“Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır. Herkes, (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne) aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkına sahiptir.”
Hepsi bu kadar. İçinde yaşadığımız uygarlığın değer ve ilkelerini tanımlayan ve tüm üye devletlerin tanıdığını ilan ve diğer ülke ve devletlerle ilişkilerinde uymayı taahhüt ettiği en önemli evrensel sözleşme olan “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin “eşitlik” ilkesinin gerçekleşmesine dair 7. maddesi ölçüyü böyle çekiyor.
Burada kilit sözcük: Herkes. Herkes, Dil Derneği sözlüğünde kitabî ifadesiyle “İnsanların tümü” demek, gündelik dildeki anlamı daha da güzelmiş: “Olur olmaz kimseler, önüne gelen!..” Devletin sözlüğü Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre de herkes, “İnsanların bütünü, cümle âlem” demek. Bu lafa gelince söylemesi kolay, ama gerçekte içe sindirilmesi ve ayak uydurulması her zaman o kadar kolay olmayan bir ilke.
Düşünsenize, “herkes eşit” der demez, “olur olmaz herkes” ile eşitlenmeyi kabul ettiğinizi: Kuyunuzu kazan rakipleriniz, sizi kazıklayan satıcı, kırmızı ışıkta durmayıp arabasını üstünüze süren şoför, tuttuğunuz takımın penaltısını vermeyen hakem, ücretinize zam yapmayı reddeden patronunuz, söz geçiremediğiniz öğrencileriniz, vb., vb… Özetle çıkarlarınız, tercihleriniz, beklentileriniz ve değerlerinizle çatışan herkesin de sizinle eşit haklara sahip olduğunu kabullenmeniz, her zaman sizi ferahlatmayabilir, sizi mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığınız duygusuna ulaştırmayabilir, ama gene de buna razı olmanızın bir karşılığı var. Bu soyut ilke, toplumsal çatışmalarla dolu binlerce yıllık deneyimin ürünü. Gerçekte eşit olmayan bireylerin “yasa karşısında eşitlenmesi”, eşitsizliği doğuran koşullar baki kalmakla birlikte toplumun “herkesin herkesle savaşı” durumundan devletin hakemliğinde bir mütareke haline geçişe rıza göstermesi demek. “Hukuk devleti”, “insan hakları” ve “demokrasi”nin uygarlığın ortak kabulü haline gelmesi ebedi bir didişmedense bu mütarekenin mümkün mertebe uzatılması için en elverişli siyasal ve hukuksal donanımı sunuyor olmasıyla ilgili.
Örneğin, kadınlarla erkeklerin yasa önünde eşit kılınmaları ve “hayatın olağan akışı”nın böyle olduğunun kabulünün gerisinde kadınların yedi bin yıllık köleliğe karşı durup dinlenmeden süren isyanlarının eseri olduğunu bilmiyor olabilir miyiz? Üstelik bu isyan dinmiş değil. Hayat “olağan olarak” henüz her yerde ve her zaman böyle akmıyor, bu soyut “yasa önünde eşitlik” ilkesinin -örneğin İran’da, Afganistan’da- kadınlar açısından uygulamaya sokulması bir yana, hukuka içerilmesi için bile kadınlar, mecbur kılındıkları ölümcül bir kavgayı dünyanın gözleri önünde sürdürüyor.
Aynı şey, egemen heteroseksüellikten gayri cinsiyet kimliklerine, cinsel yönelimlere, toplumsal cinsiyetlere dahil sayan milyonlarca insan için de geçerli. Dünya ölçeğinde sürdürülen bütün araştırmaların gösterdiği gerçek, küresel nüfusun yaklaşık yüzde yirmisinin kendisini, erkek-kadın ikiliği içinde tanımlamayı reddettiği halde bu gerçekliğin yasal bir ifadeye bürünmeyişi ya da heteroseksüel olmayanların mevzuatta “herkes” tanımının dışına çıkarılma girişimleri, 20. yüzyılın ikinci yarısında cinsiyet kimliği temelinde patlak veren canhıraş bir mücadeleyi gündeme getirdi.
İktidar bloku, kapitalist modernliğin çelişki ve eşitsizlikleri altında bunalan geniş toplum kesimlerinin rızasını üretmekte tökezledikçe giderek artan bir alarm duygusuyla onların demokratik modernliğe yönelişinin önünü kesmek üzere İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın “hukuk devleti”, “insan hakları” ve “demokrasi” üzerine kurulu “sosyal mütareke”sini sona erdirerek “herkesin herkesle savaşı”nın önünü açmak üzere “eşitlik” ilkesini havaya uçurmaya yöneliyor.
AKP’nin Anayasa değişikliği teklifi bu “eşitlik” ilkesinin havaya uçurulmasına rıza üretmek için önyargı ve korkuların kışkırtılmasının kaldıracıdır. Müslüman kadınların başörtüsüyle de ailenin kutsallığı ile de ilgili değildir. Müslüman kadınların başlarını örtüp örtmemeleri kendi tercihlerinin konusudur. Ailenin heteroseksizmin kalesi olmadığını anlamak içinse dünya nüfusunun en az yüzde 20’sini oluşturan LGBTQI+ bireylerin heteroseksüel kabuller üzerine kurulu ailelerin çocukları olduğunu idrak etmek yeter de artar.
İktidar bloku Anayasa’yı havaya uçurma gücüne henüz sahip değil. Ona bu gücü bilim ve demokrasi dışı kaygılarla “eşitlik” ilkesinin yıkılmasına yol açacak olanlar verebilir ancak.