Çıldırmış umutlar, birer kâhin gibi vaaz veriyor herkese. Sonra başlıyor uzun bir uyku misali bir itaat zinciri. Yaşayan, yaşayacak olan da devam ediyor bu uykuya. Çünkü uykuya şarkılar değdi, uykuya kimselerin görmediği hikayeler eşlik etti. Sonra uykunun ölüme benzediği herkesi bir anda korkuttu.
Uyuşmuş bir hayal, kendini gösterdiği herkese tesir etti. Kim ne gördüyse öyle devam etti dünyaya. Döndü dünya, durdu dünya ve sonra hayat hayallere yetişemediği için vazgeçmek, nefes almaktan ve adım atmaktan daha güzel geldi. Çünkü hayalleri hayat korkutur, hayat da hayallerden korkar. Düelloya yanaşmayan cesaret, alçakça pusuları kâbus etti buraya.
Unutulmuş yaşamlar, kendini hatırlatmak için ve kendilerini yaşatmak için sık sık hortladı birilerinin içinde. İçte kalan dışarıya seslenemedi. Her şeyden önce illaki bir şeyler vardı ve her ne ise birer kehanet gibi kaldı. Bazen bir kaza, bazen bir bela gibi anlatıldı.
Bu savaşın bitmesine daha çok var. Böyle bir cümleye sayısız acı, sayılamaz keder sığar. Savaşın bir başlangıcı, bir de sonu var. Arada ne olur, neler yaşanır, nelerin yaşanmasına mani olunur, bunu pek kimse bilmez, bilmek de istemez. Tarih hafızadır, derler ve unutmamayı ısrarla tembihlerler.
Nedense kör, sağır ve dilsiz bırakılmış gibi davrananlar var hayata. Buna bir tercih veya vazgeçiş deriz. Çok sıradan bir tavır, görünmeyen kan ve gözyaşını daha da perdeler. Bazı tavırların felaket sonuçları var. Korkmak diyelim, upuzun bir gölge gibi insanın önüne düşer. Korku yol gösterdiğinden bu yana, korkmamak abes görünüyor burada. Denge, vazife ve engebe; kaçamak bir ömrü sürüyor insanın önüne.
Bitecek ve yetecek diye bir sızı saldırıyor günlerin arasından. Aslında çağırıyor neyi bıraktıysa ya da neyi almak istiyorsa. İhtiyat, sakınmak, gizlemek ve bir özsavunma biçimi olarak unutmak. Hepsi yetişiyor, birer birer saldırıyor, sonra bir çölde kalan bir izi rüzgâr siliyor. Su dalgalanıyor, gitmek istiyor, sonra bir başka dalgada yitiyor. Bulut görünüyor, şekil alıyor, hayallere yer açıyor, sonra güneş her şeyi kovuyor.
Bize başka bir başlangıç yetişmeli. Bizden daha çok, bizden daha fazla, bizden daha biz. Bu yalnızlık, bu çoraklık hep bu yüzden. Berrak bir gök hasreti, düşlere benzer bir hayatın hayreti, bir imdat diye kocaman bir nida. Bomboş bir ölümü toprağa gömüyor bu avaz. Duymalı onu, sesine ses katmalı; duymayan kalmasın değil, duymayan ölsün.
İnsan kendine çok bağırıyor, emir veriyor, kızıyor: Bir daha kaybetme. Sonra bir fısıltı ardından yetişiyor: Bir daha kaybetmemelisin. Her ne ise, anlamı ve anısı nerede kaldıysa orada dursun. Gitmek var, yaşamak var ve ölmeye dönecek herkes. Bu gerçek, bu acı son artık bir şölen olsun ve ağıtlar dinsin. Ağıtlar ki sonların benzerine bir bent, bir duvar hem de yıkılmaz, onu yükseltir.
Yaklaştığımız yarınlar bize borçlu, yakındığımız dünler bize yük. Her şeyin bir yeni sesi, yeni yolu ve minnetsiz bir yarını, yankılanan emaneti var. Yokları savuracağız, rüzgâr bilir, varları getireceğiz, güneş şahit. Bizden başka, olacaklardan ve olacaklarımızdan öte her şeyle beraber. Bu bir hiç unutulmayan bir mümkün dünya. Teşebbüs ettik, teşrif de edeceğiz.
Haftanın kitap önerisi: Immanuel Wallerstein, 21. YY.’da Siyaset / Çeviren: Ender Abadoğlu-Taylan Doğan, Aram Yayınları