Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, HDP’nin aday çıkarma kararına ilişkin ‘HDP üstüne düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi’ yorumunu yaptı
Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, seçimler, HDP’nin kendi adayını açıklaması ve 6’lı masanın tutumuna ilişkin Artıgerçek’ten Denizcan Abay‘ın sorularını yanıtladı. Yüksekdağ sürece ilişkin değerlendirmesinde, “Bir süredir ortak aday konusu etrafında muhalefet cenahından kurulan dil ama özellikle de sıfır muhataplık ve asgari politik taleplere yanıtların geçiştirilmesi sorunu, HDP’nin aday çıkarma kararının yolunu döşedi” dedi.
Yüksekdağ’ın verdiği yanıtlar şöyle;
- Önemli bir seçim yaklaşıyor. Seçimin gündeminde en çok adayların kim olacağı tartışması var. HDP kendi adayını çıkaracağını açıkladı. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce doğru strateji Altılı Masa’yla birlikte ortak aday mı, yoksa HDP’nin kendi adayını çıkarması mı?
HDP aylar önce açıkladığı tutum belgesi ile (Eylül 2022) en doğru yaklaşımın muhalefetin ortak aday çıkarması olduğunu ifade etti. Bu hedef doğrultusunda ciddi çaba sarf ettiği de herkesin malumu. Bu yapıcı çabalara rağmen yapıcı bir karşılık alınmadığı da ortada. Aksine HDP’yi meşru muhatap olarak görmeyen ama tabanını ayırarak oy nesnesine dönüştüren yaklaşım hakim oldu. Parti kapatma saldırısı karşısında çıkaracağı cumhurbaşkanı adayını HDP’nin desteklemesi beklenen Altılı Masa’dan temel demokratik kriterlere sahiplenme düzeyinde de olsa tutum geliştirilmedi.
Altılı Masa’da ve ona yakın kamuoyunda HDP’nin çıkarılacak adayı desteklemeye “mecbur” olduğu algısı ve iddiası çok hakimdi. Bir taraftan da uzun süredir HDP tabanını çileden çıkaran “AKP ile her an anlaşabilirler” kazanının altına odun sürüldü. AKP, saray iktidarı karşısında HDP’nin verdiği mücadelenin ödediği bedelin çeyreğini göğüsleyemeyenlerin gerçeğini en iyi halk görür.
Çok uzatmaya gerek yok ama bir süredir ortak aday konusu etrafında muhalefet cenahından kurulan dil ama özellikle de sıfır muhataplık ve asgari politik taleplere yanıtların geçiştirilmesi sorunu, HDP’nin aday çıkarma kararının yolunu döşedi.
Sonuçta partimiz doğru bir karar almıştır. Aslına bakarsanız gecikmiştir bile. Biz içeride dahi kitlemizin HDP’ye yapılan muameleye ne kadar tepkili olduğunu biliyor, duyuyoruz. İktidar alternatifi diye ortaya çıkanlar bilmiyor mu? Ne hayati süreçlerden geçildi, ne ölüm-kalım mücadeleleri verildi, hâlâ hacmi 10 milyonu bulmuş politik bir güç olarak HDP kitlesini tanımıyor, anlamak istemiyorlar. Eğer bu güç “partini iradeni bırak gel” diyenin peşinden gitseydi AKP-MHP faşizminin hışmına uğramazdı. İradesini ve onurunu tanımayanı tanımayan bir halk gerçeği var ortada.
HDP’nin yolu belli, yeri belli. Ortak aday tartışmasından bağımsız olarak 3. Yol program ve stratejisine bağlıyız. Sadece ve sadece Türkiye halklarına karşı duyulan sorumluluk ve antifaşist hassasiyet gereği, ortak aday öncelendi. HDP kendi üstüne düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Bundan sonrası Altılı Masa bileşenlerinin sorumluluk ve cesaretleriyle ilgilidir.
