Seher Tümer
Modern sağlık sistemi gelişirken sağlık bilgisi zor yoluyla kadından alınıp erkeğe teslim edilmişti. Hekim olmak ancak erkeğin işi olabilirdi çünkü aklı olan akıllı olan oydu. Kadın ancak erkeğin kararlarını uygulayan onun yardımcısı rolünü alabilirdi. Karar merci erkek-hekim olmalıydı. Ve öyle de oldu kadın, önceleri sadece ebe, hemşire veya hasta bakıcı olabildi. Kapitalist modernitede aile ve devlet sistemi nasıl şekilleniyor ise bütün her şey ona göre şekillenmeliydi. Nitekim bugün hala ebe ve hemşireler yardımcı sağlık personeli sınıfı olarak tanımlanır. Hekim merkezli sağlık sisteminde zaman içerisinde kadınlar doktor olmaya başlasa da sistemin kendisi eril aklın hiyerarşik yapılanmasının en katı uygulandığı alanlardan biridir. Azami kâr hırsı sağlık alanında son yıllarda devasa bir özel sağlık sisteminin önünü açtı. Modern tıp olarak şekillendiği ilk zamandan bugüne dili de uygulamaları da eril olup, kadını daha önce de belirttiğimiz gibi kadın üreme organlarına indirgerken, insanı toplumdan, doğadan, ruhtan kopuk bir beden olarak gören bir anlayışa sahiptir. Mevcut sistem, kadın bedenine ilişkin çizdiği şekil ile ilgili kendini gittikçe geliştirmektedir. Kadının beden ölçüleri, yüzünün, gözünün şeklinin nasıl olması gerektiğine dair moda olarak ortaya atılan görüşlerin kadın bedeninde uygulama alanına dönüşen tıp alanı bugün ülkeler arası sağlık turizmi diye adlandırılan bir hal almıştır.
Sağlık ve ilaç sektörünün kadından nasıl çalındığı, nasıl ruhsuz, duygusuz ve azami kâra odaklandığını tarih bize çokça anlatıyor. İlk sağlıksızlaşma halini de eş yaşam ilişkilerinin darbelenmesi olarak tanımlayabiliriz. Bu darbelenme hali bugünkü iktidarı, bugünkü bitmek bilmeyen güç savaşlarını ortaya çıkarmış ve toplumu, sürekli bu güç savaşları uğruna kırımdan, katliamdan geçirmiştir. Eğer sağlıklı bir toplum sürecini hedefliyor isek en başta mevcut kapitalist sistemin zihniyetinden kurtulmak ve bunun için mücadele etmek gerektiği bilinmelidir. Sağlık sistemi de bu zihniyetten arınmış politikalarla yeniden inşa edilmelidir. Avrupa’da başlayan cadı avlarının aslında bitmediğini, günümüzde hala devam ettiğini bilince çıkarmak bu aşamada önemlidir. O tarihlerde hem kadim bilgilere el konulmuş hem de sağaltım işlerini yürüten kadınlar katliamlardan geçirilmiştir, bugün fiziksel olarak katliamlardan geçirilmeseler de kadınların kadim bilgilerine el konulması ve o bilgilerin kapitalizme hizmet edecek şekilde kullanılması süreci yaşadığımız coğrafyada da halen devam etmekte, o bilgilerin sahibi olan kadınlar kocakarı olarak yaftalanıp itibarsızlaştırılmakta, yargı eliyle birçok saldırıya maruz kalmaktadır. Oysaki o bilgiler kapalı kapılar ve duvarlar ardında doğadan, toplumdan uzakta ve onlara rağmen üretilmiş bilgiler değildir. Bin yılların toplum ve doğa gözlemine dayanan, doğa ve toplumla iç içe üretilmiş bilgilerdir. Sağlık algısı da zaten sadece ottan çöpten ilaç yapma değildir. Sağlıklı yaşamı inşa edebilmedir. Yediğimiz yiyeceklerden barındığımız evlere, giydiğimiz kıyafetlere kadar her şeyin doğa ve toplumla uyumlu olması en başta sağlıklı olabilmenin yoludur.
