22 Ocak 1946’da Mahabad’ın tarihi meydanı Çarçira’da ilan edilen Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden 77 yıl geçti
2. Dünya Savaşı’nın ikinci yılı; 1941’de Rus birlikleri doğudan, İngilizler de güneyden İran’ı işgal ettiler. İngiliz işgalinin yaşandığı günlerde 2 Eylül 1941’de Türk hükümeti, Londra’ya bir not gönderdi. Notta bölgedeki Kürtlerin örgütlemelerine dikkat çekiliyor, İngiliz hükümeti uyarılıyordu. O günlerde Qazi Muhammed’in başkanlığında bir Kürt heyeti, Sovyetler Birliği ile görüşme amacıyla Bakü’ye gitti. Azerbaycan başbakanı Bakırof ile görüşen Kürt heyeti, Sovyet idaresiyle başta ekonomi olmak üzere birçok anlaşma imzaladı.
Kürtler, Sovyetler’den destek sözü alarak topraklarına geri dönerken, 16 Ağustos 1943’e gelindiğinde Komela (Kürdistan Diriliş Topluluğu) kuruldu. 1944’te ise üç Kürt örgütü Komela, Xoybun ve Hevi bir araya gelmiş, güçlerini birleştirme kararı alarak ve ‘üç sınır’ adlı bir anlaşma imzaladılar. Mahabad’a giden süreç, işte böyle Kürtler arasındaki birlik ve bölgedeki dengelerin getirdiği olanaklar sayesinde gerçekleşti.
Mahabad’da tarihi gün
Tarih gün ise 22 Ocak 1946 olarak seçildi. O gün Mahabad’ın tarihi meydanında toplanan binlerce kişi önünde Qazi Muhamed, cumhuriyeti şu sözlerle ilan etti: “Kanımın son damlasına, alacağım son nefesime kadar Kürdistan’ın bağımsızlığını ve cumhuriyeti koruyacağıma Allah’ıma, Kürt ulusuna ve kutsal Kürdistan bayrağı üzerine yemin ederim.”
Cumhuriyet ilan edildiğinde 46 yaşında olan Qazî Muhamed’in cumhurbaşkanı olarak seçilmesi şüphesiz tesadüf değildi. Cumhuriyetin hazırlığını yapan komite cumhurbaşkanı olarak gördüğü Qazî Muhamed bölgedeki köklü ve dindar bir aileden geliyordu. Amcası Fetah Qazî, 1916’da Rusya’ya karşı savaşta hayatını kaybetmiş, dedesi Şêx Elmeşayêx 1930’da Diwander kentinde Kürt aşiretlerini biraraya getirerek İngilizlere karşı “ortak cephe” kurma önerisini yapmıştı.
İlandan birkaç gün sonra ise 14 bakandan oluşan hükümet kabinesi kuruldu. Kürtlerin birliği sembolize eden renkler ilk kez bir cumhuriyetin bayrağına yansırken, Kürt şair Dildar’ın 1938 yılında hapisteyken kaleme aldığı “Ey Reqip” şiiri ulusal marş olarak kabul edildi. İlk cumhuriyetin kuruluşu deklere eden ilanların basıldığı sadece bir matbaası vardı.
Cumhuriyetin sınırları içinde yer alan bölgede bulunan okullarda Kürtçe eğitim başlarken, milisler ise düzenli orduya geçti. İlk günlerde ordunun sadece 10 bin tüfeği, ve 20 kamyon cephanesi vardı. Cumhuriyetin bir başka önemli çalışması ise kültür, sanat ve edebiyat alanlarındaydı. Kısa bir sürede cumhuriyetin kararıyla operalar kuruldu, bilimsel kitaplardan çocuk dergilerine kadar birçok basın-yayın çalışması gerçekleşti.
Cumhuriyet yüzüstü bırakıldı
Kürt halkı açısından bu tarihi gelişmeler yaşanırken, 2. Dünya Savaşı’nın bittiği o günlerde dünyada yeni düzenler, yeni dengeler kuruluyordu. Başını ABD’nin çektiği batı dünyasında Hitler Almanyası’nın korkusunun yerini doğu-batı arasındaki soğuk savaşa alıyordu. Sovyetler Birliği ise İran’a yanaşıyordu.
