KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar ile iki Paris katliamını, Avrupa’daki suikastleri ve arka planını konuştuk: Gladyo kesiminin bu işte bilgi sahibi olduğu ve Türk gladyosu ile ilişkide olduğu yönünde kanaatim var. Türkiye ve Fransa gladyosunun işbirliği yeni değil
Nezahat Doğan
10 yıl önce Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez katledildi. Kürt sorunu ve barış için müzakerelerin olduğu dönemde gerçekleştirilen bu organize suikastin üstü kapatılmışken 23 Aralık’ta ikinci Paris katliamı yaşandı. Bugün ulus-devletlerin Kürtlere karşı yürüttüğü politikalar göz önüne alındığında; katliamın yapılma şekli, zamanı ve dosyaya gizlilik kararı getirilerek hukukun işletilmesinin engellenip, üzerinin kapatılmak istenmesi, “Neden Fransa?” gibi pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Devletlerarası ilişkilerde hangi güçlerin devrede olduğunu ve hangi pazarlıkların yapıldığını da sorgulatıyor. Bu sorgulamayı Paris Katliamı’nın 10. yılında her iki katliamı da yakından takip eden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar ile konuştuk.
Sakine Cansız suikasti ve Paris katliamlarının çözüm sürecine karşı yapılmış bir komplo olduğunu vurgulayan Zübeyir Aydar, saldırıların Türkiye ve Fransa gladyosunun ortaklaşa eylemi olduğunu belirterek, ikinci yüzyılda Kürtleri yok etme planının devreye girdiğini ifade ediyor. Aydar, bugün yeni suikastlerin ve saldırıların yaşanacağı endişeleri olduğunu dile getiriyor ve ekliyor; İmralı kapılarını açabilirsek ölümlerin önünü alabiliriz, savaşı durdurup çözümü ve barışı da getirebiliriz.
*10 yıl önce, çözüm sürecinde gerçekleştirilen Kürt kadınları ve Kürt kurumlarına yapılan saldırıyı ve Paris Katliamı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında hedef yönetim düzeyindeki arkadaşlarımızdı. 9 Ocak’ta yapılan saldırıda da Sakine Cansız sıradan bir hedef değildi. PKK’nin kuruluş kongresinde yer almış yirmi iki kişiden biriydi. Hedef alınmasının karşı taraf ve bizim açımızdan da bir anlamı var. Sakine Cansız’ın görevi ne olursa olsun, o dönem mücadele çizgisi, kuruculardan biri olması, cezaevindeki duruşu, kadın hareketi içindeki yeri, mücadele içinde bugüne kadar gelişi onu hedef yaptı.
*Hedef sadece o muydu?
Hayır! Özellikle daha çok yönetimin hedef alındığı, fakat Sakine’nin öne çıktığı bir katliamdı.
*9 Ocak Katliamı çözüm sürecinin başladığı bir dönemdi. O zamanki siyasal iklimle karşılaştırıldığında bugün çok daha keskin bir dönem mi yaşıyoruz? İki dönem arasında süreç nasıl gelişti?
Oslo süreci 2011 yılı yazında tıkandı. Türk devleti zaman kazanmaya yönelik karar almıştı, samimi olsaydı o süreçte çözebilirdi. Oslo süreci 2006 başlarında dolaylı, 2007’de yüz yüze görüşmelerle başladı. Çok zaman vardı, isteselerdi çok rahat çözebilirlerdi ama 2011 seçimlerinden sonra da Tayyip Erdoğan kendisine göre alabileceğini almıştı. O dönem plan yapılarak Sri Lanka modeli devreye konuldu. 2011’de, hareketin yönetiminde olan 54 kişilik liste yapıldı ve basına da yansıtıldı. O isimleri tasfiye edebilirsek biz bu işi bastırırız mantığıyla hareket edildi. Bu 54 kişilik listenin bir kısmı da Avrupa’daydı. 2012’de savaş çok şiddetliydi. Sonuç alamayıp farklı ihtiyaçlar ortaya çıkınca yeni bir çözüm süreci anlayışıyla beraber bir planlama da yürüdü. İmralı’daki görüşmelerin resmi olması 2012’nin sonlarındadır ve milletvekili heyetinin ilk gidişi 3 Ocak 2013’dür. Tayyip Erdoğan’ın bu meseleyi açıklaması da 2012’nin sonlarındadır.
