Burada çok hukuki bir şekilde suçun vasfının yanlış belirlendiğinden, yanlış değerlendirme yapıldığından ve bunun gibi şeylerden bahsedebiliriz. Fakat, unutmamanız gereken şey: burada ters düz edilen şey hukuk değil adalet
Ayşe Acinikli
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 138. maddesi: “Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” şeklinde düzenlenmiştir. Özellikle, ilk kısım sizi güldürmüş olabilir. Çünkü, Türkiye’de özellikle son iktidar dönemlerinde yaşanan aleni müdahaleler böyle bir cümleyi anlamsız kılıyor. İkinci cümleye gülmek ise çok zor. Çünkü, o kadar hayat, o kadar acı ve o kadar öfke var ki. “Hukuka uygun vicdan” nitelemesi çoğu hakim tarafından “ben böyle takdir ettim”le çıkar karşımıza -ki bu cümle avukat arkadaşların sıklıkla duyduğu bir cümledir. Ama, bugünkü konumuz vicdan. O vicdan kimin vicdanı?
Türkiye’nin kuruluşundan itibaren hukuk hiçbir zaman adil olmadı, ama bu, son iktidar dönemindeki kadar gözümüze sokuldu mu bilemiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) hukuka aykırı karar verdiği konusunda verdiği onlarca karardan sonra iktidar bir anda bu hukuksuzluğu düzeltmek istedi. Haklarında DGM tarafından hüküm verilen Hizbullah, İslami Hareket, İbda-C gibi örgütlere mensup olup müebbet hapis cezaları alan insanlar sessiz sedasız tahliye edildi. İçlerinde 90 kişinin ölüm emrini veren, 30 kişiyi öldüren kişiler var. Yalnız nedense DGM bu örgütler hakkında hukuka aykırı karar verirken Kürtler ve Türkiye Solu davalarında aşırı derecede hukuka uygun davranmış gibi bu dosyalarda göstermelik birkaç tahliyeden sonra konu kapatıldı. Bunun sonucunda işkence altında alınan ifadelerle, tanık beyanlarıyla haklarında müebbet hapis verilmiş masum insanlar 30 yılın bitmesini bekliyor. Bir ömür bu… Üstelik bu insanların hücre cezası, disiplin cezası ya da iyi hallilik değerlendirmesi üzerinden tahliyeleri engellenmeye çalışılıyor Hizbullahçıları salan aynı devlet politikası ile.
DGM’lerden sonra Özel Yetkili Mahkemeler geldi. Bu mahkemeler hukuka aykırı uygulama yaptıkları gerekçesi ile kapatıldı. Ama öküz ölünce ne rezillikler döküldü ortaya. Ergenekon, Balyoz gibi davalarda hukuka aykırı davranan bu mahkemeler her ne hikmetse Kürtlerin, özellikle Kürt gençlerinin dosyalarında aşırı bir hukuka uygunluk içerisinde çalışmışlardı. Aleni bir şekilde yapılanların itirafçı tanıklarıyla ortaya döküldüğü birkaç dosya dışında hiçbir başvurumuzdan netice alamadık. Üstelik bu noktada geciken bir adalet de olmayacak. Çünkü, bu absürtlük aynı yeniden yargılanma meselesi gibi ne AİHM’in ne de Anayasa Mahkemesinin (AYM) umurunda. Kürtlerin, Kürt dosyalarının AİHM nezdindeki ilgisini kaybetmesinin üzerinden uzunca bir zaman geçti. Dünün zalimleri AİHM’in kapısında ağlıyor ve bu gözyaşları maalesef karşılık da buluyor. Ağlayarak gelenler iktidarı paylaşamadıklarında gözyaşlarını başka bir yöne çevirdiler. O gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan polisler, savcılar ve hakimler gerçek suçlarından yargılanmadılar hiç. Kürt gençlerine verdikleri yüksek cezalarla terfi alanların gerçek suçları hiç konuşulmadı.
Yargılanan, sanık konumunda olan/oldurulan Kürtlerden bahsettik ama mağdur olduğumuz dosyalarda karşılaştığımız iç yakıcı. 23 yaşında üstü çıplak bir şekilde öldürülen ve canlı bomba olduğuna gözümüzün içine baka baka inanmamız beklenen Kemal Kurkut’un katiline ceza verilmemesi tam olarak kimin vicdanında hak buluyor? Peki, bu vicdan kimin vicdanı? “Rica mektupları”nın mı?
Dövülerek, canavarca öldürülen Ali İsmail’in katiline verilen ödül gibi ceza, oyun oynarken öldürülen Nihat Kazanhan’ın katiline verilen ceza kimin vicdanına göre veriliyor?
Bir de geç gelen adalet meselesi var. Türkiye’de öldürülen gençler, daha doğrusu öldürülen Kürtler, Kürt çocukları, gençleri deyince o kadar uzun bir liste var ki ve o kadar cezasız kalmış ki her şey neresinden tutsak elimizde kalıyor. Nihat Kazanhan dosyasındaki hak ihlali kararı olumlu olarak nitelendirilebilir. Fakat, kaç yıl sonra verildi bu karar ve gerçekten yerel mahkeme buna uyacak mı? Yoksa adalet süründürülmeye devam mı edecek? Adalete erişmek için neden kendimizi paralamak zorundayız?
Mahkemelerin verdiği kararlar sadece failleri bağlamaz, topluma bir mesaj verir ve toplumu şekillendir. Aslında saydığımız isimlerin katillerinin bu kadar cezasız bırakılmasının ve buna cesaret edilebilmesinin nedeni kendilerinin toplum olarak kabul ettikleri kesimden hiç kimsenin tepki vermeyecek olması. Hatta aksine, bu “toplumun” ölümü hak ettiğimizi, hapishanelerde dahi barındırılmamız gerektiğine inanması. Bizi toplum olarak değil, düşman olarak gören insanların buna alkış tutuyor olması. Ama, bütün bunlar bize verilen bu kararların suç olduğunu unutturmamalı. Evet, bütün bu kararlar evrensel hukuka göre suç. Oraya yazılan kanun maddeleri, yazılıp çizilen şeyler şu anki hukuka uygun gibi görünebilir. Ama, bu durum verilen kararların suç olduğunu ve bir gün bu kararları verenlerin yargılanması gerektiği gerçeğini unutturmamalı… Kanuna aykırı emre uymak da suçtur çünkü. Burada çok hukuki bir şekilde suçun vasfının yanlış belirlendiğinden, yanlış değerlendirme yapıldığından ve bunun gibi şeylerden bahsedebiliriz. Fakat, unutmamanız gereken şey: burada ters düz edilen şey hukuk değil adalet.
Bir şeyin hukuka uygun olması, adalete de uygun olduğu sonucunu doğurmaz. Hukuku iktidarlar istedikleri gibi çekiştirebilirler ama adalet tektir ve biriciktir. Tıpkı kaybettiğimiz canlar gibi.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şube Yöneticisi