Bu ihtiyaç şu an dünyanın her yerinde yükselmekte olan kadın direnişleriyle gelişecek demokratik kadın konfedaralizminin geliştireceği ortak bir kültürle mümkün…
Neslihan Şedal
Savaşın en ağır koşullarına rağmen saçlarını örmeyi ihmal etmeyen dünyanın en güzel kadınlarına…
Evrendeki tüm varlıkların varoluş mücadelesini verebilecekleri zekaya sahip olduğu gerçekliği, varoluşsal bir özelliktir. Kendini koruma, varlığını sürdürme, geliştirme, çoğalma, çeşitlenme gibi edimler tüm varlıkların kendini anlamlandırma çabası ve özgürleştirme istediğidir. Bilincin gelişimini de ifade eden bu oluşum, kimlik kazanma arayışıdır aynı zamanda. İnsanlığın kendini anlamlandırma arayışıyla ortaya çıkan bilinç ise en somut haliyle kültürel formda ifadeye kavuşuyor. Haliyle söz konusu insan toplumsallığı olunca da direnişin sosyo-kültürel bir boyut kazandığı hakikati ile karşı karşıya kalıyoruz. Kısaca kendi-toplumsal varlığını korumanın bir diğer ifadesi de kültürü geliştirmek oluyor.
Kültür en genel tanımı ile toplumların dilini, inancını, yaşam biçimini, üretim şeklini ve toplumsal değerlerini ifade ediyor. İlk toplumsallaşma formlarına baktığımızda ise ahlaki politik toplum yapısının binlerce yıl boyunca varlığını koruduğunu ve bu toplumsal yapının kadın kültürüyle şekillendiği hakikati genel bir kabule dönüşmüş durumda. Kadın öncülüğünde gelişen simgesel dilin yarattığı etkileşimin toplumsallaşmayı ileri bir düzeye taşıdığı da açık bir gerçek. Yine evrendeki tüm varlıkların canlı olduğuna dayanan animistik kültürün kadın etrafında şekillendiği ve yaşamın tüm alanlarına sirayet eden bir forma dönüşmesi de aynı şekilde.
Kadının kadınla-toplumla-doğayla olan bağının geliştirdiği kültür; kadının sezgili, hisli ve duygulu dünyasının yarattığı etik ve estetik ilkelerin bütünselliği ile oluşmuştu. Bu bütünsellik yaşamın güzelleşmesi, özgürleşmesini ifade eden; iyiyi, güzeli ve doğruyu ilke edinme felsefesi olarak şekillenmişti. Bu sebeple etik ve estetik değerler kadın için varoluşsal bir mesele. Çünkü özgür kadın kimliğinin dolayısıyla özgür toplumsallığın gelişim düzeyi, bu ilkeleri yaşamsal kılma ile paralel düzeydedir.
Özün biçime yansıdığı, biçimin özle bütünleştiği birçok direniş yöntemi, kadınların varoluş mücadelesini de ifade ediyor ve doğayla, toprakla kurduğu ilişki yaşam biçimine de yansıyordu. Mevsimsel döngülerin bayramlarla kutlanması, komün yaşamın biçimleri olarak şenliklerin düzenlenmesi, hasat dönemlerinde doğaya karşı şükranlarını sunmak için verilen adaklar yaşamın bütünselliğini ifade eden kültürel değerlerdir. Bu kültürel değerlerde salt insan toplumsallığı değil birlikte yaşadığı tüm varlıklar yerini buluyordu. Tıpkı hayvanların üremesinin de bereketi ifade ettiğini gösteren şenlikler de toplumsal kültürün birer öğesiydi.