*Tam da işte bu dönemde, 9 Ocak’ta Paris Katliamı yapılıyor. İç içe mi planlandı?
O dönem ikisi at başı gidiyor. Belki birileri elini çabuk tutmuş olabilir.
*Kimdir o birileri, kimler devreye girdi?
Şöyle ki; ortaya çıkan belgelere göre yapılanların hiçbiri Tayyip Erdoğan’ın dışında değil, sıradan ve tesadüf değil, her şey onun bilgisi ve onayı dâhilinde yapıldı. Bu devlet içerisinde “birileri yapıyor, birileri karşıdır” olayı değil, hepsi merkezi bir biçimde planlanan şeylerdir.
*Burada amaçlanan neydi? Ne yapılmak istendi? Bugün ne yapılıyor?
Amaç çok açık ve net! 2015’te İmralı süreci sonlandırılana kadar -ki o dönemde de çözüm amacı yok, zaman kazanma vardı- “Acaba biz Kürtlere bir şey vermeden ellerindeki silahı alabilir miyiz?” anlayışı vardı. Yani aslında sorun Kürtlerin elindeki silahtır. Yoksa bir çözüm ve Kürtlerle birlikte eşit vatandaşlık temelinde yaşama dertleri ve arayışları yoktur. “Biz bunların elindeki silahı nasıl alabiliriz ve eski statüde nasıl tutabiliriz,” dediler ve çözüm arayışları bunu gerçekleştirmek içindi. Bu başarılamayınca da savaşı daha fazla yayma niyeti geldi ve nitekim 2015’te İmralı görüşmeleri kesildi. Bu kesintiden sonra her şey beklenebilirdi. Birileri çok fark etmeyebilir ama İmralı kapıları kapandığında bunun karşı taraftaki yansıması ölümdür, zulümdür, savaştır, saldırıdır. Önce o kapı kapatıldı, ardından 24 Temmuz’da Lozan’ın yıldönümünde büyük bir saldırı yapıldı. Bunun da anlamı vardı: “Biz sizi yok edeceğiz” demekti. Lozan’ın bu sene yüzüncü yılını yaşıyoruz, Kürtlerin yok edilme anlaşmasıdır, bizim açımızdan ülkemizin ölüm fermanıdır. Onlar da zaten öyle değerlendiriyorlar. 24 Temmuz 2015’te saldırıyı başlattılar. Bu saldırı tek başına gerillaya yönelik değildir. Bu saldırının bir ayağı da içerde siyaset yapanlara yöneliktir.
İçerde susturma; dışarıda her türlü tekniği kullanarak, kimyasal silahlarla, savaş suçu niteliğinde olan silahları da kullanarak gerillaya yönelik savaş; Rojava’ya yönelik işgal ve tasfiye girişimi, örgütün üst düzey kadrolarına yönelik suikast girişimleri; dronlarla Şengal’den Maxmur’a, Rojava ve Güney Kürdistan’a yapılan suikast saldırıları bunun bir parçasıdır. Tamamen tasfiyeye yöneliktir. Bunun bir ayağı da Avrupa’dır. Tabi Avrupa; Türkiye, Suriye ve Irak kadar kolay olmadığı için farklı örgütlenme ve yapılanmalara ihtiyaçları var.
*Nasıl bir yapılanma oluşturuluyor, nedir kastettiğiniz?
Avrupa’ya dronlarla gelip saldırı yapılamayacağı için suikast timleri oluşturulup, ona uygun insanların bulunup istihdam edilmesi lazım. O ilişkilerin de devletler içinde yaratılması gerekir ki başarı ile yürütülebilsin.
Ben 10 yıl önceki olayı kendime göre hukuki yani avukatlar ve farklı kesimlerle takip eden biriyim. Tek başına tabi ki Fransa ile sınırlı değil. İçinde benim de olduğum bazı arkadaşlara yönelik Belçika’da da benzer örgütleme yapıldı. Almanya’da uğraşıldı, listeler yayınlandı.