HDP kimseye mecbur da mahkum da değil. Her önüne gelene ders vermeye, hizaya çekmeye, hırpalamaya, kafasına göre bölümleyip dizayn etmeye çalıştığı bir obje hiç değildir. Açık ya da sinsi her türden tasfiye projesini görecek, bilecek kadar feraset sahibi bir halkın partide cisimleşmiş halidir. Kendi adayını çıkarma iradesi bu bilincin ve ferasetin ürünüdür. Ve önemle belirtmeliyim ki bundan sonra “Neden ortak aday çıkarılamadı ya da bu nasıl başarılabilir?” sorularının tek muhatabı Altılı Masa’dır. HDP’nin meşruiyetine değer vermeme ve arka kapı diplomasisine hapsetme sorununu çözecekler mi birlikte göreceğiz.
- Aday profili nasıl olmalı? Eğer HDP kadın aday gösterirse, bunun mevcut siyasi konjonktürde anlamı ne olur?
Aday tutarlı ve kapsayıcı bir demokratik niteliğe sahip olmalı elbette. Ülkemizin sürüklendiği derin faşizm karanlığından ve ağır yoksullaşmadan çıkış yolu böyle açılabilir. Birleştiricilik, cesaret, harekete geçiricilik; başta Kürt sorunu, kadın hakları, emek ve gençlik alanları gelmek üzere, rejimin tepeden tırnağa demokratik yeniden yapılandırılmasına, liderlik edebilmek gibi özellikleri üstünde barındırmalı.
HDP’nin ağırlıklı görüşü kadın aday çıkarmak yönünde. En doğru ve isabetli karar da bu olacaktır. Yıllardır oluşan ve gelişen kadın birikiminin, toplumsal politik bir niteliğe, öncülüğe taşınması bakımından son derece anlamlıdır. Gündelik yaşamda en ağır siyasal saldırılara maruz kalan ve en büyük seçmen yüzdesini oluşturan kadınların temsiliyeti sorununu çözme kabiliyeti olan parti HDP’dir. Bu bir iddia, hedef değil somut pratiktir.
Dahası, kadın kırımının had safhaya ulaştığı, iktidarın başörtüsü güvencesi adı altında kadın bedeni, yaşamına yönelik gerici faşist, cinsiyetçi darbe planladığı koşullarda, mücadele çıtasını yükseltmek gerekir. Demokratik toplumcu ve kadın özgürlükçü bir kadın cumhurbaşkanı adayı, bu mücadelenin yükseltilmesi bakımından önemlidir. Türkiye’nin kapsamlı politik ve ekonomik sorunlarının çözümünde kadın aklı, iradesi, birleştiriciliği ve kolektif gücü tarihi rol oynayabilir.
İran’da ortaya çıkan isyan da gösterdi ki, en bağnaz, kıyıcı diktatörlükler karşısında dahi, “Jîn, jîyan, azadî – Kadın, yaşam, özgürlük” sesi ve hareketi çok şey değiştiriyor. En yıkılmaz, sarsılmaz görünen zulüm kaleleri, kadınların haklılığı, meşruiyeti ve öncülüğüyle kuşatılabiliyor. Başarmanın, kazanmanın mümkün olduğu inancı ve vazgeçmeme kararlılığı toplumsal güce dönüştürülebiliyor. Bütün ittifaklardan, dengelerden, taktik hesaplardan ve günü kurtarma dehalıklarından sıyrılıp, büyük sosyopolitik fotoğrafa baktığınızda, kurtuluşun kadında olduğunu görürsünüz aslında.
Sizce Altılı Masa’nın HDP’ye ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na yaklaşımı nasıl?
Önemli olan HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi yolundan kararlı şekilde ilerlemesi. Seçimler ve adaylık mevzularının ötesinde, üçüncü birleşik cephe ve dinamik toplumsal muhalefet tarafını temsil ediyorlar. Bize yansıdığı kadarıyla Kartal Mitingi bu dinamiğin ve potansiyel çekim gücünün aynası oldu. Görüneni ve görünenden çok daha fazla olduğu bilineni yok saymak mümkün değildir. Mümkünse de HDP’nin ya da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın sorunu değildir.
