Fransa’da Ahmet Kaya Kültür Merkezi’ne gerçekleştirilen saldırı ve sonrasında yaşanan sokak olayları gündemde. Olay fiziken Paris’te geçmiş olsa da aslında orta yerimizde yaşandı. Hem hedefin Kürtler olması hem de daha önce de benzer organizasyonlarla suikastların yaşanmış olması olayı haricî olmaktan çok dâhilî kılıyor. Saldırı sonrasında gerçekleştirilen eylemlere getirilen tepkinin içerdiği şiddet bizim buralarda epey tartışıldı. Özellikle şiddet içeren protestolara getirilen eleştiri evlere şenlikti.
Hedefin Kürtler olması ve saldırganın eylemine bir biçimde göz yumulmuş olması, üstelik halen bağlantılarını bilmiyor olmamız birçok soru işareti doğuruyor. Görünüşe göre yetkililerce açıklanan biçimiyle “hasta” bir saldırganın “engellenememiş” bir saldırısından fazlası var arka planda.
Barbarlık ve medeniyet
10 yıl önce yaşanan suikastlar da dikkate alındığında Fransa’nın orta yerindeki saldırılar orada yaşayan Kürtlerin öfkeli bir refleks göstermelerine yol açtı. Tartışma da buradan başladı. Eylemlere getirilen eleştirilerin başlıcaları kamu düzeninin bozulması, medeni Avrupa’nın Orta Doğu barbarlığıyla huzursuz edilmesi, kamu malına zarar verilmesi, şiddete başvurulması… Bu eleştirilere göre eylemler “demokratik” nitelikte olmalı, şiddetten arınmalıydı. Çünkü şiddetin Batı demokrasisinde yeri yoktu. Onlara göre geniş hak ve özgürlükler rasyonel bir akıl tarafından kurumsallaştırılıp kitlelere bahşedildiği için şiddetin bahsi geçen demokratik burjuva cumhuriyetlerinde yeri yoktu.
Liberal anlatının toplumsal ve siyasal alandaki olguları açıklarken kullandığı yöntemin en büyük zaafı muhtemelen inceleme nesnesini ele alırken onu donuk, stabil ve tarihsel bağlarından kopuk bir biçimde ortaya koymasından kaynaklanıyor. Fransız demokrasisinin geçen haftaki Paris saldırısı sonrasında aldığı hasar(!) konusundaki hassasiyet bu zaafları bir kez daha ortaya koydu.
Zorun rolü
Oysa geniş hak ve özgürlüklerin kurumsallaşmasında şiddetin belirleyiciliği merkezi konumdadır. Eski rejimin 1789’da yıkılıp yerine dört başı mamur bir demokratik cumhuriyete bıraktığı anlatısı gerçeği yansıtmamaktadır. Daha ilk kuruluş yıllarından itibaren hak ve özgürlükler sokaktaki mücadele tarafından alındı. Örneğin devrimi takip eden yıllarda iktidara gelen Jakobenlerin on ay süren “Terör Dönemi” (Eylül 1793-Temmuz 1794) tarihçi Eric Hobsbawm’a göre burjuva devriminin başarısı ve yaşaması açısından temel bir önemdeydi.
Cumhuriyet karmaşık ve çelişkili bir sürecin farklı aşamalarından geçerek kurumsallaştı. Devrim ve karşı devrim arasındaki mücadelenin 1791’den 93-94’e (terör dönemi), 1814-1830 arasındaki restorasyon dönemine, 1830 devriminden 1848 barikat savaşlarına, 1871 Paris Komünü’nden 1968 ayaklanmasına kadar biçimlendirdiği ve günümüze kadar gelen bir oluş haliydi cumhuriyet. Bu oluş hali içerisinde “zorun” rolü hem Fransız halkının mücadele yöntemlerinin her yerine sinmiş doğal bir uzantıydı. Bütün bu tarihler uzak geliyorsa 2005’teki banliyö isyanlarının şiddetine bakılabilir. Daha yakını sarı Yelekliler’in eylemleriydi.
Bütün bu tarihsel arka plan boşuna sıralanmadı. Ortada verili ve bitmiş bir demokrasi yoktu ve demokrasinin sınırlarının genişletilmesinin yolu hep sokaktan geçti. Daraltılması ise sokağın baskı altına alınmasından geçiyordu.
Sokağın sürekliliği
Burjuvazinin daha iktidara gelirken temel hak ve özgürlükler konusundaki cimriliği, şiddetin çözümcüllüğünü devreye soktu. Demokratik bir cumhuriyetin burjuvazi için en uygun yönetim şekli olduğuna dair vurgu Marksist literatürde bolca vardır. Ancak bu literatürde göz ardı edilen başka bir vurgu daha vardır: En uygun yönetim biçiminin demokratik cumhuriyet olması burjuvazinin bu yönetim biçimini doğal olarak benimseyeceği anlamına gelmez. Fransa’daki radikal sokak geleneğinin arkasında bu gerçeklik yatar. Değişimin yolunun sokak olduğu bilinir.
Kısacası tarihin bir noktasında birilerinin icat ettiği bir şey değildir demokratik cumhuriyet. Her ne kadar yenilmiş olduğu için başarısız olarak değerlendirilse de halkın 1848’in barikat savaşlarında zor yoluyla burjuvaziyi “ikna” etmesinin aslında kalıcı kazanımları olmuştur. 71 gün süren Paris Komünü’nün trajik sonu da onun yarattığı kalıcı kazanımları gölgeleyememektedir. Aylar süren 68 ayaklanması da bir hüsranla sonuçlansa da toplumsal mücadelelere yaptığı katkı halen günceldir.
Bütün bu mücadele mirası güncel bir biçimde Fransız işçi sınıfında ve onun öncülüğündeki halk hareketinde mevcuttur. Dolayısıyla hakkın verilmediğini, alındığını bilen bir bilinç kitlelerin içerisine sinmiştir. Bu bir gelenektir.
Fransa saldırısına geri dönecek olursak, başta “hasta” ve “ırkçı” olarak lanse edilen ve tedavi edileceği açıklanan katliamcının, sokak olaylarının etkisiyle bir “fail”e dönüşmesi ve ardından tutuklanması, halen karanlık birçok noktası olsa da katliam soruşturmasına sokağın elinin değmesinin bir sonucudur.