*Neden bu suikastlerin merkezi Paris?
Ben şunu görüyorum: Türkiye ve Fransa gladyosunun işbirliği yeni değil. Bütün bu gladyonun hepsinin birbirleriyle NATO çerçevesinde zaten ilişkileri var. Ama Fransa ile özel bir ilişki var. Bu ilişki bana göre 1980’lerde özel bir durumla oturtuldu. O dönem Asala öncülüğünde Ermenilerin Türkiye’ye karşı saldırıları vardı. Asala’nın aktif olduğu ülkelerin başında Fransa geliyordu. Çünkü Fransa’da ciddi bir Ermeni nüfus var. Asala’nın birçok militanı Fransız vatandaşıydı. O dönemde Türkiye Fransa’da oturan ülkücü mafya Abdullah Çatlı’yı kullandı.
O dönemde iki gladyo bir araya geldi ve Türkiye gladyosunun Fransa’daki eylemleri devletin himayesi, gözetimi ve oluruyla yapıldı. Abdullah Çatlı’nın başında olduğu grup Marsilya operasyonu diye operasyonlar yaptılar. Fransa’da bombalar patlatıldı, bazı insanlar infaz edildi, fakat Fransa’da kimsenin yakalandığını duymadık. Yaşananlar derin devlet ilişkilerinin sonucudur.
Asala liderinin ve yöneticilerinin öldürülmesiyle bir süre sonra kendisini fesh etti. Fakat iki Gladyo arasındaki ilişki kaldı. Avrupa için de Kürtlere yönelik kararlar alındığında, “Biz Avrupa’da da Kürt liderlerini infaz edebiliriz” dendiğinde hazır ilişki vardı. Bu ilişki canlandırıldı ve tekrar devreye girdi.
2013’teki katliamda fail olarak Ömer Güney ismi vardı. Gizlilik kararıyla dosyanın üstü kapatıldı mı? Arka planında neler ortaya çıktı? İki saldırı arasında bir bağ var mı?
İki saldırı da birbirine benziyor. Bir tek kişiyle sınırlı kalındı. Dava dosyasında, Ömer Güney’in pasaportu var. Türkiye’ye giriş çıkışları var. Ellerinde Ömer Güney’in Türkiye ile görüştüğü telefonlar var ve karşı taraftaki MİT’tir. Ömer Güney’in MİT’in çalıştığı seyahat acentesinden kendisine alınan biletler var. Cemaat ve AKP’nin mücadelesinde belgeleri ortaya çıktı, ses kayıtları var. MİT belgesi yayınlandı, orada Kaynak ve Lejyoner diye iki isim var. Kaynak, eylemi yapacak kişi Ömer Güney’dir. Lejyoner’in kim olduğu çıkarılıp deşifre edilmedi.
*Kimdi o Lejyoner ?
Bana göre adı Zekeriya Çelikbilek… Fransa’da kalıyor, bu işin arkasındaki isimlerden biridir. Brüksel davasından biliyorum kendisini. Bütün bu bilgilere rağmen dosya tek kişi ile sınırlı kaldı. Devletlerarası ilişkilerden ötürü Fransa’da, Paris’te dava açılması istenmedi. Dava bir kişiye karşı açıldı, bu kişinin hastalığı biliniyordu, duruşma da ölüm tarihine göre ayarlandı.
*Brüksel Davası ve Zekeriya Çelikbilek bağlantısı?
