Mevcut faşist iktidar koalisyonunun büyük krizlerle iç içe geçerek inşa etmeye çalıştığı rejim-devlet tipi konusunda fazla söze gerek yok. Bu seçimin aynı zamanda inşa edilmeye çalışılan rejim-devlet tipinin çatısını, bizzat sandıkta onaylatarak çakmak anlamına geldiği de açık. Fakat bu güç yoğunlaşması ve katı merkezileşmenin burjuvazinin sadece bir kesiminin ihtiyacı olduğunu sanmak ve kitlelerde de böyle bir yanılsama yaratmak en hafifinden affedilmez bir siyasi körlüktür.
Günümüzde aklımıza gelebilecek tüm demokratik sorunlar dünle kıyaslanmayacak ölçüde antikapitalist bir muhteva kazanmıştır. Emek-sermaye çelişkisi aklımıza gelebilecek hemen tüm demokratik sorunların temel dinamiği haline gelmiştir. Bu gerçek sayısız başka çelişkiyle perdelenmesine rağmen böyledir. Faşizm sorunu açısından da aynı şey geçerlidir. Bu nedenle de faşizmi salt bir fraksiyonun eğilimi ya da basit bir “sandıkla gidecekler” yaklaşımı içinde ele almak, meselenin tarihsel içeriğini kavramamak demektir.
Bu rejim tipleri (burjuvazi açısından azami egemenlik ve güç yoğunlaşması) gelinen noktada tüm burjuva fraksiyonlarının ortak ihtiyacıdır. Üretimin bu ölçekte toplumsallaştığı, zenginliğinse sınırlı ellerde toplandığı, sistemin kendisini üretmekte alabildiğine zorlandığı bu koşullarda faşizm, ‘kapitalizmin mezar kazıcıları’na karşı neredeyse tek seçenek haline gelmiş durumda. Bu, günümüzde emek sermaye çelişkisi ekseninde ya da sosyalist bir alternatif temelinde örgütlü bir toplumsal gerçeklik olmamasına rağmen böyledir. Burjuvazi, bugünkü halden değil, gelecek açısından yakın potansiyel tehlikelerden bakarak güzergâh belirliyor. Çünkü bugünün içindeki geleceği çok iyi görüyor. Dünyada da burada da…
Millet İttifakı denilen burjuva fraksiyonlar koalisyonunun bunca zaman geçmesine rağmen halen “başkanlık sisteminin” başka modellemelerle güçlendirilmesi anlamına gelen reçeteler üzerinde çalışması bile bunun ifadesidir. Onlar da liberal demokrasinin cılız biçimlerinin bile mevcut kriz, savaş, keskinleşen çelişkiler dünyasında geçersizleştiği bilinciyle bu modellemeye uygun formüller dile getiriyorlar. Bir aday açıklamakta yaşadıkları zorlanma da bundandır.
Keza burjuva fraksiyonlarının hepsinin onayını alan, ama başka nedenlerin yanında şu anda bunlar arasında denge sağlamakta da zorlandığı için üzerine çarpı çekilmesi tehdidiyle karşı karşıya kalan ‘Erdoğan’ gibi “parlak” bir siyaset figürüne karşı burjuvaziye güven verecek başka bir isim çıkarmak zorundalar. Erdoğan tek bir kişi değildir. Bir sermaye fraksiyonunun olduğu kadar, yıllar içinde siyasal İslam temelinde örgütlenmiş azımsanmayacak bir toplumsal gücün de temsilcisidir. Bu gücü burjuvazinin tüm ihtiyaçları temelinde manipüle edebilecek, harekete geçirebilecek bir merkezdir. Grev yasağını da olağanüstü hâl uygulamalarını da halklar arası düşmanlık ve çatışmaları, militarist politikaları da kitleye özümsetebilme olanağını belli boyutlarıyla halen koruyabilmektedir.
Bu açılardan o aslında Millet İttifakı denilen ve içinde MHP’nin başka bir versiyonundan ‘Erdoğan’dan türemiş siyasal İslamcısına ve devlet partisi CHP’ye kadar envai çeşit aktörün olduğu bir bileşimi tek başına simgeliyor. Burjuvazi şimdiye kadar Erdoğan ve dayandığı çekirdekle işlerini kolayca çözerken 6’nın bir edeceği bu bileşimle ne yapacağına henüz karar vermemiş görünüyor. Bir aday belirlenememesi ya da mevcut sisteme karşı alışılmış sınırlar içinde bile alternatif oluşturulamaması, beklenen onayın henüz alınamadığını düşündürtüyor. Altılının ilk başta ‘parlamenter sistem’ derken şimdilerde ‘başkanlık sisteminin’ farklı modellerine dümen kırması bundan olsa gerek.
Bunlar işin bir yanı. Bizi ilgilendiren esas kısmıysa burjuvazisinin tüm bileşen ve temsilcileri “bugündeki geleceğe” uygun hazırlık yaparken, bu planların karşısında durmaları gerekenlerin; işçi ve emekçiler, ezilen halklar için bugündeki geleceğin dinamiklerini açığa çıkarmakta aynı çaba içinde olmamalarıdır. Dahası bunun yerine şu ya da bu şekilde burjuvazinin çizdiği sınırların yörüngesinde kalmalarıdır.
ABD’li generallerin ‘2 yıl sonra Çin’le bir savaşa girebiliriz’ brifingleri verdiği, Rusya Ukrayna savaşına habire ağır silah yığınağının yapıldığı, Kürt halkının tarihsel toplumsal kazanımlarının kökünden kazınmaya çalışıldığı, işçi sınıfının en temel kazanımlarından grev ya da örgütlenme hakkının anında yasaklanarak boğulmaya çalışıldığı, …vs. bu konjonktürde burjuvazi için faşizm, sandıkla gitmeyecek kadar zaruri bir ihtiyaçtır.
Seçim sürecini sandık sınırlarında onu da sandık güvenliği sığlığında ele alan bir yaklaşımın mevcut gerçeklik içindeki geleceği görebilme mecali de perspektifi de olamaz. Oysa sandığın bile kitlelerin mobilizasyonu ve politik atmosferin olanaklarıyla bugündeki geleceği açığa çıkarmanın manivelası olarak görülmesi pekala mümkündür. Gerici bir iç savaş tehdidinin eksik edilmediği, SADAT’çısından torbacısına kadar oldukça renkli bir paramiliter ordunun yaratıldığı bu koşullarda meselenin parlamentoya kaç kişinin gideceği değil, asıl olarak bu sürecin devrim ve sosyalizm lehine nasıl işleneceği, geleceği imleyen antikapitalist dinamiklerin nasıl açığa çıkarılıp sistemden koparılacağı meselesi olduğu apaçıktır.
Bugün artık güçlü bir emek-sermaye çelişkisi muhtevası kazanan faşizme karşı mücadele güçlü bir antikapitalist program, söylem ve buna uygun bir pratikle verilebilir. İnsanlığın yeniden silkinip tarih yazmasını istiyorsak başka bir dünyanın mümkünlüğü tasavvurunu sandığa, seçime, sığ tartışmalara kurban etmemeliyiz. Sandığı bile güçlü bir gelecek tasavvuruna yürüyüşün manivelası yapabilmek en başta bu yaklaşımla mümkündür.