Kürt kimliğini özgürlük temelinde savunmak, bu dönemin en zorlu gerçekliklerinden biridir. Dün çok zordu, bugün daha da zordur. Bütün saldırı ve ablukaya rağmen halkımızın demokrasi, eşitlik ve barış talebi geriletilememektedir
Tayip Temel*
Kuzey’deki bir yıl
Özellikle 2015’te çözüm sürecinin sonlanmasıyla birlikte Kuzey Kurdistan, tarihinin en kapsamlı ve en derinlikli saldırı ve tasfiye konseptlerinden biriyle karşı karşıya kaldı. Kürt direniş dinamiği o günden bugüne kadar bir taraftan kazanımları koruma mücadelesi verirken bir taraftan da örgütlülük alanını genişletme mücadelesi yürütmektedir. Son bir yıl içerisinde başta Newroz ve 8 Mart olmak üzere birçok eylem ve etkinlikte bütün baskı ve engellemelere rağmen yüzbinlerce insan alanlara inerek irade beyanında bulundu. Öbür taraftan 2022 yılında mücadeleye damgasını en güçlü vuranlar kadınlar oldu. Cinsiyetçiliğe ve erkek egemen iktidar yapılarına karşı Hakkari’den Edirne’ye kadar kadınlar sokakları ve alanları büyük bir direniş göstererek doldurdular. Özellikle HDP’nin Olağan Kongresi’nde, düzenlenen bütün bölge konferanslarında ve il ilçe kongrelerinde savaşa, yoksulluğa ve tecride karşı üçüncü yolun ve demokratik ittifakın önemi temel gündem olarak ortaya çıktı. Her kongre ve konferans aynı zamanda bir kararlaşmanın ve irade beyanının ilan sahasına dönüştü. Gemlik Yürüşü, Savaş Karşıtı Mitingler ve Adalet Nöbetlerinde aynı şekilde halkların savaşa karşı barış ve demokrasi talebi en üst perdeden dillendirildi. Sokak başta olmak üzere yaşamın her alanının bu denli militarize edildiği ve kolluk şiddetinin gündelik hayatımızın bir rutini yapılmaya çalışıldığı bir siyasal iklimde kadınların, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin ve inanç gruplarının büyük direnişine tanıklık ettik. İktidarını sürdürmek için Türkiye tarafında sürekli karşıtlık ve çatışma üzerinden bir siyaset kuran mevcut iktidar milliyetçi kitleleri tahkim etmek için ‘ülkenin bekaası’ yalanına sarılırken Kurdistan’da özel savaşın bütün aygıtlarını devreye koymaktadır. Kronik yoksulluğun inanılmaz düzeylere çıktığı Kürt coğrafyasında bir taraftan yargı ve kolluk ile toplumu tamamıyla siyaset dışına itmeye çalışan, öbür taraftan yaşam kültürünün parçalanması için her türlü mekanizmayı devreye koyan bir devlet gerçekliği vardır. Kürt kimliğini özgürlük temelinde savunmak, bu dönemin en zorlu gerçekliklerinden biridir. Dün çok zordu, bugün daha da zordur. Çünkü devletin Kürt gerçekliğine yaklaşımı sürekli yüz değiştiriyor. Kendini sürekli yeniliyor. Devlet, egemen sisteme tamamıyla angaje olmuş, içi boşaltılmış ve sadece bireysel haklara indirgenmiş bir Kürtlük yaratmak için yıllardır türlü türlü manevralar geliştirmektedir. Bize düşen de buna denk düşecek, dönemsel değil uzun erimli bir siyasal strateji geliştirmektir. Bütün bu saldırı ve ablukaya rağmen kendi iradesine ve kendi yaşamsal tercihlerine her koşulda sahip çıkan halkımızın demokrasi, eşitlik ve barış talebi geriletilememektedir.