Brüksel’de, benim de ve Remzi Kartal’ın da içinde olduğu bize yönelik bir suikast planlandı. Biz bir biçimde duyduk, Brüksel polisi ile paylaştık, onlar önlem de aldılar. Zekeriya Çelikbilek’in de içinde olduğu bir grup gelip bizim binamızın etrafında keşif yaptı. Bunlar polis kayıtlarında var. Onların telefon konuşmaları da var. Buna rağmen o kişiler gözaltına alınıp bırakıldı. Paris davasındaki hâkim ve emniyet görevlisi geldiler şahit olarak benim ifademi de aldılar. Brüksel’de federal poliste avukatın beyanıyla resmi ifade verdim, bu bilgileri onlara da açtım, iddialarımı orada da sürdürdüm. Ama Zekeriya Çelikbilek sorgusu geçiştirilmiş. Brüksel ile ilgili olayda da merkez Fransa’dır. Suikast girişimi Fransa’dan organize ediliyor. Neden Fransa olayı burada da çıkıyor? Asala dönemindeki ilişkilerden…
Paris davasındaki dosyada farklı bir bilgi daha var. Ruhi Semen diye bir isim. Almanya’da kalıyor ve Ömer Güney’i cezaevinde ziyaret eden bir isim. Belgelerden anlaşılıyor ki o da MİT elemanı. Ömer Güney onun aracılığıyla “adını şu an tam hatırlayamadığım ama dosyada adı var, abla” diye birisine hitap ediyor; “Ben ona güveniyorum, o bu işi halledebilir” diye ve bir kaçış planı yapıyor. Hastaneden nasıl kaçacağını, ne kadar silah gerektiğini, nasıl olması gerektiğinin krokisini de yapıyor. Fransa polisi konuşmaları görüşmede dinliyor, kayıt altına alınıyor. Ruhi Semen’i çok fazla soruşturmuyorlar, otele bir baskın yapıyorlar sonra bırakıyorlar. Almanya’da evine polis baskını yapılıyor, krokiler ele geçiyor. Ömer Güney’e firar girişiminden dolayı dava açılıyor fakat tek sanıklı… Ruhi Semen yok içinde. Ona dava açılmıyor.
*Biraz daha açar mısınız? Gizlilik kararı yok mu?
Evet, on yıldır gizlilik kararı var bu dosyada. Bu dosyada belgelerin yanı sıra iki MİT elemanı 2017’de Süleymaniye’de gerillalar tarafından yakalandı. Bunların sorgusu var. Bu sorguda Paris’teki suikaste ilişkin bilgiler veriyorlar; Ömer Güney ile kim ilgilendi, kim bu işi yaptı, MİT içinde kim organize etti, bundan dolayı kim terfi etti… Hepsi ifadelerinde var. Bu ifadeler Fransa’daki dosyada da var. Ama buna rağmen bu dosya kapatılmak istendi. Avukatlar müracaat ettiler, bir soruşturma devam ediyor ama on yıldır gizli.
*Bu gizlilik neden? Kim faydalanıyor?
Bu iki devlet arasındaki anlaşmadan ötürü gizlidir. Çünkü o dosya açıldığında hem Fransa’nın bazı makamları için iyi olmayabilir, hem de Türkiye için. İşte bütün bundan dolayı tam on yıl oldu bu gizlilik sürüyor.
Bu son olay da on yıl önceki olayın başka bir versiyonudur. Bu son olayda bir kişi bulunmuş. Biz biliyoruz; devletlerin suikastler yapmak için mafya ile, farklı kiralık kesimlerle nasıl işler yaptıkları bellidir.
*Dosyanın içeriğinde neler var. Bazı bilgiler olduğu da yansıtıldı “sonra açıklayacağız” denildi. O bilgiler nedir?
Henüz dosyaya tam olarak ulaşamadık. Bu olaya ilişkin biz de kendimize göre araştırıyoruz. Bu girişim tek başına Paris’le sınırlı değil. Farklı yerlerde de bu tür girişimler oluyor, bazı duyumlar alıyoruz, ondan dolayı elimizde bilgiler var. Bazı şeyleri netleştirmeden de açıklamak doğru olmaz. Başka yerlerde de şüpheli durumlar var. Netleştirmek lazım. Paris benzeri saldırıların olabileceği yönünde bilgiler var. Biz de tedbir alıyoruz, bize birileri diyor ki “tedbirinizi alın”. Birileri bir organizasyon oluşturmuş, Paris merkezinde suikast yapılmış, üç şehit, üç yaralı var ve bu şehitlerden biri KCK Yürütme Konseyi Üyesi’dir. 34 yıldır Kürdistan özgürlük hareketi içinde hedef olan biriydi, DAİŞ ile olan savaşta ön saflarda savaşmış bir kadın hedef alınmış. Fail için, “yabancılardan hoşlanmıyor, ırkçı saiklerle gitti Kürtleri hedef aldı, öldürdü,” diyorlar. Irkçı bir saldırı olduğunu söylüyorlar. Bu bize mantıklı gelmiyor. İfadesinde de, “Ben Kürtlerden neden nefret ediyorum? Çünkü Suriye’de DAİŞ ile savaştılar, yakaladılar, öldürmediler cezaevine koydular” diyor. Şimdi birileri bizim buna inanmamızı istiyor ama buna inanmak için saf olmak lazım.
