Yazının başlığı için, iradi süreçlerden çok karşı konulmaz görünen doğa olaylarına işaret eden bu sözleri seçmemin, daha doğrusu yazının kendisine bu başlığı yakıştırmasının belli ki bir anlamı var.
Zamanın hızlanması dediğimiz şey, insan algısıyla ilgili olsa da, içinde devinip durduğumuz zamanın müdahale edemediğimiz, sersemletici bir akışa dönüşmesi halinin bu yazıyı baştan sona kat eden bir izlek olduğunu anlatıyor olmalı yazının kendisine seçtiği başlık.
Ayaklarımızı bastığımız yerin sallandığını hissederiz. Zaman her zamanki gibi doğrusal değildir, atlamalarla, sıçramalarla, kopmalarla bizi de peşinden sürükleyerek akıp gider. Günü yarın izlemez. Bir şeylere yetişmeye çalışırız. Hareket ettiğimizi sanırız ama aslında donup kalmışızdır.
Yeni yıl itibariyle girdiğimiz süreç hakkında, birçok siyasi analiz-görüş okuyoruz. Benim söyleyeceklerim içinde bulunduğum siyasi pratiğin elverdiğince, belki bazı veçheleri ihmal eden kısmi değerlendirmeler olacak. Daha çok kendime notlar diyebiliriz.
İlkin hiçbir siyasi güç ve yapının, hangi anlaşılır-haklı gerekçelerle olursa olsun bugüne kadar durduğu yeri muhafaza edemeyeceğini söylemek yanlış olmaz. İçinde bulunulan süreç herkesi hareket etmek, hamle yapmak, durduğu düzlemi, kısa ve uzun vadeli hedefini yeniden gözden geçirmek zorunda bırakacak.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ana bileşeni diyebileceğimiz HDP’nin kapatılması ihtimalinin güçlendiğini görüyoruz. Başka seçenekler olsa da bu aynı şey olmayacak.
Genel olarak örgütlenmelerimizin zayıf, siyasi kadroların yetersiz ve motivasyonsuz olduğunu söylemek herhalde haksızlık sayılmaz.
İktidarın seçimi kazanmak için “her şeyi” yapabileceğini, bu “her şeyin” en akıl almaz, en öngörülmeyen, en mümkün görünmeyen durum ve olgularla dolu olduğunu artık sade vatandaş bile biliyor.
Ancak halkın aktif biçimde katılması halinde güvenceye alınabilecek seçim sürecinde solun (birçok nedenle) sokağa çağırma gücünün zayıf olduğu da malûm. Aynı şeyi Newroz gibi özel günler dışında aslında HDP için de söyleyebiliriz.
Buna rağmen önümüzdeki zaman süresince ağırlıkla örgütsüz ve bizim çağıramadığımız kesimlerin sokağa dökülmesi mümkün. Bunlar tıpkı iradesine sahip çıkmak için Saraçhane’ye akanlar gibi en sade taleplerle orada olacaklar. Fakat en sade talep bile tarihle, bu topraklardaki mücadele birikimiyle, solun emeğiyle tıka basa dolu olacak. En sade talepler, en radikal dönüşüm arzularını bağrında taşıyacak. Burada Rosa Lüksemburg kulağımı çınlatıyor: Kitleler aslında kendi liderleridir, diyalektik olarak kendi gelişim süreçlerini yaratırlar.
Madem bu bir notlar bütünü, notlara devam edelim. Kendi durumumuz dahil, siyasi güçlerin durumu ve pozisyonlarını, stratejik akılla bir çıkış yolu önermeden dile getirmek, şikayet etmekten başka anlam taşımıyor ve motivasyonsuzluğu artırıyor.
Altılı masa-Millet İttifakı’nın düzenin bir seçeneği olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok. Hiçbir düzen oluşumunun sermaye ve derin devlet denilen, devletin şiddetle muhafaza edilen beka müesseselerinin en azından bir kesimiyle uzlaşmadan iktidar olması mümkün değil. Yüzleşme gibi, demokratik anayasa gibi, barış gibi hedefler ancak biz bu talepleri baştan aşağı siyasi ve toplumsal süreçler olarak örebilirsek hayat bulabilir.
Altılı masa bizim dikkat alanımıza tek adam diktatörlüğüne karşı muhalif bir duruşu temsil ettiği, faşizmin giderek kurumsallaştığı bir süreçte buna engel olmanın bir olanağı olduğu ölçüde giriyor. Dolayısıyla siyasi mücadele düzleminde hiçbir güç dizilimini göz ardı edemeyeceğimiz gibi onu da göz ardı edemeyiz.
Demokrasi güçlerinin, solun stratejisi, sürecin ihtiyaçlarını kavramaktan uzak, en kibar tabiriyle katılımcılık ufku olmayan, aslında halkı kendine tehlike olarak gördüğü için sokaktan uzak tutmaya çalışan bu oluşumu da yönlendirici hamleler yapmak olmalı. Altılı Masa’nın iktidarın bütünlüğünü ve duruşunu bozma yolundaki hamlelerine karşı zayıf, kendi iç çatışmalarıyla meşgul olduğu görülüyor. Süreç içinde daha da bocalaması, varlığını korumakta zorlanması mümkün. Müesses nizama dokunmadan, kenarından geçmenin mümkün olmadığını Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi, bütün uzantıları ve bağlantılarıyla birlikte ortaya koyuyor. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın olası hareketlenmesini pozitif sonuç yaratacak şekilde yönlendirmek de demokrasi güçlerine düşüyor.
“Aşağıda”, tabanda seçim sürecini güvenceye alacak bir sinerji yaratmak hayati önemdeki bu aynı zamanda siyasi kadroların motivasyonsuzluğunu aşmak için de gerekiyor. Bunu henüz başaramadık. Gücümüzü ve aklımızı masa başı tartışmalardan, milletvekili hesaplarından çok toplumun, sürecin dinamiklerinin kaynayan köpüren bağrında bir ortak hareketin yaratılmasına vermek yalnız seçim sonuçları açısından değil, seçim sonrası için de elzem.
İçinde bulunduğumuz özgün zamanı elimizdeki imkânlar, mevcut durumun gerçekçi bir analizi, bizim dışımızdaki siyasi güçlerin dizilimi ve öngörülebilir hamleleriyle birlikte değerlendirmek, elimizdeki imkânlarla maksimum sonucu alabilecek adımlar atmak gerekiyor.
Uzun vadeli hedefleri, nihai hedefi bir an aklımızdan çıkarmadan, kısa vadede bize hareket alanı açacak adımları keşfetmek ve atmayı başarabilmek önemli görünüyor. Bunun için gerekli ortak akıl henüz ortaya çıkmadıysa da, yaratabildiği ölçüde, yeni hareket alanları farklı dinamikleri farklı imkânları açığa çıkarabilir.
Gücümüz bizim hissettiğimizden fazla, bu herhangi bir güç değil, tarihle, emekle, mücadele birikimiyle yoğrulmuş bir güç. Kendi gücümüzü azımsamak, atacağımız adımları kısıtlayıp ufkumuzu daraltabilir.
Siyasi mücadele hangi koşulda olursa bildiği doğruyu söylemekten ve yapmaktan ibaret değil, doğrunun zamanın özgün koşullarının rengini ve sesini almaya, hayatın içine kıvrılmaya, çöreklenmeye, hamurunu yeniden şekillendirmeye ihtiyacı var; eğer tümden yok olup gitmek istemiyorsa…