Önemli olan halkların, kadınların; adalete, ekmeğe, özgürlüğe erişimden menedilenlerin kendi gücüne güvenmesidir. Sonuçta hitap ettiği ve birleştirdiği bir taban var ve sadece merkez siyaseti değil, emek, özgürlük, inanç, kadının kurtuluşu, ekoloji ve sol-sosyalist dinamikleri içeriyor. Türkiye’de asıl bu alanın siyasete katılımı önemlidir. Değişim ancak buradan sağlanabilir. Üstelik Türkiye’de faşizmin, gericiliğin kurumsallaşma seviyesi, çok daha tutarlı bir demokratik muhalefeti gerektiriyor.
En basitinden, son tipik örnekte olduğu gibi, kadın bedenini, tercihlerini basamak ederek Anayasa’da gerici tahrifat yapılmasına bir yandan ‘Hayır’ derken, diğer yandan aynı masaya oturup onu meşrulaştırmayacaksınız. Daha birçok temel demokratik hak konusunda sağlam, tavizsiz ve dayatılana boyun eğmeyen duruş sergilemelisiniz. Kurulu nizam muhalefetinin sınırları, statükoları malum olunca, HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı gibi hakiki, devrimci, demokratik değişim kuvvetine memleketin çok ihtiyacı var.
Birileri yaklaşmış yaklaşmamış, doğru ilişki kurmuş kurmamış artık çok önemli değil. HDP emsalinden bakarak söylersem; bizimle ne zaman etik, demokratik ilişki kuruldu ki? En çok iktidarın, kimi zaman muhalefetin de hedefi olduk. 2014-15 döneminden beri çoğunun akla hayale getiremediği tasfiye saldırılarıyla boğuştuk; hala da boğuşuyoruz. Ama tarihin tekerleğini bağlayamıyorlar işte. Öyle ya da böyle, milyonlarla ölçülen demokratik değişim gücü siyasi sonuçları belirleyecek.
- HDP’ye açılan bir kapatma davası var. Hazine yardımlarının yatacağı banka hesabına da geçici bloke koyuldu. HDP üzerindeki baskıların ve olası bir kapatılma durumunun seçime ve genel siyasete etkisi ne olur?
HDP kitlesinin yapısı hakkında birkaç temel şey söylemiştim. Belki ek olarak bu kitlenin kendi başına bir özne olduğunu da söylemeliyim. Kendini ve birbirini örgütleyebilen, dinamize eden; dışındaki kesimleri etkileyebilen güçlü bir özne ve aidiyet duygusuna sahiptir. Parti çatısından çok değerlerin ve ödenen ağır bedellerin birleştirdiği ve bazı kritik dönemlerin daha fazla mobilize ettiği bir toplumsallıktan söz ediyorum. Kürt sorununda çözümsüzlük dayatmaları, siyasi iradesine karşı kesintisiz darbe ve gasp saldırıları bu yapıyı daha da konsolide ediyor, kenetliyor. Yani baskıyla bıktırma, çaresiz bırakma stratejisi politik gövdemiz üzerinden bundan sonra da işe yaramaz. O gövde, güçlü aklı ve maneviyatıyla başka biçim alır ama zayıf düşmez, yok olmaz.
Parti kapatma davası, Hazine yardımını dondurma kararı bizim özel durumumuzdan çok, Türkiye’deki genel siyaset ve muhalefet açısından ciddi sorun ve tehlikeler barındırıyor. Bugün bakıyoruz, HDP’ye yönelik düpedüz faşist bu yaklaşımın üstünde durulmuyor ya da adet yerini bulsun minvalinde söylemlerle geçiştiriliyor. Herkes kendi penceresinden bakarak, HDP’nin kapatılacağı fikrini normalleştiriyor ve bir dağılma mı bekliyor bilmiyorum. 6-7 yıl önce belediyelere kayyumlar atanırken, sonra yetmeyip bir kez daha atanırken; yüzlerce seçilmiş siyasetçi hapse atılırken de maalesef benzer bir izlenim vardı.
