Troya savaşı anlatılarının en bilineni olan Homeros’un İlyada’sı, Olympos dağındaki ilahi düzey ile ‘aşağıda’ faniler arasında cereyan eden trajedilerin birbirine karışmasıyla ünlüdür. Öncelikle, savaşın çıkması Zeus’un rızasıyla gerçekleşen bir komploya dayanır. Bazı mitolojik anlatılarda, çoğalan insan nüfusuna yukarıdan adeta Malthusiyen bir nüfus planlama müdahalesi olarak bahsedilir. Sonrası, tarihin kayda geçmiş ilk kız kaçırma vakası ve ‘namus belası’ uğruna Ege’nin iki yakasını birbirine kıydıran bir büyük savaştır. Tanrılar ve tanrıçalar adeta rakip tribünlerdeki maç seyircileri gibi Yunan ve Troya taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir. Athena, Ares, Hera, Arthemis, Apollon ve Poseidon; her biri savaşta taraftır ve birbirleriyle de husumet içindedirler. Ama ‘oyuna’ katkıları tezahürattan ibaret değildir. Taraflardan birinin avantajı ele geçirdiği durumda karşı tarafın ‘ilahi amigoları’ derhal devreye girerek savaşta güç dengesini yeniden sağlar. Örneğin savaşın kaderinde büyük değişiklik yapacak bir gelişme olarak Akhilles’in sahaya sürülmeye zorlanması böyle gerçekleşir.
Troya savaşının bu ilahi boyutu, özellikle modern çağdaki bölgesel savaşlarda sürekli tekrarlanan bir şablon. Bu kez sahada iki ülkenin orduları adeta bir boks ringinde birbirine girmişken ‘yukarıda’ Grek mitolojisindeki tanrıların muadili süper (ya da küresel) güçler arası bir satranç oyunu yürümektedir. Ukrayna savaşına İngiltere, ABD ve Almanya üretimi yeni nesil tank takviyesi kararının, özellikle de Alman şansölyesi Olaf Scholz’un Leopar tankları gönderme konusunda ikna edilişinin, Akhilles’in Troya savaşına katılmaya ikna edilişi kadar önemli sonuçlara yol açacağı düşünülüyor. Scholz, Rusya’yla coğrafi yakınlığı sonucu buruk bir tarihi olan bir ülkenin sosyal demokrat lideri olması nedeniyle tank mutabakatına oldukça zor ikna oldu.
Tank sevkiyatı vaadi savaşın kaderini nasıl etkiler göreceğiz ama çatışmayı bitirmek yerine uzatmaya hizmet ederek yine Malthusiyen bir nüfus planlama ya da insan telefatı amacını içinde barındırdığı seziliyor. Zeus, muhtemelen Troya savaşına yol açan komplonun gerçekleşmesine göz yummuş ama savaş boyunca diğer tanrı ve tanrıçalardan farklı olarak tarafsızlığını korumuştu. İşin ilahi-mitolojik ya da askeri-stratejik boyutları bir yana Batı medyasında hemen bir ‘yeniden doğuş’ söylemine yol açtığı kolayca görülebilir. Bu söylem, soğuk savaşın sonlanmasından bu yana içine düşülen kimlik bunalımını yeniden bir Doğu-Batı antagonizmi yordamıyla aşma umudunu yansıtıyor. Amerika, Avrupa ve İngiltere’nin bu kez ‘tank kardeşliği’ üzerinden bir kader birliği iradesini ortaya koyduğu varsayılıyor. Otoriter ve saldırgan ‘doğu’ karşısında medeni ve demokrat ‘batı’ kendisini yeniden inşa ediyor. Medeniyet ve demokrasinin tankla sembolize edilişindeki ironi üzerine bir de dünyanın böyle bir antagonistik temize çekme hamlesi için ziyadesiyle fazla görmüş geçirmiş, yıpratılmış ve yaşlanmış olduğunu hatırlamak gerekiyor. Neyse ki bu hatırlamaya hizmet için Troya savaşından günümüze binlerce kıyım ve trajedi insanlığın hafıza kayıtlarında mevcut.
‘Batı’nın tank kardeşliği ve NATO üzerinden yeniden doğuş retoriği pek ikna edici olmasa da bu konuda somut adımlar atıldığı bir gerçek. Bir başka veri ise, bu yeniden yapılanmanın özellikle askeri-jeopolitik boyutu içinde Türkiye’nin kenara itilerek ‘kararsız’ kategorisinde bırakılmış olması. Rusya ile yakınlaşma sonucu ortaya çıkan güvensizlik, NATO’nun doğu sınırının Yunanistan’ın Dedeağaç üssünden Polonya’ya uzanan bir hat üzerinden yeniden belirlenmesi eğilimini görünür hale getirdi. Yunanistan tercihi, Erdoğan’ın ‘bir gece ansızın’ Ege adalarına saldırmaktan Atina’ya füze atma tehditlerine kadar ürkütücü bir tırmanışa neden oldu. Öte yandan diplomatik gözlemciler, İncirlik başta olmak üzere Türkiye topraklarındaki 30 civarındaki ABD/NATO üssünün ve radarlarının giderek işlevsizleştiği ve önemini yitirdiği değerlendirmesinde bulunuyorlar. Suriye’de ise Kürt düşmanlığı üzerinden Esad rejimiyle pazarlığa oturma perspektifi eleştiriliyor. Batı basını, yakın zamanda Türkiye’nin NATO içinde Rusya adına hareket eden bir ‘Troya atı’ niteliği kazandığı iddiasını dillendirmişti.
Bu askeri-stratejik boyut, yaklaşan seçimler sonucu Erdoğan’ın diktatörlük kurma hazırlığı içinde olduğu yolundaki yaygın siyasal gözlemle birleşiyor. Bir provokatörün Stockholm’de Kuran yakmasıyla Türkiye’de tetiklenen anti-Batı histeri, son tahlilde iktidarın hanesine oy olarak yazıyor. Ama Avrupa ve ABD, iktidara puan kazandıracak bu tür hamlelerden elinden geldiğince kaçınıyor. Batılı diplomatların artık Erdoğan-sonrası Ankara ile ilişkiler hakkında kafa yormaya odaklandığı görülüyor. Muhalefet bloğu ise, ne Suriye’deki Kürt düşmanı askeri politika ne de Rusya ile ‘Batı’ arasında arafa düşmüşlük üzerine net bir eleştiri ve tavır belirleyebiliyor.
Helen’in ülkesi Sparta için de Paris ve Hektor’un yurdu Troya için de bilinebilir kozmos, Ege’nin iki yakası ve onun üzerini kaplayan ilahi gök kubbeden ibaretti. Şimdi insanlığın ufku çok daha geniş ve gezegenimizin kendisi de zamanımızın kozmosu kadar sofistike. Öyle de olsa, dış politika alanında net kararlar almak, hat çizmek ve taraf belirlemek, son tahlilde uyulması gereken zorunluluklar. Kimse Olympos’un zirvesinden ya da İda eteklerinden aşağıyı keyifle izleyen Zeus’un lüksüne sahip değil artık.