Seher Tümer
Pozitivist bilim anlayışı yaşamsal olan her şeyde olduğu gibi sağlık biliminde de kendi zihniyetini yerleştirmeyi başarmıştır. İnsanın oluşumunu anlatırken sperm yumurta ilişkisinde sperm baskın, yumurta edilgen bir karakter gibi anlatılır. Bir sonucu tartışırken tarihe dönüp bir bakarız, tarihte ne oldu diye. Sağlık bilmelerinde de tarihe dönüp baktığımızda insanlık tarihinde bunun çok bir önemi olmadığı, nasıl oluştuğu değil nasıl yaşadığı karşımıza çıkmaktadır.
Sağlığı fiziksel, ruhsal, sosyal ve politik olarak iyi olma hali olarak tanımlarsak en sağlıklı toplumların doğal toplum sürecinde yaşam sürdüğünü varsayabiliriz. Kadının demokratik değerlerine bağlı gelişen toplumsal yaşam sisteminde sağlıksızlık hali nadir görülen bir durum olsa gerek.
Sağlık kavramının kendisi bile telaffuz edildiğinde direk kadına dönük bir çağrışım yapmaktadır. Çocukluk hallerimizde en küçük yaralanmalardan tutalım daha ciddi hastalıklarımıza kadar annelerimizin sağaltma bilgileri ve sağaltım için bizlere kendilerinden yükledikleri enerji pek çoğumuzun iyileşmesinde temel yöntem olmuştur. Oysa ki kadınlar bu bilgileri tıp ya da başka bir sağlık eğitiminden geçerek almamıştır, kadının binlerce yıllık deneyimlerinin kulaktan kulağa aktarılması ile bugüne kadar gelmiş ve bugün hala o enerji, sağlık deyince kadını akla getirmektedir. Mitolojik anlatımlar ile yapılagelen arkeolojik kazılardan elde edilen verilerin yorumlanmasından bu sonuçlar çok rahat elde edilmektedir. İlk sağaltıcıların kadınlar olduğu ve sağaltım işlerinde yakın tarihe kadar kadının bilgi birikimi ve eklemeli olarak aktarımı sağlık ve sağlıklı yaşamın esası olarak görülmektedir. Cadı avları döneminde en çok da kadının sağaltım gücüne yönelme olmuş, din ve devlet aklı ile kadınlara yönelik katliamlar sonucu kadının sağaltım gücü elinden alınıp erkeğin ve kapitalist sistemin tekeline hapsedilmiştir. Kadın, sağaltım işini yürütürken sağlık toplumsalken erkeğin tekeline geçince kapalı kapılar ve duvarlar arkasında anlaşılmayan bir dil, üstten bir bakış ve kendini yaratıcı olarak gören hekim merkezli bir sağlık–çı zihniyeti ortaya çıkmıştır.
Kadın sağlığı ile ilgili sadece kadının üreme organları esas alınmış ve sadece buna özel bir sağlık alanı yaratılmıştır. Jinekoloji… Kadın bilimi anlamına gelen jinekoloji kadın hastalıkları ve doğum olarak daraltılmış, sadece kadının üremesine ve üreme organlarına yönelik hizmet alanı olmuştur. Ürediği zaman tam kadın olunduğu öğretisi zamanla kadının zihniyetinde yer edinmiş ve ürediği zaman kıymet göreceği, toplum içinde saygın bir yeri olacağı kanısı yüzyıllar içerisinde iyice yerleşmiştir.
Gerçek yaşamda da bu böyledir. Kadın doğum yaptığı zaman ilk günlerde çok kıymet görür, herkes üzerine titrer, bir de erkek çocuk doğurmuşsa ondan daha kıymetlisi yoktur. Çünkü soyun, hanedanın devamını sağlayacak varis dünyaya getirmiştir. Tarihte bunun örneklerini çokça görmek mümkündür.
Kadının özgür olmadığı bir toplumun özgürlüğünden söz edilemeyeceğini çokça dile getiriyoruz. Ve bu durumun gerçekliği nereye baksak karşımıza çıkıyor. Bütün bilmelerde kadına yönelik köleleştirme çabalarını keşfederken, beraberinde toplumun nasıl aldatıldığını tikelde başlayanın nasıl evrensel hale getirildiğini gözler önüne seren bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Sağlık hizmetleri olarak sınıflandırılan alanın da toplumun zihninde nasıl evirildiğini görmek artık zor değil. Sağlığı tanımlarken psikolojik, sosyolojik, fizyolojik ve politik olarak iyi olma halinden bahsetmiştik. Bugün sadece tedavi edici hizmetlere evrilmiş bir sağlık sistemiyle karşı karşıyayız.