Geçen zaman içerisinde sayısız antidemokratik uygulama HDP’nin sorunu olarak görülüp normalleştirildi. Bugün kapatma ve hazine yardımını dondurma saldırısına gereken tepkiyi vermeyenler, HDP’nin meşruiyetini sahiplenmeyenler, çok da yarına kalmadan bunun sonuçlarıyla yüzleşirler. HDP’yi kapatma ve kısıtlama operasyonu her şeyden önce adil, demokratik seçim zemininin dinamitlenmesidir. Aklı başında ülkelerde, en asgari demokrasilerde bile, parti kapatılan bir ortamda seçime gidilmez. Bir topluma “İstediğin partiyi seç” diyeceksin, sonra birini kapatacaksın. “Böyle bir rezalet sadece bizde olur” pişkinliği hakim gelirse, seçimlerin meşruiyetinden, güvenilirliğinden söz edilemez zaten.
Ayrıca hazine yardımı da halklarımızın, bizlerin vergilerinden müteşekkildir, birilerinin lütfu değildir. Seçmenimizin hakkına el konuldu. İktidardakiler sürekli aç oldukları için, hak yemekte üzerlerine yok. Ama HDP ve halklarımız dişiyle, tırnağıyla, tok gözüyle, geniş gönlüyle bu yoksunluğu da aşacaktır. 2015 7 Haziran seçimlerinde sıfır hazine yardımıyla çalışıp yüzde 13 üstünde oy aldık. Belki de bizim için daha iyi olur böylesi.
- İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası yeniden kayyım siyasetini gündeme getirdi. Sizce bu ceza siyasete nasıl yansıdı?
İmamoğlu’na verilen hapis cezası, AKP-MHP iktidarının seçim süreci ve anında nasıl davranacağına dair bir işaret. Kayyum atama ya da görevden alıp yerine İBB Meclisi’nden birini getirme gibi darbeci tutumlar, bu iktidardan beklenebilecek şeyler. Erdoğan’ın İstanbul’u siyasi takıntıya dönüştürmesi, kendiyle özdeşleştirmesi ve “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” mottosu, nasıl olursa olsun kent yönetimine el koyarak seçime gitme davranışını körüklüyor. Ayrıca İstanbul’un seçmen oranı ve ekonomik, politik merkez özelliği nedeniyle Türkiye sathında tartışmasız belirleyicilik taşıdığı ortada. Bu nedenle İstanbul genel seçime, cumhurbaşkanı seçimine giderken tayin edici bir muharebe alanı olacak. Muhalefetin hazırlık ve muharebeye hakimiyet seviyesini kesinlikle artırması gerekir.
Kürt belediyelerine, HDP yerel yönetimlerine el konulma sürecindeki yanlışlar ve en önce, en fazla bizim üzerimizde kullanılan yargı operasyonlarına tepkisizlik, bugün gelinen noktanın yolunu döşedi. Ama eğer istenir ve güçlü irade sergilenirse, iktidarın muhalefeti zayıflatmak adına giriştiği bu saldırı ters çevrilerek, güçlendiren bir basamağa dönüştürülebilir.
Parti, ittifak ayrımı olmaksızın bütün muhalefetin tek bir cephe halinde halkın seçme, seçilme hakkını savunması gerekir. Seçim sürecinde gerçekleştirilecek böyle bir ortak demokratik hareket iktidarın siyasi korsanlık ve güvenlik sorunlarına karşı da en etkili savunma hattını örebilir. Bekle-gör tavrı ya da politik kararsızlık, cesaretsizlik ise mevcut durum karşısında en köklü senaryo olur. İktidar 2023 seçimlerine ve Türkiye’nin yeni yüzyılına İstanbul üzerinden sıçramak istiyorsa, muhalefetin de yığınağı buraya yapması kaçınılmaz. Halk iradesi, meşru demokratik halk hareketiyle ve ona öncülük yapmakla savunulabilir. Bütün muhalefetin de asıl tavra odaklanarak, İstanbul Belediyesi ve İmamoğlu üzerinden devreye konulan operasyonu boşa çıkarması mümkündür.
