Tarım Kanunu’nda yapılacak olan bu olası değişiklik, 16 yıldır uygulanan yanlış tarım politikasını -tarımın çökertilmesini- değerlendirme olanağı veriyor
Abdullah Aysu
“Tarım Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı”nın son aşamaya geldiği haberleri paylaşıldı. Değişikliğin paylaşılan bilgileri üzerinden ne getirir ne götürür, Türkiye tarımına katkısı olur mu, olmaz mı? Gelin birlikte bakalım.
Seçim mi geçim mi?
Mübah süreçli bir seçim dönemine girdik. Partilerin seçim stratejisi akla hayale gelmeyen, “tekinsiz” taktiklerle resmi geçit yapıyor. “Seçim mi, geçim mi?” tekerlemesinin geçim kısmı, seçimi sıkıştıran mengene durumunda. Geçimin yanı sıra hak, hukuk, adalet vagonları da raydan çıkalı epey oldu. Ama “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi dönüp dolaşıp herkese dokununca; hak, hukuk, adalet, herkes için geçim sorununu burun farkıyla geçti. İşte 2022’nin 2023’e devrilme ramağında Türkiye’de ahval böyle. Ama kurt (şirketler) bulanık havada yol almayı sever.
Gelen yıl gideni aratmasın
Evet. Ahval böyle de gelen yılın geçen yılı aratmaması gerekir ki, yeni sene iyi olsun. Ancak çiftçi için ufukta iyi ve yeni bir şey pek gözükmüyor. Yeni yılın hemen ilk deminde karamsar olmayalım, ama ufukta beliren Tarım Kanunu’ndaki değişiklik tasarısının içeriği geçmiş yanlış tarım politikalarının yekününü aratacak nitelikte. Meraklısına, değiştirilmek istenen yürürlükteki Tarım Kanunu’nun tarih ve sayısını buraya bırakayım.
Kanun Numarası : 5488, Kabul Tarihi : 18/4/2006
Yayımlandığı Resmî Gazete Tarih: 25/4/2006.
Şimdi Tarım Kanunu’nda olacak olası değişikliğe bakalım.
Tarım Kanunu değişikliği
Tarihinden de anlaşılacağı gibi kanunu çıkaran AKP hükümeti, değiştirecek olan da yine AKP hükümeti… Tarım Kanunu’nda yapılacak olan bu olası değişiklik, 16 yıldır uygulanan yanlış tarım politikasını -tarımın çökertilmesini- değerlendirme olanağı veriyor. Başka bir deyişle, Tarım Kanunu’nun doğru uygulanmaması nedeniyle kuzunun (çiftçinin) kurda (şirketlere) nasıl yem edildiğini değerlendirme, görünür kılma fırsatı sunuyor. Yapılmak istenen değişikliğin tek iyi yanı bu. Bu da ne kadar insanın ilgisine mazhar bilmiyorum! Ama çok olmadığı kesin.
Adım adım ilerleyelim
Önce değiştirilmesi düşünülen Tarım Kanunu’nun amaç maddesine bakalım. Amaç: madde 1- “Tarım sektörünün ve kırsal alanın, kalkınma plân ve stratejileri doğrultusunda geliştirilmesi ve desteklenmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi ve düzenlemelerin yapılmasıdır.” Amaç ne kadar güzel değil mi? Ancak hükümet kanunun amaç maddelerinin bazılarını eksikli uyguladı. Mesela Tarım Kanunu’ndaki 21. maddenin eksikli uygulanması bunlardan bir tanesi. Ancak bu eksikli ödeme çiftçileri özel bankalara mecbur etti. Bankalar da her üretim sezonunun nihayetinde üreticileri bu sayede rendeden geçiriyor. 16 yıldır, hükümet, çiftçi, banka ilişkisinde durum böyle. Bu yanlış uygulama halini buraya vidalayalım. Şimdi Tarım Kanunu’nda yapılacak değişikliklere gelelim.
Yapılması olası değişiklikler
a- Çiftçilerin üreteceği ürünler Bakanlıkça belirlenecek. Belirlenen ürün ve ürün gruplarının üretimi için çiftçiler bakanlıktan izin alacak. İzin almayanlara ağır cezalar uygulanacak.
Tarımsal üretimde planlama kuşkusuz çiftçi ve ülke gıda güvencesi için önemli ve gerekli. Fakat tarımda planlama, yukarıdan aşağı olmaz. Başka bir deyişle, tarımı zapturapt altına alma yöntemi planlama değildir. Hele cezai yaptırımlarla gerçekleştirmeye kalkmak yanlışın üzerine yanlışla gitmek olur. Çünkü tarımda planlama öncelikle katılımcılık gerektirir. Ayrıca tarımsal planlamanın ana kriterleri doğa, doğanın belirleyicisi olduğu tarım ve beslenme kültürüdür. Bunlar esası teşkil eder. Yapılan planlamanın uygulanması da cezai yaptırımlar yerine destekleme musluklarını planlanan ürünün üretilmesinden yana döndürmekle olumlu sonuç alınabilir. Bunlar da yetmez; uygulama zora dayalı olmayan, özendirici, gönül rızası temelli olmalı. Ayrıca seçilen/planlanan ürünler hakkında bilgi desteği verilmeli. En önemlisi de planlamanın demokratik olmasına özen gösterilmeli. Ancak bu tarz planlama, ülke ekonomisi ve çiftçi ile tüketici yararına olur. Aksi durum, yani yukarıdan aşağı, ceza ile “hizaya getiren” planlama yöntemi antidemokratik olduğu kadar ülke ekonomisi, çiftçi ve tüketici yararına olmaz. Olsa olsa küresel tarım ve gıda şirketleri çıkarına hizmet eden bir planlama olur. Yani çiftçileri serf-köle arası bir konuma taşır.
b- Bakanlıkça belirlenen ürünleri çiftçiler ancak sözleşmeli olarak üretebilecek.
Küresel bir dünyada yaşadığımız iddiasıyla birtakım politikalar belirleniyor. Dünyadaki geçer akçe sistem, “serbest piyasa” deniyor. Ancak bu genel piyasa Türkiyeli çiftçiler için hak olarak görülmüyor. Çiftçiler üretecek, ama ürettiği ürünü piyasada serbest biçimde özgürce sat(a)mayacak. Tohumunu ekmeden önce bir sahip (şirket) bulacak. Bulursa ekebilecek, bulamazsa ekemeyecek. İşte çiftçiler “serf ile köle arası” bir yere konumlandırılıyor, demem bundandır. Bu 21. yy.’da Türkiyeli çiftçilere reva görülen sahipli (efendili) üretme ‘özgürlük’ tarzı(!) bir başka önemli durum da şudur: Bilindiği üzere Türkiye tarımının yapısı küçük ölçekli ve çok miraslı. Böylesi bir yapıda şirketlerin tarım ve gıdayı tamamen kontrollerine alabilmelerinin tek yolu çiftçileri sözleşmeli tarıma mahkum edebilmeleriyle mümkündür. Çıkarılacak bu yasayla çiftçilere sözleşmeli üreticilik mecburiyeti getirilmesi Türkiye tarımının ihtiyacı değil, üreticiyi şirkete mahkum kılmaktır. Burada sorun üreticiyi sözleşmeli üreticilikle şirketlere eller havada teslim etmekle bitmiyor, Türkiye’nin tarım ve gıdasının kontrolünü tümden şirketlerin belirleyiciliğine terk etmektir. Toplumun karnını çiftçiler değil şirketler doyursun demektir. Bu yanıyla Tarım Kanunu’nunda yapılması düşünülen değişiklik, Tarımda Milli Birlik Projesi ile Tarım Bakanlığını Semerat Holding’e devretme girişiminin yeni formatlanmış halinden başka bir şey değil. Dolayısıyla sözleşmeli üreticilik Türkiye gıda politikasında ciddi, telafisi güç bir makas değişikliğidir. Türkiye tarım gerçekliğinin 90 derece tersi bir durumdur.
c- Desteklemeler Çiftçi Kayıt Sistemi yerine Bakanlıkça belirlenen kayıt sistemleri ile verilecek.
Çiftçilerin desteklemelerle ilgili yaşadığı sorun hangi kurumun kayıt tutması ile ilgili olması veya olmaması değil. Sorun; desteklemelerin Tarım Kanunu’nun 21. maddesinin öngördüğü oranda verilmemesi; eksik ödenmesi. Bir diğer sorun ise eksik verilen bu desteklerin bile bir yıl geç ödenmesi ve çiftçinin ihtiyaç duyduğu dönemde verilmemesidir. Bu yanlışın düzeltilmesi gerekir! Çünkü yönetenlerin bu alandaki “görev kusuru” çiftçileri banka kredilerine muhtaç ediyor, borç batağına batırıyor. Banka kredilerine bağımlı kılıyor. Ürün fiyatı maliyet altında veya çok az üstünde belirlendiği için üretici banka borcunu ödeyemez duruma düşüyor, çiftçiliği terk etmek zorunda bırakıyor. Destekleme kayıtlarını kimin tutacağından çok desteklemelerde adaletin nasıl sağlanacağı önemli.
d- Lif, tohum ve sap üretimi ile tıbbi amaçlı kenevir yetiştiriciliği, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın iznine tabi olacak. Üretim kotasını Cumhurbaşkanı belirleyecek.
Bu madde tarım için yapısal bir sorun giderme önceliğine sahip değil. Yarar derecesine göre karar verilecek bir durumdur.
e- Üst üste 2 yıl ekilmeyen tarım arazileri Bakanlıkça kiraya verilecek.
Toprağın boş bırakılması doğru değildir. Ancak şu anda Türkiye’de 3 milyon 500 bin hektar arazi işlenmemektedir. Bu ölçekte toprağın boş bırakılmasının nedenini öncelikli olarak ele alıp araştırmak, sorunu çözmek sorumluluk sahibi hükümetlerin görevidir. Hükümet bu sorunu belirleyip çözmek yerine çiftçinin ekmek teknesi olan toprağını elinden almak, bir başkasına kiralamakla sorun çözülmez. Çiftçinin üretme hakkına saldırı olur. Başka bir deyişle, yapılan bu kiralama hamlesi çiftçinin derdine merhem, yani üretimi devam ettirme işlevi görmez. Üreticinin toprağı ile bağını koparmak, kendi toprağına ve mesleğine yabancılaştırmaktır. Tarım Kanunu’ndaki bu değişiklik ile aslında çiftçilere ait toprakların şirketler tarafından bedelsiz kontrol edilmesinin yolu asfaltlanmak isteniyor.
Evet. Gelelim Tarım Kanunun meşhur eksikli uygulanan 21. maddesi ne diyor bir bakalım.
MADDE 21- “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde (1) birinden az olamaz.”
Toprağın boş bırakılmaması, işlenmesi öncelikli olmalıdır. Bunun için tarıma verilecek destek oranı, kanunun öngördüğünü asgari olarak kabul etmektir. Asgariden fazla olabilir, ama daha az asla olmamalı! Verilen desteğin çiftçiye değil, üretime, yani bütün bir topluma verilmiş olduğu önkabulüyle gıda bağımsızlığına, dolayısıyla ülke bağımsızlığının önemsendiği işareti olmalıdır.
1980’den bu yana hükümet olanların hepsi güneşin penceresini çiftçilere hep kapalı tuttular. Pencere açılmadan renkli umutlar beslenemez ama değil mi? Ancak 1980’den bu yana iktidar olan tüm partiler tarımın tahribatını öncelediler. Bunca uyarılara karşın üretime destek verilmeyiş nedeni açıklamaya muhtaçtır. İç dinamikler mi, dış dinamiklerin etkisiyle/belirleyiciliğiyle mi eksikli uygulandığının bilinmesi bu halkın hakkıdır. Dış dinamiklerce belirlendiği inancı yaygın bir kanı çünkü. Bu da hükümetlerin belirlediği ve uyguladığı tarım politikalarının meşruiyetini tartışılır kılmaktadır. Demem odur ki; Tarım Kanunun’daki bu değişiklik tasarısı çiftçilerin az bir güneş gören penceresini tümden kapatma hamlesidir, denilebilir. Yine de şuraya bir umut bırakayım. Yarınlar güzelliklere de gebe. Daha geç olmadan daldaki ürünü umuda dönüştürecek politikalara şiddetle ihtiyaç var.