Öcalan’ın uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edildiği dönemler Kürtler için ateşten günlerdi. Kürtler bu hamlenin varlık yoklukmücadeleleri için ne anlama geldiğini görmüş ve dünyanın dört bir tarafında komploya karşı harekete geçmişti. Büyük mücadeleler verildi, büyük bedeller ödendi, büyük acılar yaşandı, çok yüksek bir duyarlılık ve öfke hali hakimdi. “Güneşimizi karartamazsınız” sloganıyla dünyanın dört bir tarafında kendini yakma eylemlerinin haberi geliyordu. İçerisi, dışarısı barut fıçısı gibiydi. Pek çok insan gibi benim de aklım bu büyük iradeyi, bu bağlılığı almıyordu. O yıllarda komployu protesto eylemleri gerekçesiyle tutuklanıp Nazilli Cezaevi’ne götürüldüğümde kendini yakma eylemlerinin birinci elden tanığı oldum. Bayram Kaymaz isimli tutuklu gece yarısı battaniyeye sarılarak üzerine kolonya dökmüş, komploya karşı kendini yakma eylemi gerçekleştirmişti. Arkadaşları duruma erken müdahale ederek Bayram’ı hayata döndürmüştü. Bayram hayata dönmüştü ama hem eylemine müdahale edildiği için tepkiliydi hem de ömür boyunca yaptığı eylemin ağır yaralarıyla yaşamak zorunda kalmıştı. Cezaevine götürüldüğümde Bayram artık ayaklanmış ve cezaevinin günlük rutinine, yaşamına dahil olmaya başlamıştı. Büyük bir merakla, yaptığı eyleme dair sorduğum bütün soruları yanıtsız bırakmıştı. Aklı da yüreği de yapamadıklarında kalmıştı. Bizim gibi meraklı gençleri konudan uzaklaştırıyor ve zar zor konuşan haliyle dikkatleri başka meselelere çeviriyordu. O günlerde sayısız insan aynı yolu denedi. Hatta durum öyle bir hal aldı ki, cezaevinde daha fazla benzer eylemler yaşanmasın diye tutsaklar gece boyunca nöbet tutuyor, kolonya vb. yanıcı maddeler toplatılıyordu.
Öcalan bu meseleye ilişkin yaptığı her değerlendirmesinde bu tür eylemleri asla tasvip etmediğini, ahlaki ve vicdani olarak bu durumun kendisine ağır bir yük oluşturduğunu açıkladı. Eylemlerin önüne yine bizzat Öcalan’ın kendisi geçmişti. Aradan 24 yıl geçti, Öcalan tutulduğu İmralı koşullarında çözüm sürecindeki rolüyle Ortadoğu ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin yaptığı değerlendirmeleri ile halkta oluşturduğu bu inanılmaz bağlılığın nedenini her seferinde gösterdi. 2015 yılından sonra oluşturulan yeni savaş konsepti ile birlikte Öcalan’a yönelik ağır bir tecrit devreye konuldu. Daha doğrusu Öcalan’a yönelik başlatılan tecrit ile birlikte Türkiye savaş ve çatışma konseptine teslim edildi. Güvenlikçi akıl, Kürt mücadelesini ve hareketini tasfiye edeceğini, Öcalan’a uyguladıkları tecritle Öcalan’ın kitleler üzerindeki etkisini yitirmeye başlayacağını ima etti. 24 yıl önce “isyanı başsız bırakarak bastıracağına” inanan devlet aklı bir kez daha devreye girmiş ve bu konuda bir kez daha şansını denemek istemişti. O denemenin faturası çok ağır oldu, binlerce insan hayatını kaybetti. Türkiye demokrasi, insan hakları ve hukuk alanlarında tarihin en karanlık dönemlerinden birine savruldu. Türkiye’nin kaynakları tüketilerek ekonomik kriz derinleştirildi. Ülkeyi çözümsüzlük politikalarına kurban eden ve ağır bedellerle insanların yaşamını deney tahtasına dönüştüren güvenlikçi akıl “Bu kez sonuç alıyoruz, bu kez bitireceğiz” yalanına hâlâ toplumu inandırmaya çalışıyor. Oysa bütün bu denemelerle Kürt sorununu bastıramadılar, aksine uluslararası bir sorun haline getirdiler. NATO’ya hangi ülkenin gireceğini bile bu soruna yaklaşımlarına bağlamış durumdalar. Hesaba göre tecritle Öcalan’ın etkisi kırılacak ve tasfiye süreci tamamlanacaktı. Bunun için sahte muhataplık, sahte önderlik arayışına bile girdiler. Aynı yöntemleri deneyip aynı sonuçları almaktan bıkmadılar. Nasıl olsa ne yitip giden canlar kendilerine aitti ne de heba edilen kaynaklar. Aksine ölümler yaşandıkça, kaynaklar heba edildikçe, savaş ve çatışma derinleştikçe zenginleştiler, iktidarları süreklileşti.
Bu dayatmaları bugün de topluma ağır bedeller ödetiyor. Herkesi susturduk, Öcalan’ın etkisini kırdık, tecridi topluma kabul ettirdik dedikleri noktada infial yaratıyorlar. 65 yaşındaki Bubo Taş ve 24 yaşındaki Mehmet Akar’ın yaptıkları eylem bu infialin ağır ve dayanılmaz göstergelerinden biridir. Bu eylemler milyonların bastırılan tepkisinin isyanıdır. Geçmişte insanlar kendisini yakmasın diye nöbet tutmuş biri olarak bu tür eylemlerin yaşanmasını asla istemiyorum, yüreğim bunların hiçbirini kaldıramıyor. Ama hiç kimse, hiçbir vicdan, hiçbir ahlak bu çığlığı duymazdan gelemez, hiç kimse bu isyana gözlerini yumamaz, yokmuş gibi davranamaz. Bu ölümlerin sebebi çözümsüzlük politikalarıdır. Tecridi bütün topluma yayma ısrarıdır. Düşünün ki insanlar hukuk için adalet için iktidara “Kendi kanunlarınızı uygulayın” demek için bedenlerini ateşe veriyor. Bunun karşısındaki büyük sessizlik, vicdanları karartma girişimi ne yazık ki bu ölümlerin önünü almıyor. Kimse konuşmadığı için bu ölümler başladı. Korkum o ki daha fazla sessizlik daha fazla ölüm getirecek.