Sağlık sadece hastalık halinden kurtulmak mıdır? Yoksa sağlıklı yaşayabilmenin koşullarının oluşması mıdır? Toplumun yaşamsal ihtiyaçları dediğimiz sürecin tamamlanmamış olması sağlıksızlığı getirmiyor mu? Beslenme ve barınma eğer temel ihtiyaç ise ve günümüz koşullarında buna ekleyebileceğimiz birçok zorunlu ihtiyaç mevcut ise bunları sağlayamamak ve bunların sağlanabileceği politikaların üretilmemesinin karşılığında oluşan hastalık halinin ilaçla tedavi edilmesi mümkün mü?
Ya da insan düşünen, soran, sorgulayan ve bütün bunların sonucunda yaşam kültürünü oluşturan bir varlık ise bugün insanın sınırsız düşünme gücünün karşılığında çizilen ve insanın içine hapsedilmeye çalışıldığı bir yasaklar hapishanesi var ise bu hapishanede lal edilmiş toplumun psikosomatik ilaçlarla tedavi edilmesi mümkün mü?
Beton, asfalt ve egzoz dumanından oluşan şehirlerde, toprağın nasıl bir şey olduğunu unutan, bir ağaç görmeden, doğadaki diğer canlılarla hiçbir ilişki kuramadan sadece bir yerlere yetişmeye çalışılan yaşamların sağlıklı olduğundan bahsedebilir miyiz? Ya da bunların eksikliğinin insanda nasıl hastalık hali olarak ortaya çıktığını laboratuvarlarda tahlil yaparak öğrenebilir miyiz? Bunun gibi sorularımızı daha da çoğaltabiliriz ve bulacağımız cevap tabi ki hayır olacaktır.
Tarihin bir döneminde hakikat arayıcıları “insanın ruhu hasta olmadan bedeni hasta olmaz” diye bir iddiada bulunmuş. Geldiğimiz aşamada ruhlarımızın ne kadar darbelendiğini görüyoruz. Yaralarımızın sağaltımının ilaçlarla mümkün olmadığının farkındayız. Tabi ki tıbbı, sağlık çalışmalarını reddetmiyoruz. Eleştirimiz bu sürecin hangi zihniyetle inşa edildiği ve nasıl yürütüldüğüne ilişkindir. En temel insan hakkı olan sağaltım işlerinin parayla satılan, ulaşılmaz, anlaşılmaz olmasını tabii ki eleştireceğiz. İnsanın sağlık sorunlarının tedavisinde müşteri olarak görülmesini tabi ki eleştireceğiz. Ama eleştirirken ne olmalı, yerine ne konulmalı sorularını da sorup en doğru yöntemi bulmak da yine bize düşüyor.
Kapitalizmin son yıllarda en çok para kazandığı alanlardan birisidir sağlık hizmetleri. Hatta kimi ülkelerin sağlık sistemlerindeki krizli hal, yönetimleri sağlık politikalarına dair ciddi değişimler yapmaya zorlayan süreçler yaşatmıştır. Ülkelerin sağlık sistemine baktığımızda en başarılı olan sağlık çalışmalarının topluma dayalı, toplumun içinde olan ve azami kârla satılmayan sistemler olduğunu görebiliriz. Dünyayı kasıp kavuran COVİD 19 pandemisinde yine başarılı olan bu ülkeler olmuştur. Bir diğer dikkat çeken yanı ise bu ülkelerin çoğunun yönetiminde kadınların söz sahibi olmasıdır. Şunu net bir şekilde söylemek mümkündür, kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı sağlık sistemi sağlık değil hastalık üreten bir sistemdir. İnsanı ilaca bağımlı hale getirmek, kendi bedeninin varlığını unutturmak, düşünemez hale getirmek sağlık hizmeti olarak değerlendirilemez. Bu ideolojinin kendisi zaten bin yılların ortaya çıkardığı toplumsal sistemi yok etme hastalığı taşımaktadır. Her şeyi tekleştiren ve iktidarların hizmetine olmayan her şeyi yok eden bir sistem. Kadının ürettiği sağlık bilgilerine saldırırken de kendisine hizmet etmediğinin farkındaydı. Cadı avlarıyla başlayıp dünyanın her yerine sirayet eden modern tıp, erkek egemen zihniyetin bütün kalıplarını uygulamaya devam etmektedir.