Efendim, Hırvatistan Yugoslavya’dan ayrılmak istiyormuş. Nedeni de gayet açık. Hırvatistan kendi zenginliklerini diğer Yugoslav federasyonları ile paylaşmak istemiyormuş.
Düşünüyorum da, biz Kürtler ya çok bonkör ya da çok aptalız. Öyle ya, değil bölgemizin zenginliklerinden başkalarına pay vermeye karşı çıkmak, zenginliklerimizden bize en ufak bir pay bile verilmiyor. Bütün petrol, bakır, krom, büyük devlet çiftlikleri, hidroelektrik enerjisi bizde ama tüm bu zenginliklerimiz el çabukluğuyla Batı’ya aktarılıyor.
Son zamanlarda kendi elektriğimizden fahiş fiyatla bize verilen uyduruk elektriği de televizyondan devlet büyüklerimiz sık sık yüzümüze vurarak, hatta hakaret edercesine getirdiklerini söyleyip, mihnet ediyorlar. Uyduruk elektrik diyorum; çünkü hemen her gün 2-3 kez kesilmekte.
Ben bu müsamahakârlığımızı, cömertliğimizden ziyade aptallığımıza yoruyorum. Sözüm ona milletvekillerimiz, nasıl olsa bu zenginliklerimizden pay alıyorlar. Her biri ayda 10-15 milyon alıyor. Bilmezler mi, milyonlarca Doğu ve Güneydoğulu ailenin kan ve terle Batılıların hamallığını ve uşaklığını yaparak, ancak yılda 1-2 milyon kazandığını? Haydi biz Kürtler, Şemsi Belli’nin dediği “Cahila, fakıra, doğuştan mahkuma”yız.
Peki milletvekillerimiz ve bakanlarımız nasıl olur da bu kadar rezalet derecesine gelen haksızlığı, adaletsizliği kabul ediyorlar. Büyük Kürt düşünürü Ehmedê Xanî, bundan 400 yıl önce bakın bugünkü durumumuz için kurtuluş çaresini ne güzel gösteriyor: “Namûs e bo hakim û emîran, tavan çi ye şaîr û feqîran…” Yani bu durumun düzeltilmesi hakim ve emir vericilere düşer. Yoksa şairler ve fakirler ne yapabilir, diyor.
Milletvekillerimiz ağılda yem bekleyen koyunlar gibi maaşlarını beklerse, bakanlarımız elinden geldiği kadar bizi asimilasyon çirkefine batırmaya çalışırlarsa, elbet halimiz böyle olur. Sen akıllı Kürt, hâlâ Süleyman Demirel’den, Bülent Ecevit’ten ve bunlar gibilerden pay bekle. Nah alırsın!
*Musa Anter 1 Eylül 1991 tarihli yazısı