“Kurunun yanında yaş da yanar” sözü Kenan Evren tarafından 12 Eylül’de bekledikleri biçimde mükâfatlandırılmayan MHP’liler için söylenmiştir. Devletin çıkarları söz konusu olduğunda, kendi çocuklarını bile infaz edebileceğini anlatır. Dünün milliyetçi vatanperverleri bir anda, “silahlı gasp, hırsızlık” gibi iddialarla suçlanabilir. (MHP ve Ülkücü Kuruluşlar İddianamesi-1981)
Devlet içi güç savaşında tasfiye edilmesi gerekenler dün de vardı bugün de… Siyasi partiler için “dün dündür, bugün bugündür” ne kadar geçerli ise devlet için de geçerlidir. “Devamlılık esastır” yani… Yoksa kendi kendini yalanlayan politikaları nasıl açıklayabiliriz ki? Cemaatçi emniyet mensuplarının, yargı kadrolarının yargılanması güç savaşındaki dönemsel sonuçları gösterir ama içerideki savaşın bittiği anlamına gelmez.
Rejim değişikliğinin sancıları da yeni “bilet kesme” savaşlarına aday. Yaşanıyor da… Tasfiye edilenleri hatırlamak bile yeter. Irkçı bir parti kendi içinden çıkan başka bir partiyi tehdit edebiliyorsa, seçimler sonrası ortaya çıkan tartışmalı ama kolay kabullenilen sonuçların bile işleri rahatlatmadığını gösteriyor.
Devlet içi güç savaşında Kürt meselesine gelince taraflar birbirlerine karşı baltalarını en azından saklamayı bildi. Kürtlerin siyaset üreten figürlerini hedef almadan hiç geri durmadı. Bazı isimleri ise özel olarak seçti. Demirtaş bu isimlerden biri… Riskliydi. Kürt meselesi üzerinden bir birinden uzaklaşmış kesimleri bir araya getirebiliyordu. Daha da önemlisi Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi’nde geçen “Kendi benliğine ötekinin gözüyle bakan; kendi ruhunu, kendine küçümseme ve acımayla bakan bir Dünya’nın değerleriyle ölçen” Kürdü temsil etmiyordu. Bu nedenle sözündeki, duruşundaki özgüveni dolaşıma sokan her olanak sınırlanmalıydı.
Yargı yoluyla bu imkan büyük ölçüde sınırlandırıldı. Demirtaş’ın siyaseten katedeceği yola müdahale her duruşmada kendini açık etti. Duruşma salonları rejim inşa sürecinde yargının üzerine düşeni yaptığının test edildiği yerler oldu.
AKP iktidarının Kürtlere yönelik “tanıyarak dışlama” siyasetinin simge isimlerinden Demirtaş Sincan’daki son duruşmada “tahliye talep” etmeyerek, “siyasi rehineyim” mesajını bir kez daha verdi. Edirne’den 700 KM uzaklıktaki cezaevi yerleşkesinde duruşmaya SEGBİS’le katıldı. Savunma hakkına ilişkin talepleri yine reddedildi.
Demirtaş, delil olarak sunulan konuşma, açıklama ve demeçlerinin yasama dokunulmazlığı kapsamında olup olmadığının incelenmesi talebinde bulundu. Mahkeme heyetinden, iddianame içerisinde yer alan konuşmaların yasama sorumsuzluğu kapsamında kalıp kalmadığının tespitini, bunun için de bilirkişi atanması talebinde bulundu. Yasama dokunulmazlığı kapsamındaki konuşmaların ayıklanmasını istedi Anayasa 83/1’e göre…
Mahkeme heyeti ise iddianamede belirtilen konuşma içeriklerinin yasama dokunulmazlığı kapsamında kalıp kalmadığına ilişkin bilirkişi atanması talebini oy birliği ile reddetti. Mahkeme Demirtaş’ a “Meclis’te yaptığınız konuşmalar bizi ilgilendirmez” dedi.
Demirtaş, “501 sayfalık iddianamede tek bir cümle bile sorumsuzluk kapsamına girecekse incelenmeli. Sizin umurunuzda olmayabilir ama benim umurumda, çünkü ben bir sanığım” dese de duyulmadı.
Kürt meselesine doğmuş kuşaklar arasında “eşitlikçi müzakere” dilini benimseyenlere yönelik özel siyasal tutumun dışavurumu olan Demirtaş’ın yargılanma süreci, çürütülen iddiaların getireceği yargı kararı ile sonuçlanmayacak. Kürt meselesini yeniden konuşmaya zorlayacak iç ve dış gelişmeler kararı verecek.
Zaman başka türlü aktığında, Demirtaş’ın savunma hakkını reddedenler bu kez devletin reddettiği çocuklar olacak.