Demokrasi kültürünün öz kaynağı doğal toplumdur. Öz kaynak bilinmezse demokrasi kavramı eksik tanımlanır, hakikatinden uzaklaşır.
Ana kadının öz kaynakları doğal toplumdur. Bilgelik, adalet, vicdan, paylaşma, düzenleme, empati, özgürlük, farklılıkların birliği, ortak karar verme, evrenle yâr olma, özyönetim bu öz kaynakları oluşturur. Toplumsal tarih yaklaşımımızda tez; doğal toplumdur yani toplumun kendisidir. Bu öz kaynaklar aynı zamanda demokrasi kültürünü oluşturan özelliklerdir. Bu zihniyet kodları “Hak Ana” kadının zihniyet kodlarıdır. Ana kadının kemaleti, mürşitliği demokrasi kültürünün prototipidir.
Demokrasi kültürünün ana karakteri eşitlikçi ve özgürlükçü olmasıdır. Dayanışma, işbirliği, ortakçılık, paylaşım, yardımlaşma toplumun karakterini oluşturan temel değerler Ana Kadın üzerinden demokrasiye kazandırılmıştır. Ana kadının kemaletinde tahakküm, iktidar, zulüm, baskı, tekleştirme olmaz. Bu özelliklerden hareketle demokrasi kavramı, demokrasi mücadelesi, toplumu iktidarcı, tekçi, eril zihniyetten korumaktır. Başka bir ifade ile demokrasi mücadelesi; her türlü iktidarcı, devletçi anlayışa karşı hakikat ve özgürlük mücadelesi vermektir. İktidarcı, maddiyatçı, dar grupçu, cinsiyetçi, bireyci, tekçi anlayışlarla yol alan partiler, kurumlar, kişilerle demokrasi mücadelesi verilmez. Demokrasi zihniyetinin toplumda karşılık bulması, toplumsal zihinde yer edinmesi, gerekli araçların oluşturulması, toplumun kendisi olması toplumcu demokrasi anlamına gelir. Toplumcu demokrasinin amentüsü; iktidarı reddetmek ve yerinde yönetim ilkesini esas almaktır. Bu perspektifle bakıldığında ulus devlet anlayışında toplumcu demokrasiden ziyade, devlet demokrasisi esastır. Hakim sınıfın egemenliğini, iktidarını simgeler.
Türkiye’nin seçim atmosferine girdiği bu günlerde devlet demokrasisinden kaynaklı olarak çelişki ve çatışmalar kördüğüme dönüşmüş durumdadır. Devlet demokrasisi anlayışıyla hem dünya ile hem de Aleviler, Kürtler, kadınlar tüm “ötekilerle” ciddi uyum sorunları yaşamaktadır. Yüz yıl boyunca farklılıklara tahammül edememiş, farklılıklar üzerinde yasak ve baskılar eksik olmamıştır. Tekçilik anlayışı, devletin resmi anlayışı haline gelince, kültürel zenginlikler tehlikeli görülmüştür.
Tekçi zihniyetin resmileşmesi, hiyerarşik, bürokratik yapının güçlenmesi, gücün merkezileşmesi komünal değerlere zarar verirken, yerel inisiyatifin ve iradenin gasp edilmesine yol açmıştır. Yerelde yaşayan her can devletin pasif üyeleri haline gelmiştir. Halklar, topluluklar, farklılıklar, kimlikler iradesiz yığınlar konumuna getirilerek devlet demokrasisinin tek demokratik rejim olduğu algısı canlı tutulmuştur. Demokrasi rejimi devlet biçimini içerirken, devlet demokrasiyi içermemiştir.
Toplumsal alanda karşılık bulamayan bir inşa demokrasi kültürünü barındırmaz. Demokrasi alanı toplumsal inşa alanıdır. Aleviler, Kürtler, kadınlar… vs tüm ezilenlerle ilgili vadedilenlerin bir yapılanmaya kavuşarak, muhatapları tarafından benimsenip, rıza gösterilmesi ile toplumsal alanda karşılık bulur. Mevcut masalar hangi paradigma ile Alevi inancına bakıyorlar? Resmi ideolojinin zihin kodlarının dışına çıkarak kronikleşmiş sorunlara çözüm üretecekler mi?