Moskova yönetimi, Tahran ile petrol anlaşmalarını yaptıktan hemen sonra güçlerini bölgeden çekme kararı aldı. Kürdistan Cumhuriyeti yüzüstü bırakılırken, kazanımlar masa üstünde yapılan görüşmelere kurban edildi. Kızıl Ordu 9 Mayıs 1946’da İran topraklarından çekildi, 17 Aralık’ta ise Mahabad’a giren İran ordusu cumhuriyetin önderlerini esir aldı. Cumhuriyetin genelkurmay başkanı olan Molla Mustafa Barzani ise 500 peşmergesiyle uzun ve zorlu yürüyüşten sonra, Aras nehrini geçerek Sovyetler Birliği’ne sığındı.
Qazi Muhamed’in idamı
Cumhuriyetin kurulmasından tam bir yıl ve bir gün sonra, 23 Ocak 1947’de Qazi Muhamed’e İran askeri mahkemesi idam cezası verdi. Aynı yılın 31 Mart gününde ise cumhuriyetin ilan edildiği meydan; Çarçira’da Qazi ve 2 arkadaşı idam edildi. 47 yaşındaki Qazi Muhamed, 20. yüzyılda idam edilen son Kürt önderi olarak tarihe geçti.
O dönem bölgede görev yapan ve Mahabad’ı ziyaret eden Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin askeri ataşesi Archie Roosevelt Jr. daha sonra kaleme aldığı kitaplarında Kürtlerin hatalarını şöyle analiz edecekti: “Kürtlerin liderleri ve öncü kadroları aydın şehir halkı içinden gelmesi gerekiyor. Ancak hiçbir eğitime sahip olmayan aşiret liderleri öncü rolünü üstlenmek zorunda kalıyorlar. Maalesef askeri güçleri ise iktidar boşluklarından dolayı başarılı oluyor ve daha sonra da kaybediyorlar.”
PKK Lideri Abdullah Öcalan tecrit halinde tutulduğu İmralı adasında kaleme aldığı “Demokratik Uygarlik Manifestosu / Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” kitabında Mahabad deneyimi sonrası Kürt halkında yaşanan kırılmaya ilişkin şu çarpıcı değerlendirmelerde bulundu:
“Demokratik olmayan otonomi savaşları ve çatışmaları, öncülerinin sınıfsal yapısı gereği çoğunlukla yenilgiyle sonuçlanmış, bu da bir bütün olarak Kürt ulusal varlığı ve özgürlüğü üzerinde derin tahribatlar yaratmıştır. Her yenilgi bir kırıma yol açmış, her kırım ise kültürel soykırımı bir adım daha ilerletmiştir. Doğu Kürdistan’da 1878’deki Şeyh Ubeydullah Nehri, 1920’lerdeki Simko ve 1945’lerdeki Qadı Muhammed önderliğindeki hareketler benzer sonuçlara yol açmışlardır. Yenilgi ve daha çok ezilme ulusal varlığı ve özgürlüğü daha da zayıflatmış, umutsuz duruma düşülmesine yol açmıştır.
Qazi Muhammed’in önderlik ettiği Mahabad Cumhuriyeti deneyimi, modern halkçı niteliğine rağmen, öteki isyanlarla aynı akıbeti paylaşmaktan kurtulamamıştır. Beyaz Türk faşizmiyle Rıza Pehlevi faşizmi arasında 1937’de Sadabad Paktı adıyla varılan anlaşma özünde Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın çağdaş biçimi olup, Kürt bölünmesini derinleştirme ve özgürlük hareketini ortaklaşa tasfiye etme amaçlıdır. Günümüzde de Türkiye’deki yeşil faşist iktidarla İran İslami faşist iktidarı arasında Kürdistan’ın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesine karşı yapılan ve yürütülen çok sayıda gizli anlaşma söz konusudur.
Kürt hareketi, İkinci Dünya Savaşından sonra Mahabad Cumhuriyeti’nin tasfiye edilmesiyle derin bir sessizliğe gömülmüştür. Kendini sırasıyla beylik, şeyhlik ve ilkel milliyetçi önderliklerle ifade eden hareketlerin ağır yenilgisi bu ölüm sessizliğine yol açmıştır. Umutsuz ve karamsar bir dönem baş göstermiştir. 1945’lerde ilan edilen KDP’ler kendilerini çağdaş partiler olarak tanımlamaya çalıştılar. Doğal olarak yakın geçmişin ağır izlerini taşımaktaydılar. Burjuva sınıf temelleri zayıftı. Aydınları çok azdı. Yenilgilerin yol açtığı umutsuzluk yeni girişimlere karşı oldukça ihtiyatlı yaklaşmalarına yol açıyordu.”
Kaynak: ANF