*İki saldırıda da aynı profil mi var?
Bu kişi olaydan 11 gün önce cezaevinden tahliye edilmiş… Peki, on gün içinde nasıl bu kadar mermi buldu, Kürtlerin yerini keşfetti. DAİŞ’ten nefret eden biri DAİŞ ile savaşta yaralanmış birini hedef alıyor ve ilk kurşunu ona sıkabiliyor. Bu çok tesadüfi bir şey değil. Olayın gelişimine baktığımızda derneğin kapısında vurmuş Evîn’i, sonra Abdurrahman ve Mîr Perwer’i vuruyor. Evîn arkadaşı önce göğsünden vuruyor, sonra gidiyor tekrar başına kurşun sıkıyor ölsün diye. Sen Kürtlerden nefret ediyorsan, niye derneğin içine girip hepsini kolaçan etmedin? Hedef belli… Vurunca geri gidiyor.
Burada hedefin gösterildiği, fotoğrafların ve bilgilerin olduğu, bu kişinin tek başına hareket etmediği, lojistik kısmının var olduğu, arkasında birilerinin olduğu ve bilgilerin verildiği kanaatindeyiz. Bu daha önceki gibi Ankara merkezlidir. Sakineler katledildiğinde, Ankara açıklama yaptı “bizim alakamız yoktur, kendi iç hesaplaşmalarıdır” dedi. Şimdi de “kriminal biri bulundu, bizimle ne alakası var, yabancılara yönelik kin ve nefretten dolayı bir saldırıdır” dedi. Olay açık ve net! Bu kişi cezaevinde kimlerle kaldı? Nasıl bir motivasyon gelişti? Babası, “oğlum cezaevinde değişti” diyor. Çıktıktan sonra kimlerle ilişkisi vardı? Nasıl hareket etti? Bütün bunların araştırılması lazım.
Fakat bu konuda rahat değilim! Ben Fransa devleti içindeki tüm kesimlerin yaklaşımının aynı olduğunu söylemiyorum. Ama gladyo kesiminin bu işte bilgi sahibi olduğu ve Türkiye gladyosu ile ilişkide olduğu yönünde kanaatim var. Mevcut Fransız hükümeti bu konunun ne kadar içinde? Kendi içlerinde de farklı düşünenlerin ve bir iç mücadelenin olduğunu düşünüyorum.
*Bu dosyada da gizlilik kararı var. Burada da aydınlatılmama ihtimali var mı? Bu nasıl bir sürece evrilir?
Bir önceki dosyada tecrübemiz ortada; tek sanıkla sınırlandırıldı. Ama bu dosyanın da Ömer Güney dosyası gibi tek faille kapatılmak istenmesi çabası var.
Kesinlikle bu işin içinde yer alan kesimler aynı şekilde tekrarlamak isteyecektir. Bu işin içinde Türkiye ve Fransa gladyosu olduğu kanaatim var. Hakikatin ortaya çıkması ve adaletin sağlanması için ciddi mücadele vermemiz gerekiyor. Biz de bu olayın tüm detaylarıyla ortaya çıkması için elimizden gelen çabayı göstereceğiz.