Sağlıklı yaşayabilmenin temel koşullarından biri de kanserleşmiş olarak tarif ettiğimiz kentleşme politikalarıdır. Milyonlarca insanın yaşamaya, nefes almaya çalıştığı kentler. Her kış mevsiminde en kirli hava hangi ülkenin hangi şehrindedir diye haberler çıkar ve bu durumun insan sağlığını nasıl etkilediği ile ilgili haberler süregelir. Sadece bu kadar. O hava kirliliğine dönük şehirlerin nasıl sağlıklı hale getirilebileceği bilgisi mutlaka vardır. Ama uygulanmaz, milyonların yaşadığı kentler milyonlarca işsiz ordusu demektir aynı zamanda. Milyonlarca işsiz de kapitalizmin içini boşalttığı ve kendisine göre değiştirdiği ekonomik siteminin devamında hep bir silahtır. Mevcut kent politikalarından vazgeçip doğaya hükmetmeden oluşturulacak kent politikaları ve bu yaşama uygun ekonomi politikaları sağlığın iktidarlaşmış, devasa hastanelerinden alınıp tekrar toplumun içinde ve toplumun binlerce yılda oluşturduğu yaşam kültürüne uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. En temel insan hakkı olan sağlık hizmetlerinin dahi anadilinde hizmet veren alanlar olarak kurgulanması da elzemdir.
Yaşamın sağlıklı olabilmesi önündeki en temel engellerden biri de savaştır. ‘’Savaş bir halk sağlığı sorunudur’’ diyenlerin yargılandığı bir dünyada, savaşı yönetim şekli olarak belirleyen kriz ve kaos olmadan kendi varlığını devam ettiremeyen bir sistem mevcut. Savaşın ortaya çıkardığı sonuçları görmezden gelen ya da o sonuçları bile kendi iktidarlarının devamı olarak kullanma kurnazlığını gösteren bir sistem maalesef. Bugün dünya üzerinde birçok ülkede savaş hali mevcut. Orda kullanılan silahların insana ve doğaya verdiği zararı sağlık sorunu olarak görmemek mümkün müdür? Savaş nedeniyle binlerce insanın kendi yurdundan edilmesi ve mülteci kampları insan sağlığını etkilemiyor mu? Savaş bölgelerinden zorunlu olarak ayrılan, bir yaşam alanı bulmak için aylarca belki yıllarca yollarda, sokaklarda yaşamak zorunda kalan, binlerce insanın hastalandığını, yollarda öldüğünü hatta Akdeniz’in mülteci mezarlığına dönmesini sağlıklı bir durum gibi mi değerlendirmeliyiz? Ya da savaştan en çok kadınların ve çocukların zarar gördüğü gerçeğini görmezden gelebilir miyiz? Binlerce kadının tecavüze uğradığı, fuhuşa sürüklendiği hatta Êzîdî kadınların 21. yüzyılda köle pazarlarında satılması halk sağlığı sorunu değil midir? Binlerce çocuğun annesiz babasız kaldıklarını bilip savaşa karşı barışın sağlık hali olduğunu söylemek bütün sağlıkçıların birinci dereceden sorumluluğundadır. Savaş halk sağlığı sorunudur derken birçok başlıkta ayrı ayrı değerlendirmek mümkün, ekoloji, ekonomi, tarih, kültür, coğrafya, kadın vb. hepsinin birbiriyle uyumu sağlıklı olma halidir en temelde. Hastanelere sığdırılmış sağlık tanımı aslında halk sağlığı açısından son halka ve en az etkisi olan bir alandır.
Sonuç olarak kapitalizmin geldiği aşamada yaşamın her alanında olduğu gibi sağlık alanını da paran kadar sağlık diyerek çarpıttığı bir dönemde sağlık alanının yeniden inşası ve sağlık hakkı mücadelesi önemli kazanımlara gebedir. En çok kadınların yaşamlarının darbelendiği ve her gün kadınların katledildiği bir dönemde, kadınların yaşamın bir bütününe dair devrimsel mücadeleleri en temelde de sağlıklı yaşam hakkı mücadelesidir. Ve bu mücadele bütün dünya halklarına umut olmaya devam edecektir.