Geçen hafta Erdoğan bir konuşmasında 6’lı masaya tepki göstererek, “Seçime 4-5 ay kaldı ama hala karşımıza çıkabilen veya çıkartılabilen bir aday yok. 6 kaptan bir gemiyi batırır, tek kaptanla bir gemi gider” şeklinde konuştu.
Gemi benzetmesi ilginçti. Sarayın koridorlarında üzerine düşünülerek söylenmiş bir mesele miydi yoksa rastgele ifade edilmiş bir cevap mıydı bilmiyorum.
Fakat ‘gemi ve kaptanlık’ meseleleri dikkate değerdir.
İki açıdan değerdir, birincisi; ilginç bir şekilde 2010 sonrası neoliberal dalga içinde ve bir yerden sonra da onun başına bela olmaya başlayan popülist siyasetin yükselişiyle beraber, onun çoğu yerdeki temsilcisi de ‘kaptan’ olarak anıldı. Gündelik siyaset içinde de liderlere kaptan benzetmesi genelde yapılır, ki severler de…
İkincisi ve daha önemlisi, devlet yönetiminin bir gemiye benzetilerek yapılması, bu gemi metaforunun güncel kılınması… Bu gelişmeler, Platon’un “Devlet” kitabında, altıncı bölümde ‘gemi ve devlet yönetimi’ tartışmasını hatırlatıyor.
Tartışma şu şekildedir:
Güçlü bir gemi sahibi düşünelim, ama kulağı iyi işitmiyor, gözü iyi görmüyor ve denizcilikten de çok iyi anlamıyor olsun. Bu gemiyi kullanmak isteyen gemiciler olacaktır ancak bu gemiciler de gemiyi kimin iyi kullanacağı hususunda kavgaya tutuşmuşlar. Fakat kavgaya tutuşan bu gemicilerin aslında kendileri de kaptanlığın ne olduğunu bilmiyorlar. Ancak buna rağmen hepsi de gemi sahibinin etrafını sarıp dümeni devralmak için ona yalvarıyorlar. Gemi sahibi dümeni kime vereceğini söylediğinde, gemideki diğer kimseler onu gemiden sürmeye ya da onu öldürmeye kalkışıyorlar. Sonra bir şekilde gemi sahibini kandırıp geminin dümenini ele geçiren bu kişiler kendi keyiflerine göre gemiyi kullanıyorlar. Ama bu süreçte, aslında gemiyi kumanda edecek kişinin havayı, mevsimleri, yıldızların pozisyonlarını, rüzgârları bilen kişinin olması gerektiği hiçbir zaman akıllarından geçmiyor. Dolayısıyla gemide böyle bir kargaşa olunca, aslında kaptan olması gereken kişinin başına gelecekler de az çok belli oluyor. Başa geçen kişiler asıl kaptan olması gereken kişi ne zaman ağzını açsa ona işe yaramaz ve geveze diyorlar. İşte filozofların devletteki durumu, Platon’a göre, tıpkı bu benzetmede olduğu gibidir.
Yazar Paolo Gerbaudo’nun ‘Büyük Geri Tepme’ çalışmasında hatırlattığı üzere gemi, insanların antik çağlarda oluşturduğu ve geliştirilmiş diğer araç ya da nesneleri güncelleştiren ilk büyük makine olduğundan, devlet idaresi ile siyasi kontrolün metaforu haline gelmiştir. Bu alegorinin ışığında devlet spesifik bir tertibat üzerinde birleştirilmiş komuta yoluyla belirli bir yöne dümeni tutulacak bir araç olarak tahayyül edilir. Siyaset, son kertede sadece bir sanat değil aynı zamanda çeşitli araç ve tehdit tertibatlarının kontrolü kadar, onları kullanmada gereken uzmanlığa erişimin kontrolünü içeren bir tekniktir de. Devleti oluşturan bakanlıklar, idari ve siyasi birimler, geminin ana yapısını oluşturan şaft, dingil ve dümen gibi muhtelif yapılarla son derece benzerdir.
Gemi metaforu Platon’un tartışmasından bugüne, Erdoğan ve 6’lı Masa örneğinde olduğu üzere, canlıdır. Özellikle ‘yönetim/kontrol’ bağlamı ile de son derece önemlidir. Kontrol, bir devletin her şeyidir. Burada başlayan telaş ‘kontrol’dur ve Erdoğan ona atıf yapma ihtiyacı hissediyor. Devlet denen aygıtın pratik işlevleri olan yönlendirme, hükmetme, zapt etme gibi edimleri bu yolla sağlar. Kontrol pratiği içermeyen bir devlet mekanizması düşünülemez. Çünkü kontrolü elinde bulunduran, gerçekliği kendi iradesine göre belirleyecektir. Bunun gemide karşılığı dümeni eline almaktır.
Platon’a geri dönecek olursak;
Platon devlet yönetimini bir çeşit sanat mertebesinde ele alıyordu. Uzman olan, bilen, özellikle yönetim alanında yetkin olanların işi olarak kodluyordu. Hasta olduğumuzda gideceğimiz kişi nasıl belli ise yönetim de söz konusu olduğunda bunun altını dolduracak mercilere gidilmesi gerekirdi. Sanat alanları ve bu alanların sanatçıları varsa, her şeyi ilgili alanda onu uzmanına bırakmak rasyoneldir diyen Platon, bilginin yetersiz olduğu yerlerde demokrasiyi işlevsiz görür. O halde devlet yönetimini de filozoflara bırakmak lazımdı, filozof krallara. Çünkü onlar yönetim alanında uzmandır, bilgedir.
Gemi örneğinde olduğu üzere Platon özü itibariyle demokrasinin karşısında konumlanır. Hocası Sokrates’in demokrasi nefreti (yürüttüğü tartışma çok önemli tabi) de meşhurdu.
Bugün de bir demokrasi paradoksu yaşıyoruz, doğru. Demokrasiyi kullanarak faşizmin yaratıldığı, seçimlere inandığımız ama seçim yoluyla gelenin yönetim anlamında totaliter karakteri ile yüz yüze kaldığımız bir süreç bu. J.Ranciere’nin deyimi ile ‘demokrasi nefretini’ tam da demokrasi içinde yaşamak, derin bir çıkmaz. Yine Platon’un Devlet’inde, sekizinci bölümde, oligarşiden özgürlük isteğiyle doğan demokrasinin ilginç bir şekilde köleliğe nasıl yol aldığını gösterme çabası da var. Bölümde geçen diyalogta demokrasiyi yıkan şeyin, onun en büyük değer saydığı, doymadan arzuladığı şey olan ‘özgürlük’ olduğu söylenir ve “özgürlüğe susamış devletin başındakiler içki sunmasını bilmeyen sakilere döndüler mi, demokrasi alabildiğine hürriyet içip sarhoş olur. Halkı yönetenler her yola girmesini beceremez, istenen özgürlüğü veremez olunca, halk onları suçlandırır, hain diye, oligark diye cezalandırır” şeklinde temellendirilir.
Antik Yunan’dan gelinen 21.yy’a demokrasi tartışmaları çok farklılaştı. Fakat otoriterler açısından mesele ve çerçeve çok değişti denemez. Gemi metaforundan bildiğimiz bir demokrasi çıkmadığı, çıkmayacağı açıktır. Fakat Erdoğan’ın bugün gemi üzerinden tartışması tam da onun demokrasi nefreti/çıkmazı ile açıklanabilir mi? Bunu açıklamak son derece mümkün ve bu benzetme üzerinden tartışmanın açılmasını da tesadüfi bulmuyorum. Zaten 6’lı masa hemen ‘Titanic’ ile karşılık verdi. Gemi ve yönetim konusu Erdoğan’ın yönetim anlayışına ne kadar yakın ise 6’lı masanın iddia ettiklerinden de bir o kadar uzak. Haliyle söylem açısından tuzak kuruluyor ve altılı masa da atlıyor.
Halkları yok sayan ve geleceği bir geminin idaresi, sevki üzerinden gören anlayışın bizlere vereceği tek bir şey yok.