Federe Kurdistan
Güney işgali Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve bütün Kürt kazanımlarını tasfiye girişimdir. Kurdistan Federe yönetiminin bu operasyonlar karşısındaki tutumunu üzüntüyle takip ediyoruz. Kürtlerin haklarını savunmak bütün Kürtlerin asli görevidir
Federe Kurdistan Bölgesi’ne düzenlenen operasyonların tarihsel arka planını doğru görmeden bugün yaşananları doğru tahlil etmek mümkün değildir. 1925’lerden itibaren Kurdistan bölgesini Takriri Sükun, Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal ile yeniden dizayn etmeye çalışan devlet aklı, Kürtleri bir yüz yıl daha statüsüz bırakarak yeniden belirsiz bir alana sıkıştırmak istemektedir. Güney işgalini sadece iktidarın Neo-Osmanlıcı emperyal arzularıyla da açıklayamayız. Tüm bu saldırı girişimleri, Ortadoğu’da yepyeni bir yaşamın mümkün olduğunu dünyaya ilan eden Kürt Özgürlük Hareketini ve bütün Kürt kazanımlarını hedef alan tasfiye girişimdir. İktidarın bugün Kürt meselesinin barışçıl yollarla çözümü yerine şiddeti ve savaşı tercih etmesinin kökeninde hem devletin yüzyıllık kurucu kodları hem de iktidarın kendine zafer hikayeleri yaratarak ayakta kalma taktiği yatmaktadır. Kürt sorununa inkar, ret, güvenlik eksenli, konjonktörel, dönemsel ya da seçim hesapları üzerinden bakan iktidarların tümü sorunu çözemedikleri için çözüldüler ve esameleri bile okunmuyor bugün. 1980’lerin ortalarından itibaren Güney Kurdistan’a yönelik onlarca kez büyük ve kapsamlı operasyonlar düzenlendi. Devlet, ülke sınırları içerisinde çözülebilecek tarihsel ve kapsamlı bir sorunu kendi sınırlarının dışındaki bölgelere operasyonlar düzenleyerek çözmeye çalışmaktadır. Bizler parti olarak Kurdistan Federe Bölgesi yönetiminin bu operasyonlar karşısındaki tutumunu üzüntüyle takip ediyoruz. Kürtler arası çelişkileri derinleştirmek için incelikli yöntemler kullanan küresel güçlere ve bölge devletlerine karşı Kürtlerin kazanılmış haklarını savunmak bütün Kürtlerin asli görevidir. Defalarca denenmiş ve sonuç vermemiş yöntemlerde sürekli ısrar etmek, sorunu çözmeye çalışan bir aklın değil, sorunu araçsallaştırmaya çalışan bir kurnazlığın sonucudur.
Rojhilat’taki isyan ve etkileri
İran’da bugün yaşanan şey aslında bastırılmış olanın ve inkar edilenin geri dönüşüdür. Kadınların öncülüğünde gelişen son direniş, çoklu bir hakikatin isyanıdır. Diğer parçalarda yaşayan Kürtlerin gözü, kulağı, kalbi Rojhilat Kürtlerindedir
İran genel olarak tarih boyunca bünyesinde çok farklı kültürleri ve inançları barındırmış, derin tarihsel geleneği ile kendini sürekli domine etmiş ve Doğu kültürünün en önemli sembollerinden biri haline gelmiştir. İran devletinin konfederal ya da özerk tarzda örgütleneceği yerde ulus devlet tarzında yukarından örgütlenmesi ve özellikle 1979 Devrimi’nden sonra aşırı baskıcı ve totaliter bir karaktere bürünmesi, yaşanan büyük isyan dalgasının temel sebebidir. İran’da bugün yaşanan şey aslında bastırılmış olanın, görmezden gelinenin ve inkar edilenin tekrardan geri dönüşüdür. İran toprakları tarih boyunca halkların, ezilen sınıfların, farklı inançların otoriter ve baskıcı iktidarlara karşı sürekli isyan ettiği bir direniş coğrafyasıdır. Sadece 1979 Devrimi öncesi İran genelindeki devrimci mücadelenin çapına bile baktığımızda o toprakların ne kadar büyük bir devrimci potansiyel barındırdığını rahatlıkla görebiliriz. İnsanların yaşam tarzına direkt müdahaleyi esas alan mevcut rejim ile İran’ın sosyolojik ve kültürel karakteri tıpkı Türkiye’de olduğu gibi birbiriyle uyuşmamaktadır. Bu uyum sorunu, Rojhilat bölgesinde Kürtlerin yüzlerce yıllık ulusal talepleriyle birleşince Rojhilat bölgesini de tarih boyunca bir direniş sahasına dönüştürmüştür. Kadınların öncülüğünde gelişen son direniş, bir nevi tektipleştirilmeye çalışılan çoklu bir hakikatin isyanıdır. İran ve Rojhilat toprakları erkek egemen zihniyetin kendini en çok var ettiği coğrafyalardan biri olmakla birlikte tarihsel olarak kadın direnişinin en güçlü olduğu yerlerden biridir.