- 2016 yılından beri tutuklusunuz. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri de kamuoyunun gündeminde. Sizin hak ihlallerine ilişkin gözlemleriniz ve deneyimleriniz nedir?
İktidar uzun süredir ülkeyi mahkemeler ve cezaevleri aracılığıyla yönetiyor. Açık, doğrudan baskı ve zulüm politikasıyla yani. Bunun en katı, kıyıcı biçimlerini cezaevlerinde yaşıyor ya da görüyor insanlar. Tecrit son yıllarda çok ağır ve sistematik biçimler aldı. ‘Tecridin tecridi’ diyebileceğimiz, çeşitli harfleri amacına alet eden insanlık dışı hapishaneler yapıldı. Buna bağlı olarak hastalık ve intihar vakaları çoğaldı. Garibe Gezer’in yaşamına son vermesi ve çok yakınımızdaki hasta tutsaklar, bizim burada yakından gördüğümüz, muhatabı olduğumuz örnekler. Cezaevi sistemi ve sistemi kuran iktidar politikaları, bu tür acı ve ölümcül örnekleri çoğaltmak üzerine kurulu.
Hasta mahpuslar gerçeği, hala ağır insani sorun olarak varlığını koruyor. En son, emekli bir generalin hapiste ölümünün ardından genelge yayınlayarak sorunu çözermiş gibi yaptılar ama ortada doğru düzgün uygulama yok. Aksine infaz yasasında yapılan hukuk ve insanlık dışı değişikliklerle, normal tahliye süresi gelen, hak eden mahpuslar da Gözlem Kurulu kararlarıyla tahliye edilmiyor. Anti-demokratik diye kapatılan DGM’lerden (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) ceza almış, o cezayı 30 yıl yatmış insanlar tahliye edilmiyor. Mahkemenin verdiği “Şu kadar yatar” kararını cezaevleri ve infaz savcılıkları tanımıyor. Adeta yeniden yargılama yaparak “Şu kadar daha yatacaksın” diyor. Korkunç bir hukuksuzluk ve insanlık suçu!
Gasp, nitelikli dolandırıcılık, cinayet, uyuşturucu gibi suçlardan ceza alanlar yarıdan fazla indirimle bir kapıdan girip diğerinden çıkarken, terör kapsamındaki siyasi davalarda insanların tahliye olma umuduna bile ceza veriyorlar. Bunun çok ağır sonuçları olacağı açık. Eskinin darbe ve faşizm dönemlerinde Diyarbakır, Mamak, Eskişehir gibi adını sayabileceğimiz zulüm ve işkence merkezleri vardı. Bugün siyasi iktidar her yeri Diyarbakır Cezaevi’ne çevirdi. Şu an kibirlerinden fark etmedikleri şey, bu zalimliğin mazlumları büyüttüğü, zulmedenleri kötü bir ifrazat gibi tarihten söküp attığı gerçeğidir.
- Seçim sürecinde toplumsal muhalefete ne önerirsiniz?
Öncelik seçim güvenliğini sağlayacak toplumsal bir ağ kurmak ve bu eksendeki dayanışmayı güçlendirmek olmalı. ‘Saray yönetimi seçim sonuçlarını tanır mı, provokasyon, kaos geliştirir mi’ gibi kaygıların, özgüvensizlik ve anksiyete haline gelmesine izin verilmemeli. Diğer yandan “sandığı bekleme” söylemiyle, toplumsal muhalefetin hareket halinde kurulacağı ve kazanılacağı gerçeğini kimse karartmamalı. Yoksa atı alan çok Üsküdar geçer.
Sandık ve seçim hakkı gibi en klasik ve evrensel kazanıma sahip çıkamayan toplumsal muhalif güç, çok açık ki kendi varlık hakkını kazanamaz. Sandıkların olduğu kadar sokağın, söz ve eylem hakkının dikkat merkezinde tutulması hayatidir. Türkiye’de demokrasinin, özgürlüklerin, herkesin insani refah şartlarına kavuştuğu bir yaşamın yolu, bunlar için birlikte mücadeleden geçiyor.”
İSTANBUL