HDP, cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayını açıklayacağını ve kendi adayıyla seçime gireceğini deklare ettikten sonra adeta devletçi siyaset kanadında yer yerinden oynadı. İktidar kanadında olanlar sessiz bir şekilde ellerini ovuştururken, muhalefet kanadında olanlar feryat figan ediyor. Herkesin kendine göre bir HDP beklentisi var. Oysaki defalarca ifade edildi, HDP ne iktidarın faşizan politikalarına teslim olacak bir partidir ne de sistem muhalefetinin iktidar değirmenine su taşıyıcıdır. HDP açısından mevcut iktidar bir toplum güvenliği, sağlığı sorunudur ve mutlaka yenilgiye uğratılması gerekmektedir. Özellikle son sekiz yıl, HDP’nin saray rejimine karşı yürüttüğü amansız mücadelenin örnekleriyle dolu. Bu mücadele sürecinde en fazla bedel ödeyen parti yine HDP oldu. Öyle bir bedel ki, HDP’yi dünyanın en büyük cezaevi örgütlerinden ve yine dünyanın en büyük sürgün örgütlerinden birisi haline getirdi. İçinde bulunduğu zor koşullara rağmen sadece demokratik direnişin değil, demokratik çözümün ve tek adam rejiminden kurtuluşun reçetesini de sundu, sunuyor. Bunun için salt AKP-Erdoğan karşıtlığıyla sınırlandırılan muhalefet anlayışına sürekli eleştirel yaklaştı. AKP-MHP rejiminin değiştirilmesinde ortaklaşabiliriz ama sistem değiştirilmedikçe rejim değişikliğinin güncel bir psikolojik rahatlamadan öte bir şey ifade etmeyeceğinin altını sık sık çizdi.
Esasında HDP ile Cumhur-Millet İttifakları arasındaki temel farklılık da burada yatıyor. Cumhuriyet’in resmi tarihi, iktidar değişimlerinin demokratik bir değişimden ziyade müesses nizamın değişmezliğiyle sonuçlandığı örneklerle dolu. Koca yüz yılın “değişim” hikayesi adeta şu: birinci yüzyılın ilk yıllarındaki tek adam rejiminden ikinci yüzyılın başlarındaki başka bir tek adam rejimine… Yüz yıl boyunca iktidarlar devrildi, iktidarlar kuruldu ancak değişmeyen tek şey demokratikleşmeyen, katılımcı, çoğulcu olmayan bir sistem. Tıpkı günümüzde olduğu gibi tarih boyunca resmi iktidarlar ve resmi muhalefetler arasındaki ortak payda, resmi paradigmayla bir sorunlarının olmamasıydı. Hatta ulus devletçi sistemin sürdürülmesine hizmet, varlıklarını korumanın en temel mutabakat maddelerinden birisiydi. Böylece Türkiye’deki tüm sistem partileri devletin bekasını öncelerken; yurttaş, devlet karşısında sürekli taviz veren bir kulluk aralığına hapsedildi. Devletçi siyasetler “daha çok devlet daha az toplum” anlayışından yola çıkarak topluma ve onun sorunlarına yabancılaşırken, iktidar ve bürokrasi üreten aygıtlara dönüştüler.
Karşısında HDP’nin de üzerinden yükseldiği demokratik-devrimci gelenek ise “daha çok toplum daha az devlet” ilkesiyle bugünlere kendini taşırabildi. Özü itibariyle bugünlerde seçim tartışmalarının gölgesinde gözden kaçan ya da kaçırılan da sistemin “devlet toplumu” hedefiyle sistem dışı muhalefetin “devlet dışı toplum” mücadelesi arasındaki tarihsel karşı karşıya geliştir. Tam da bu noktada Altılı Masa bileşenlerinin HDP’yi yok saymaları eleştirileri üzerinde durmak gerekiyor. Tamam iktidarı anladık, kendi iktidarının önünde en büyük tehlike olarak gördüğü için HDP’ye siyasi soykırımı dayatıyor. Peki, bu siyasi soykırım karşısında adeta üç maymunu oynayan Altılı Masa’yı nasıl yorumlayacağız? Gerçekten muhafazakâr, milliyetçi oylardan olmamak için mi sessiz kalıyorlar? HDP ile aralarına bu kaygıyla mı mesafe koyuyorlar? Elbette hayır. Bu “kayıtsızlık”, iktidara gelebilmeleri için “mecburen” sessiz kalma haliyle ilgili değil. Altılı Masa, salt iktidardan daha fazla oy almak için dincilik ya da milliyetçilik yarışına girmiyor. Devletçi egemenlik ve sistemsel devamlılık ancak ve ancak milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve iktidarcı politikalarla mümkün. Resmi paradigmayla uyumluluk, bu politikaların devamlılığını gerektirir. O nedenle iktidarın HDP’ye yönelik saldırıları karşısındaki “muhalif tutumsuzluk”, iktidar eliyle toplumsal muhalefetin tasfiyesinden memnuniyetin ifadesidir. Ve bu memnuniyetin kaynağında devletin varlık kodları yatmaktadır. Hedefinde ise başta Kürtler olmak üzere on yılların demokratik devrimci mücadelesinin içerisinde yoğrulmuş, demokrasi ve özgürlüğün teminatı olan örgütlü halklar vardır. Bilmektedirler ki kaya gibi sağlam bu kitle aşındırılmadığı sürece her geçen gün ulus devletçiliğin sınırları daralacak, demokratik ulusçuluğun sınırları ise genişleyecektir. O nedenle hedefleri nettir: Öncü siyasal yapıları tasfiye et, öncüsüz kalan kitlesini de devletçi partilere pay, devlete kul et. Amaç bu olunca iktidarından muhalefetine, sistem partilerinin aralarında devletçi kodlar itibariyle bir fark olduğundan bahsedemeyiz; tersine işbirliği söz konusudur.
Dolayısıyla HDP’nin kendi adayıyla seçime gireceğini gündemine almasını iyi anlamak gerek. Bu çıkış, Altılı’sından Cumhur’una; toplumun ve toplumsal muhalefetin etrafındaki devletçi kuşatmaya karşı bir huruç harekatıdır. Bir özgürlük çıkışıdır. Bu özgürlük çıkışı, HDP’nin bir çözüm gücü, bir dönüştürücü güç olduğunun da göstergesidir. Çünkü HDP’nin halkların demokratik iradesine bağlılığının bir gereği olarak “özgürlük politikası” iddiası vardır. Kimse HDP’den bu iddiasından vazgeçmesini beklemesin. Çünkü bir HDP var HDP’den içeri. Ne demektir bu? On yılların demokratik-devrimci mücadelesinin toplumsal birikiminin ve politik bilincinin zemininde kendisini var eden bir HDP gerçekliği demektir. HDP; bu birikime, bu bilince kulağını kabartıyor ve bu gerçeğe saygılı davranıyor. İşte en karşıtının bile hakkını temsil ettiği “en politik, en bilinçli seçmen HDP seçmeni” olgusu, bu tarihsel-güncel hakikatten doğuyor. Şimdilerde bu “en politik kitle” olgusunu kabul edip de bu politik bilinci yaratan gerçeklikle yüzleşmeyenler, inkârcılık tarihine yeni inkâr halkaları eklemeye çalışıyorlar.
HDP’nin sözcüleri, eş genel başkanları yıllardır bu gerçeğin altını çiziyorlar ve o nedenle “HDP bir dükkân değil ki kapatasınız” diyorlar. 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’li milyonların bilinçli ve disiplinli tavrını hâlâ kavrayamamış ya da kavramak istemeyenlere tekrardan hatırlatalım: HDP’nin politikalarını, demokrasi mücadelesinde ve özgürlük direnişinde her şeyini vermiş, binbir bedel ödemiş milyonların ortak aklı, bilinci ve feraseti belirler. İşte bu demokrasi ve özgürlük karakterli HDP’li milyonlar, yıllardır inatla, ısrarla şu çağrıyı yapıyor: Savaş-işgal politikalarının, emek sömürüsünün, doğa talanının, patriarkanın, inanç hegemonyasının karşısında bizler duruyoruz, sizler de durun. Durun ki faşizm kaybetsin, halklar kazansın, hep birlikte kazanalım. Durmakla da kalmayın, demokratik ilke ve programlar etrafında geliştirilen çözüm arayışlarımıza katkı sunun. Sunun ki Oligarşik Cumhuriyet yerine Demokratik Cumhuriyet’i hep beraber ikame edelim. Bizim gerçeğimizle de artık yüzleşin. Yüzleşin ki faşizmin hepimizi boğmak istediği karanlık sulardan, hepimize hayat verecek Kürt barışına doğru kulaç atın. Korkmayın, bir kere de toplumsal barış için yürüyün. Ha bu arada! Yürüdüğünüzde Gemlik’e doğru denizi göreceksiniz, sakın şaşırmayın…