Rojhilat, Xanê Çengzêrîn’den Qazî Muhammed’e, Qasimlo’dan Şerefkendî’ye kadar uzanan uzun bir tarihsel direniş silsilesinin ana yurdudur. Burada elbette niyetim, bölgeler arası devlet terörünün şiddet oranını kıyaslamak değildir fakat Rojhilat’ta devletin uyguladığı şiddet, diğer bölgelere kıyasla çok daha acımasız ve vahşicedir. Rojhilat’ta yaşananların Rojava hariç diğer parçalara yansıması maalesef çok cılız olmuştur. Bu durum, Kuzey ve Güney’in içerisinde bulunduğu öznel tarihsel koşulların bir sonucudur. Öbür türlü diğer parçalarda yaşayan Kürtlerin gözü de kulağı da kalbi de Rojhilat Kürtlerindedir.
Rojava’nın gücü
Rojava saldırısının temelinde devletin iki ayrı refleksi yatmaktadır. Birincisi, bütün dünyaya örnek olabilecek eşitlikçi, yatay ve demokratik bir yaşamı inşa eden Rojava’nın ideolojik karakteri, diğeri ise Rojava Devrimi’nin Kürtlük karakteridir
Kuruluş felsefesi yekpare bir ulusal birlik olan devlet, dünyanın neresinde olursa olsun Kürt halkının en küçük kazanımını bile kendine tehdit olarak görmektedir. Ülkeyi boydan boya olağanüstü hal ile yönetmelerinin, kayyum uygulamalarının, yoğun gözaltı ve tutuklamaların, kolluk şiddetini sokağa bu kadar yaymalarının temel sebebi Türkiye ve Kurdistan’da toplumsal muhalefeti tamamıyla tasfiye etmektir. Rojava saldırısının temelinde devletin iki ayrı refleksi yatmaktadır. Birincisi, bütün dünyaya örnek olabilecek eşitlikçi, yatay ve demokratik bir yaşamı inşa eden Rojava’nın ideolojik karakteri, diğeri ise Rojava Devrimi’nin Kürtlük karakteridir. Söz konusu ikili karşıtlık devletin bugün bütün Rojava sahasını asli düşmanı olarak görmesini sağlamıştır. Kendine yedekleyemediği bütün yapıları tasfiye etmeyi esas alan bir strateji üzerinden ilerleyen devlet, siyasal ve bölgesel koşullara göre küresel güçlerden belli oranlarda onay da almaktadır. Küresel güçlerin göçmen fobisi ve bölgesel çıkarları koalisyon güçlerinin dönem dönem Rojava alanına karşı gelişen saldırılara kayıtsız kalmasını beraberinde getirmektedir. Tüm bunlara rağmen orada direnen halklar gerçekliği vardır. Efrîn işgaline kadar bütün Suriye topraklarının en güvenilir yeri olan Rojava’da istikrarsızlık yaratmak, sürekli çatışma ve çelişkiler üzerinden o bölgeyi devre dışı bırakmak ve Rojava Kuzey sınırın tam ortasına 30 km’lik yeni bir Arap Kemeri oluşturmak devletin stratejik hedefidir. O topraklarda DAİŞ vahşetine karşı tarihin en güçlü devrimci direnişlerinden birini sergileyen Kürtlere bütün insanlık alemi doğalında borçludur. Kadın öncülüğünde yaratılan yeni yaşamı korumak sadece o topraklarda yaşayan insanların değil dünyadaki bütün feministlerin, sosyalistlerin, ekolojistlerin ve demokrasiye inanan insanların görevidir. Bununla birlikte dünyadaki bütün Kürtlerden yükselecek bir itiraz, söz konusu saldırı ve tasfiye konseptini boşa çıkaracak en güçlü bariyer olacaktır.
*HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı