Türkiye’de yazılarından ötürü katledilen ilk gazeteci değildi Hrant. Ülkenin bu tür cinayetlerle ilgili sabıkası oldukça kabarık. Hrant’ın katledilişinin 16. yılında dönüp arkamıza baktığımızda, aydın kırımının hız kazandığını görmekteyiz
Pakrat Estukyan
Hrant Dink cinayeti, işlendiği 19 Ocak 2007 tarihinden bu yana Türkiye siyasi gündemindeki yerini koruyor. Cinayetten bir yıl sonra başlayan anma etkinlikleri, bu yıl da binlerce insanın Agos gazetesinin eski ofisi önünde toplanmasını sağlayacak. Bu yıl da ülkenin farklı şehirlerinde Hrant Dink’e ve onun mücadelesine adanmış basın açıklamaları ve kapalı salon toplantıları gerçekleşecek. Hatta bu tür etkinliklerin günler öncesinden başladığını ve 19 Ocak sonrasında da süreceğini söylemek mümkün. Üstelik bu anma etkinlikleri Türkiye ile sınırlı da değil. Montreal’den Berlin’e, Paris’ten Los Angeles’e, Yerevan’a kadar dünyanın farklı kentlerinde Hrant Dink’i anma etkinlikleri düzenleniyor.
Ne ilk, ne de son
Türkiye’de yazılarından ötürü katledilen ilk gazeteci değildi Hrant Dink. Ülkenin bu tür cinayetlerle ilgili sabıkası oldukça kabarık. Üstelik bu suç sicilinde sadece görüşleri, düşünceleri beğenilmediği için katledilenler değil, salt bazı muhalif gazetelerin basımevinde çalıştığı için, dağıtımını yaptığı, hatta okuru olduğu için öldürülenlerin listesi oldukça uzun. Gençlik yıllarımızda Beyazıt’ta, Küllük kıraathanesinde mevzilenmiş faşistlerin yoldan geçenleri ellerindeki gazete üzerinden sorgulamaları, dövme, hırpalama ve hatta katletme olayları vakayı adiyeden sayılırdı. O günlerden günümüze neyin değiştiğini sorguladığımızda, gazete adlarından öte bir değişiklik olmadığını söylemek mümkün. O zamanların Yeni Ortam, Politika, Demokrasi gibi gazetelerin yerine şimdilerde Yeni Yaşam veya Evrensel okurları benzer şiddetin mağduru oluyorlar. Unutmamalıyız ki geçmişte dönemin başbakanının hedef göstermesiyle Özgür Gündem gazetesinin Kumkapı’daki merkezi bombalanmış, insanlar öldürülmüştü.
Milliyetçi-ulusalcı
Özgür basına yönelik bu saldırganlığın tipolojisini tanımlarken faşistleri milliyetçi veya ulusalcı diye tasnif etmenin de bir anlamı yok. Sabiha ve Zekeriya Sertellerin Tan matbaasını yakanların bir kısmı ilerki yıllarda sol sosuna bulanmış halde çıktılar toplumun karşısına.
Cumhuriyet tarihi boyunca her çalkantılı dönemde etkili bir basın organının ya saldırıya uğramasına, ya talan edilmesine, ya da alenen gasp edilmesine tanıklık eden örneklere rastlanır. Bunca belalı bir mecra olmasına karşın insanların her daim gazete yayınlama gereksinimi duyması, sözün paylaşılmasına, fikrin duyulmasına yönelik ihtiyaçla açıklanabilir.
Nitekim Hrant Dink’i Türkçe yayınlanan bir Ermeni gazetesi çıkarmaya yönelten de aynı ihtiyaçtı. Türk siyasi aklı elindeki basın gücüyle, tabiri caiz ise köpeksiz köyde değneksiz gezinmeyi alışkanlık haline getirmişti. Hrant Agos’u yayınlayarak meydanın sanıldığı kadar boş olmadığını haykırmak istedi. Geçmişte benzer itirazlar olmuş, örneğin Zaven Biberyan Nor Or (Yeni gün) adlı gazetede benzer nefret söylemlerine karşı Al gı pave (Artık yeter) başlığıyla bir yazı kaleme almış ve egemen siyasi aklı çok sert bir üslupla mahkûm etmişti. Ne var ki Ermenice Nor Or gazetesindeki yazı Türkiye toplumunda yankı bulamamış, sadece emniyette siyasi şubenin Ermeni masasının dikkatini çekmiş, ardından da Biberyan bir kez daha hapislikle, sürgünle yüzleşmek zorunda kalmıştı.
Türkçe bir Ermeni gazetesi
Hrant Dink’in Türkçe bir Ermeni gazetesi yayınlamasının amacı, sözünü Türkiye halklarına ulaştırma gayretinden kaynaklanıyordu. Geleneksel Ermeni gazeteleri hem geniş toplum kesimlerine ulaşmakta güçlük yaşıyor, hem de 1915 travmasının ardından yayınlarında son derece temkinli bir üslup izliyorlardı. Onlar için aslolan adalet feryadını yükseltmek, hak talep etmek değil, salt Ermenice bir gazetenin hayatta kalmasını sağlamak güdüsüydü. Hükümeti ve onun söylemlerini eleştirmenin devlete karşı çıkmak olarak algılandığı bir ortamın izdüşümü olan bu gazetelerden daha fazlası beklenemezdi.
Direnişin başarısı
53 yıllık yaşamının hiçbir anında haksızlığa tahammül edemeyen, sinmeyen, yılmayan ve bu yüzden de xent, yani deli sıfatıyla anılan Hrant Dink halkına, soyuna uluorta hakaret edilen bir ortamda daha fazla suskun kalamazdı
53 yıllık yaşamının hiçbir anında haksızlığa tahammül edemeyen, sinmeyen, yılmayan ve bu yüzden de ailesi ve yakın arkadaş çevresi içinde xent, yani deli sıfatıyla anılan Hrant Dink halkına, soyuna uluorta hakaret edilen bir ortamda daha fazla suskun kalamazdı. 1996 yılında Agos’un yayın hayatına katılmasından sonra, bu gazetede gündeme getirilen birçok sorun ulusal basının da ilgisini çekerek memleket gündemine taşındı. Türkiye toplumu Bomonti Mıhitaryan okulunun veya Tuzla yetim kampının gaspedilmesi örnekleri üzerinden ilk kez 1936 Beyannameleri adlı hukuksuzlukla tanıştı. Devlet 1974 yılından bu yana sistematik bir şekilde Ermeni vakıflarının mülklerine el koyuyor, özellikle okulların gereksinmeleri için hayati önemdeki taşınmazların tapu kayıtlarını iptal ederek hazineye veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıyordu. O zamana değin bu gasp eylemlerine karşı kimi vakıflar olanı sineye çekmiş, kimi ise yargı yoluyla adalet aramaya girişmişti. Ne var ki milli menfaatleri uluslararası hukuk ilkelerine üstün sayan yargı, hiçbir davada Ermeni vakıflarının itirazlarını dikkate almamış, her zaman devletten yana hükümler kurmuştu.
Hrant’ın Agos sayfalarında dillendirdiği Bomonti Mıhitaryan okulunun yarıyıl tatilinde gaspı girişimi, ulusal basında da yankı buldu. Bu yayınlar üzerine öğrenci velilerinin başlattığı okulu işgal eylemi ile hemen her gün birkaç gazeteci veya TV kanalı okul bahçesinden yayın yapmaya başlamıştı. Tüm Ermeni okullarında eğitimin boykot edileceği hazırlıklarının duyulması üzerine, son anda alınan bir kararla gasp girişimi sonlandı. Okul halen eğitim faaliyetini sürdürüyor. Geçtiğimiz Aralık ayının son günlerinde açıklanan Yargıtay kararıyla da okulun tapusunun yeniden vakıf adına tesciline karar verilmesi sürecine girildi. Benzer bir şekilde, Hrant Dink’in daha kuruluş aşamasında ilk öğrencilerinden olduğu Tuzla kampı da, tapusu iptal edilerek ilk sahibine geri verilmiş bir mülktü. Hrant bu hukuksuzlukları ısrarla gündeme getirmiş ve geniş toplum kesimlerinin konuyu tartışmalarına yol açmıştı. Bu bağlamda, cinayetten bir süre sonra kamptaki binaların yıkımına girişildiğinde, bu kez Hrant’ın emanetini sırtlayan Nor Zartonk gençlik hareketi aktivistleri alanı işgal etmiş, haftalarca süren işgal ve direnişin ardından çözüm umutları ortaya çıkınca işgali sonlandırmışlardı. Tüm bu örneklerde gözden kaçırılmaması gereken ise, adalet arayışının veya hak talebinin, haksızlığa uğrayanla sınırlı kalmamasından doğan sinerjinin caydırıcı etkisi.
Samimiyetin tehdidi
Bu aynı zamanda Hrant Dink’in en tehlikeli yönünü ortaya çıkartıyordu. İçten, özü-sözüne denk bir sosyalistti o. Diyalog kapısını açık tutmak için, karşısındakini incitmemek adına sözünü dolambaçlı yollardan söylemekten çekinmezdi. Onun için asıl olan üzüm yemekti, bağcıyı dövmek değil. Onun en tescilli faşistlerle dahi dil bulmak adına sürdürdüğü çabaları bazen öfkeyle izlediğimizi anımsıyorum. Ne var ki girdiği bu türden polemiklerin neticesinde her zaman başarılı olur, muhatabının söylemlerini geri püskürtmeyi başarırdı. Üslubundaki esnekliğe rağmen söyleminde zerre kadar tereddüte düşmez, meramını en tescilli faşiste dahi anlatabilirdi.
Tertibe karşı sözün gücü
Trabzon’a, Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne bir konuşma yapması için çağrıldığında, arkadaşları burada bir tertiple karşılaşma ihtimalini anımsatarak gitmemesini tavsiye etmişlerdi. O ise, “Çağırıyorlarsa gitmemek olmaz” diyerek bu uyarıları görmezden geldi. Dönüşünde oradaki durumu betimlerken, bir grubun provakasyon hazırlığında olduğunu, ama konuşması boyunca buna yeltenemediklerini, bitiminde ise yoğun alkışlar karşısında hareketsiz kaldıklarını aktarmıştı. “Doğrudur, biz Ermenilerin gözü var bu topraklarda. Gözü var çünkü kökümüz bu topraklarda. Gözümüz var ama merak etmeyin, alıp götürmek için değil, gelip ta dibine gömülmek için” diyerek sonlandırmıştı o günkü konuşmasını. Sonrasında bu konuşma ‘Su çatlağını buldu’ başlığıyla birçok mecrada yayınlandı. Cinayetten sonra, eğer katilin Hrant’la birkaç dakika konuşma ortamı olsa o tetiği asla çekemeyeceği kanaati birçok insan tarafından dillendirildi.
Dünden bugüne
Hrant’ın katledilişinin 16. yılında dönüp arkamıza baktığımızda, aydın kırımının daha da bir hız kazandığını görmekteyiz. TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı uzmanı olduğu alanda görüş açıkladığı için 2.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sosyolog Pınar Selek aldığı üçüncü beraat kararının ardından yeniden kırmızı bültenle aranıyor. Türkiye İsveç’in NATO üyeliğine onay vermek için bu ülkede yaşayan muhaliflerin ülkeye iadesini şart koşuyor. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, haklarında somut bir delile dayanmayan yargı kararlarıyla cezaevlerinde ömür tüketiyorlar.
Diyarbakır Baro Başkanı, ömrünü insan hakları mücadelesine adamış Tahir Elçi’nin, aynı Hrant Dink örneğinde olduğu gibi bir nefret söyleminin ardından gelen faili meçhul cinayete kurban edildiğini görüyoruz. Orada da faili ele verecek olan mermi çekirdeğinin kaybolmasına, olay yerinin Uğur Mumcu cinayetinde gördüğümüz gibi tüm delillerle birlikte temizlenip pür u pak edilmesine tanık olduk.
Şimdilerde ise bu tür cinayetler artık daha da sıradan bir hale geldi. Küresel suç örgütleri kentlerimizin caddelerinde, AVM’lerinde görüyorlar hesaplarını. Bu toz duman içinde İçişleri Bakanı da çıkıp faili meçhul cinayet kalmadı diyor. Diyebiliyor. İnce ince tasarlanıp uygulamaya konan bu cinayetlerin planlayıcılarını, azmettirenleri, ‘öldür’ diyenleri görmezden gelerek, maşa olarak kullanılan tetikçilerin yakalanmasını yeterli sayıyor.
Devletin derin tarihi
Sabahattin Ali’den günümüze değin, her aydın cinayetinin arka planında devlet aklını aramamız boşuna değil. Unutmayalım, Hrant Dink cinayeti davasının 2. perdesinde yargılananların tümü kamu görevlileriydi
Sabahattin Ali’den günümüze değin, her aydın cinayetinin arka planında devlet aklını aramamız boşuna değil. Unutmayalım, Hrant Dink cinayeti davasının 2. perdesinde yargılananların tümü kamu görevlileriydi. Cinayet haberinin duyulması Türkiye halklarına bir şok etkisi yarattı. İnsanlar Hrant Dink’in salt bir konuşan Ermeni olduğu için katledildiğini somut olarak gördüler. Bu tespitin dışavurumu olarak “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganı neredeyse dakikalar içinde şekillendi. Empati olarak şekillenen bu sloganın yansıması ise, o güne değin Müslümanlaştırılmış Ermenilerde yarattığı büyük kırılma oldu. O güne değin kimliğini saklayarak içinde bulunduğu topluma entegre olmaya çalışan insanlar öbek öbek Agos’un kapısına koştular. Cenaze törenine kadar geçen üç gün içinde o kapıyı terk etmeyenler vardı. Ardından Ermeni kimliğini resmen sahiplenmek isteyenlerin sayısı bu cinayeti tasarlayanların hesaplarını bozan bir sonuç yarattı.
Yaklaşmakta olan seçimlerin öncesinde, mevcut iktidarın alternatifi olarak gösterilen ittifakın bileşenlerine bakınca, seçimle birlikte nelerin değişeceği, nelerin ise ‘devlette süreklilik esastır’ ilkesi içinde aynen devam edeceği sorusu önem taşıyor.