İnsan onuruna aykırı olan her şeye karşı olmalıyız. Adaletsizlik varsa adaletsizliğe, hukuksuzluk varsa hukuksuzluğa karşı olmalıyız. Halkımız açlık, yoksulluk, sefalet çekerken, şehirlere, dağlara, ovalara, bombalar yağarken, tecrit en ağır şekilde karşımızda dururken, emekçiler köle koşullarında çalıştırılırken, bizden çalınanlara göz yummamalı ve mücadele etmek zorundayız. Dünyanın neresinde olursa olsun bir canlı yok ediliyorsa, rengine, ideolojisine bakmadan hukuksuzluğa hukuksuzluk diyerek en sert biçimde karşısında durmalı ve toplumsal bir refleks göstermeliyiz.
Bütün bu onur kırıcı davranışlara karşı kişi rahatsız olmuyorsa, rahat bir şekilde yaşamını sürdürebiliyorsa akıl almaz bir hastalığa kapılmıştır demektir. Bu hastalıklı zihniyete karşı iyileştirme mücadelesi verilmeli. Bu hastalığa karşı aspirin olmak çare değil, ciddi bir tedaviye muhtaçtır. Bunu aşmak için güçlü bir dayanışmaya, değişim ve dönüşüme ihtiyaç var.
İnsan hakları için, bireysel veya toplumsal talepleri için, ekosistemin devamlılığı, tecridin kırılması, savaşın durması, barışın sağlanması için büyük tepkiyle sokağa dökülmek, ayağa kalkmak bizleri terörist yapmaz. Ayağa kalkmak, başkaldırmak için sosyalist, devrimci, anarşist, komünist olmak bile gerekmiyor. İnsan doğası gereği, her an özsavunma içerisindedir. En ufak bir durumda, insan doğası gereği saldırıya karşı refleks gösterir. Ki, korkunç bir savaşın içerisindeyiz, bu savaşa dur demek, karşı çıkmak kişiyi terörist yapmıyor ya da ötekileştirmiyor. Olsa olsa toplumsal bir namusa sahip özgür birey yapar.
Kapitalist modernitenin oyunlarını bozacak tek alternatif yol demokratik modernite güçleridir. Bu güçler ortak hareket etmeli, birlikte yol yürümeli. Yoksa her canlıya karşı özel savaş politikasını yürüten kapitalist moderniteyle nasıl baş edilir? Yıllardır böl, parçala, yönet politikası çarpıcı bir şekilde karşımızda duruyor. Bunu bilmesine rağmen aynı taleplere sahip insanların ayrılmaları demokratik modernite inşaatına kan kaybettirmeye neden oluyor. Bunu hangi siyaset, hangi akıl yapıyorsa kapitalist modernite değirmenine gönüllü su taşımakta. Sadece inşaat iş kolundan örnek vermek gerekirse, taşeron sistemi ile işçileri nasıl birbirine düşürdüğü, düşman hale getirdiği, kutuplaştırdığı, ayrıştırdığı, bir araya gelmenin önünü kestiği, örgütlenmesine, sendikalaşmasına nasıl büyük engel olduğunu sendikalar ve işçiler bilir. Kısa bir örnekle tamamlayayım.
Bir gün bir inşaatta, işçiler hak gaspı yaşadıklarında sendikamıza ulaştılar. Asıl patrona yetişene kadar onlarca gayrı resmi taşeronu aştıktan sonra, resmi taşerona ulaştık. Resmi taşerondan sonra ana firmaya ulaştık. 3-4 kişilik gruplar halinde hepsi birbirini tanıyan, aynı zamanda akrabalıkları da vardı. Burada yaptığımız görüşmelerde işçi, yanında çalışan kişinin onun üzerinden para kazandığını, taşeronluk yaptığına şahit olunca şok geçiriyor. Sen de mi diye sitemli bir şekilde öfkeleniyor bir işçi arkadaş. Herkes birbirinden iş almış, işçinin bundan haberi yok. Köyden işçiyi çağırmış, gel yevmiyen budur diye işçi gelip işe başlıyor. Getiren kişi de bir üst taşerona biraz ekleyerek yevmiyesini söylüyor. O taşeron da biraz ekleyerek bir üst firmaya ulaştırıyor; öyle yukarıya çıkana kadar kaç kişi beleşten işçinin sırtından geçiniyor. Satışa çıkartılan bir ürün gibi alıcıya varana kadar kaç kişi işçinin emeği üzerinden zenginliğine zenginlik katıyor? İşçiler ise kendi yoksul yağlarında kavrulmaya devam ediyor. Sol siyasetin de dil birliği, eylem birliği olmadığı gibi sendikaların da yok. Bundan dolayı, sosyalist harekete öncülük eden sol partiler eleştirel yaklaşmalı, bir araya gelme zorunluluğu olduğu bilinciyle hareket etmeli. Yine aynı şekilde sendikalar da bu bilinçle yaklaşmalı. Tarih güçlü bir hafızaya sahip, ne unutur ne de affeder.