*Avrupa’daki Kürtlere, kurumlara, kadınlara karşı yapılan saldırılar ile önümüzdeki seçim sürecini birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda Türkiye’yi yöneten zihniyet, 1925 Şark Islahat Planı kodlarıyla hareket eden bir zihniyettir. Şark Islahat Planı, Kürt jenosidinin yazılı halidir. Biz öyle görüyor ve öyle kabul ediyoruz. Kürt varlığı ve değerlerlerini ortadan kaldırma arayışıdır. Bu Rojava’da, Kuzey’de, Güney’de, Rojhilat’ta ve Avrupa’da da böyledir. Bu zihniyetle her Kürdün mücadele etmesi lazım. Tüm Kürtler hedeftedir. Herkes öyle görmeli, “bana dokunmuyor” değil, herkese dokunacak. Ön saflar yok edildiğinde arkadakilere sıra gelir. Şimdi eğer arkadakilere saldırmamışsa, farklı kesimlere saldırmamışsa; bu ön saftakilerin direnişinden dolayıdır. O yüzden ön saftakilerin direnişini herkes daha fazla güçlendirmeli, sahip çıkmalı ve arkasında durmalıdır. Bu zihniyet bir bütün olarak Kürdü yok etme çabası ve kararlılığını zaten açıkladı. Biz de bu anlayışı bilerek mücadele edeceğiz. “Bu işi bitiriyoruz, bitireceğiz” diyorlar ama mücadele büyüyerek devam ediyor. Bu bir parti mücadelesi değil bir halk mücadelesidir. 50 milyon nüfusu aşan bir halk ve potansiyel, bu kadar büyük tecrübe ve 50 yıllık mücadele, bu kadar yaratılmış değerler varken güçleri yetmeyecek, hüsrana uğrayacaklar.
Bu halk bir yerde boşluk yaratılsa da doldurabilecek potansiyele, bu hareket de her yönüyle saldırıları savuşturacak tecrübe ve imkânlara sahiptir. İnanıyorum bu halk başaracak.
*Tecridin ağırlaştırılmasını bu yaşananlarla bağlantılı mı görüyorsunuz?
İmralı kapıları kapatıldığında bu dışarıya ölüm olarak yansır. 2015’te İmralı kapıları kapatılmamış olsaydı bu kadar ölüm ve yıkım yaşanmayacaktı. Türkiye ekonomisi berbat durumda olmayacaktı. Çünkü bütün imkânlar savaşa yatırıldı. Refah içerisinde bir ülke yaratma imkânı daha fazla olacaktı. Bu anlamda tecride karşı durmak önemlidir. İmralı’nın kapısının açılması hepimizi, Türkiye’de yaşayan herkesi ilgilendiren, demokrasiden, insan haklarından yana olan, özgür bir yaşam, refah ve barış isteyen herkesi ilgilendiren bir arayıştır. Bu yönüyle üzerine daha fazla gitmemiz lazım. 2023’ü tecridin kırıldığı, özgürlüğün yaşandığı yıl haline getirmemiz lazım. İnanıyorum İmralı kapılarını açabilirsek ölümlerin önünü alabiliriz, savaşı durdurup çözümü de barışı da getirebiliriz. Başkaları 2023 yılını yıkımımız ve yok olma yılımız olarak ilan ettiler. Biz de bu yılı başarı ve özgürlük yılı olarak ilan ediyoruz ve bunu başarmak için de mücadelemizi sürdüreceğiz.
*Zübeyir Aydar’ın derdi ne?
E vallahi ben, gözümü açtığımda, kendimi bildim bileli haksızlığın yaşandığı bir ortam gördüm. Ezilmenin ve hor görülmenin yarattığı bir ortam gördüm. Kendimi bildim bileli buna karşı mücadele edilmesi gerektiğine inandım. Ben inkâra, zorbalığa, asimilasyona, yok edilmeye karşı direnen biriyim, bunu da kendime dert ettim.
Kişisel olarak çok rahat kendi başına bir yaşam kurabilirdim. Fakat kendimi hep görevli hissettim. Bu zulme karşı mutlaka birileri direnmeli, bu direnişçilerin safında yer almalı… Ben öyle gördüm, öyle inandım, öyle yaşadım, öyle de yaşıyorum…