Kadınların güzelleşme algısı toplumsal bir yansımayı ifade ediyordu aynı zamanda. Toplumda yaşanan acıları bedenine deq olarak nakşeden, yaşamlarından izler bırakmak için mağara duvarlarına danslarını resmeden, saçlarının örgülerini isimlendiren, toplumsal olayları stranlarla günümüze taşıyan, şiirlerde toplumsal aşkı işleyen, yaşadığı mekanları süsleyen kadınların oluşturduğu kültürel değerler, yaşamı güzelleştiren ve toplumların zihniyetine dair güçlü bir hafıza oluşturan değerlerdir de. Bereketin kutsanması, doğaya sunulan adaklar ve dönemsel ayinler, doğa ile gelişen simbiyotik ilişkinin sonucuydu. Toplumsallaşmanın uzun bir dönemi, bu kültürel yapı ile şekillenirken aynı zamanda bu değerleri yaşamsal-tarihsel kılma, toplumlar için ayrıca bir mücadele alanı olarak da şekillenmişti.
Ataerkil kapitalist sistem, toplumsal yapıyı ayakta tutan ve her bir değerinin kadın emeği ile geliştiği kültüre karşı kendi kültürünü oluşturarak toplumlara savaş açtı. Üretim ve emekle ifade bulan toplumsal yaşam, sömürü sistemine dayalı bir kültürle yıkılmak istense de köke, öze dair bir oluşumu ifade etmeyen kapitalist kültüre karşı kadınlar direnişin kültürünü yeniden geliştiriyor. Kendi köklerine ve özüne dayanan değerlerde ısrar eden yeniden etik ve estetik ilkelerle kültürel bir direniş sergiliyorlar.
Kadının toprakla gelişen bağının yurtseverlik ilkesine dönüştüğü ve bir varlık mücadelesiyle; Rojava’dan Meksika’ya, Afganistan’dan Filistin’e ve dünyanın birçok yerine kadar kadınların sömürge-işgal saldırılarına karşı kendi topraklarını korumak için direndiklerini biliyoruz. Bu direnişlerde kadınların savaşınca bile güzelleşmenin ilkeleriyle oluşturdukları kültür, ataerkil sistemin kültürünü hafızalardan silmek ve özgür toplumları yeniden inşa etmenin mücadelesiyle gelişiyor.
İran’da şeriat rejimlerinin kapatma kültürüne karşı başlayan direnişlere eşlik eden ‘Baraye’ şarkısının direnişin estetiğini oluşturması, Filistinli kadınların sömürgeciliğe karşı ‘Ya talêel al-jabal’ (Ey dağa çıkanlar) şarkısıyla zindanda direnen yoldaşlarına söylenmesi ve Filistin’de yaşanan savaşı şiirleriyle dünyaya duyurmak isteyen kadınların direnişlerini biliyoruz. Mısır’da, Rojava’da, Başur’da direnişin hafızanı canlı tutmak için savaşan kadınların resimlerini duvarlara çizerek mücadele edenleri de…
Erkek egemenlikli devlet sistemine ve yarattığı tecavüz kültürüne karşı dans ederek direnen kadınlardan, bugün hala erken yaşta zorla evlendirilen kız çocukları için tutulan yasa eşlik eden ‘Narê’ ve iftiraya maruz kalarak katledilmek istenen ‘Momê’ stranları, toplumsal ahlaka aykırı olan kararların, kadınların söyledikleri şarkılarla etik ve estetik değerlerini oluşturarak kültürel bir ifadeye kavuşuyor.
Binlerce yıl önce kadın öncülüğünde geliştirilen her türlü renkliliği, çeşitliliği, zenginliği ifade eden kültürel sistemin toplumların özünü oluşturduğu yaşam biçimine, hiçbir zaman olmadığı kadar, daha da fazla ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaç şu an dünyanın her yerinde yükselmekte olan kadın direnişleriyle gelişecek demokratik kadın konfedaralizminin geliştireceği ortak bir kültürle mümkün. Bu mümkün! Çünkü hala hepimiz gördüğümüz kötü rüyaları alıp götürmesi için suya anlatıyorsak, hala doğa-yaşam ile bağımız güçlüyse ve güzellikler için evrene pozitif enerji gönderiyorsak, işte tam da bizi bir araya getirecek olan evrende birikmiş pozitif enerjimizdir. Enerjimizle özgür alanlarımızı oluşturmanın zamanı. Neden mi? Çünkü hala evren bizi duyuyor, dinliyor ve anlıyor…