Maliye Bakanı Nebati’nin bile ‘en kötü yıl’ diye nitelediği 2022’yi geride bırakırken, savaş, beton ve rant ekonomisi artık pansumanla iyileştirilemeyecek kadar ağır durumda. Sokaklardan başlayacak direniş dışında bir olasılık bu çöplüğü temizleyemeyecek
M. Ender Öndeş
2022’nin son günleri yaklaşırken, açıklanan asgari ücret, savaş-kaos-sadaka üçlemesiyle seçimlere hazırlanan AKP iktidarının iktidarda kalabilmek için yapabileceği ekonomik ‘güzellik’lerin sınırını anlamak açısından öğretici oldu. Ne pahasına olursa olsun iktidarı terk etmeyi düşünmeyen, bunun için gerekirse seçim yaptırmamayı, hatta iç savaşı göze alabilecek noktaya kadar savrulan AKP liderliğinin, bir yandan nerede Kürt varsa orada onunla savaşmayı rutine dönüştürdüğü, diğer yandan da muhalefeti susturmaya çalıştığı biliniyor. Ancak bu hengâme içerisinde AKP’nin derinleşen ekonomik krizden ötürü iktidardan kopma eğiliminde olan kitleleri de birazcık ‘memnun’ etme çabaları da gözden kaçmıyordu. 2022’nin son ayları, bu anlamda iktidarın ‘şapkadan tavşan çıkarma’ gösterilerine tanık oldu. Ama bir süre sonra şapkadaki tavşanların da pek fazla olmadığı anlaşılmaya başlandı. AKP, klasik ‘sadaka’ politikaları gereği, örneğin sosyal yardımların çoğunu birkaç hamlede iki-üç katına çıkarırken, diğer yandan ‘konut hamlesi’ gibi yöntemleri deniyor ve ayrıca EYT gibi kronikleşmiş sorunlarla ilgili sınırlı çözümler peşinde koşuyor. Tam bu noktada, açlık sınırının altındaki 8 bin 500 liralık asgari ücret açıklaması, işte bu ‘güzellik’lerin sınırını çizmiş oldu.
İktidarın çok zorlanarak da olsa seçimden hemen önce bu konuda bir ‘hamle’ daha yapabileceği Abdülkadir Selvi gibi yandaş yazarlar tarafından ima ediliyor ama onun da durumu kurtarmayacağı çok açık. Çünkü asıl mesele, iktidarın yaşadığı durumun bir ‘çoklu organ yetmezliği’ noktasına ulaşması. Halkın yoksullaşması gerçeği, artık ufak tefek kalem oynatmalarla, enflasyondaki matematik düşüşlerle, gece yarısı kararnameleriyle ortadan kaldırılabilecek noktayı çoktan aşmış durumda.
Savaşın tahribatı
Meselenin bir ucunda kapitalizmin evrensel krizi varken, diğer ucunda 20 yıldır bütün kaynakları hortumlayan rant/beton ekonomisinin çöküşü var. Asıl çok temel mesele ise, AKP-MHP bloğunun ülkenin büyük kaynaklarını savaş harcamalarına akıtıyor olması. 2023 bütçesinde ikiye katlanarak 460 milyara ulaşan savunma harcamaları, bunun bir göstergesi ama tamamı da değil. Bütçe metninde, envanterlerde görünmeyen ama MİT’ten Suriye’deki cihatçılara kadar her yere akıtılan ‘örtülü’ milyarlar da buna eklenmeli.
Dolayısıyla, 2023’e savaşla giren ve yıl boyunca bu politikayı sürdüreceği belli olan iktidarın (kasasına giren kaynağı şaibeli milyarlara rağmen) krizin ezdiği insanları rüşvet vererek kazanma imkânları sınırsız değil.
Makyaj kurtarmayacak
Bütün bu açılardan 2023 düğümlerin çözüleceği ve 20 yıllık yıkımın sona erdirileceği bir yıl olma imkânlarını içinde taşıyor. Açıkça görülen o ki, AKP’nin sürükleyip çöküş noktasına getirdiği sömürü, rant ve yıkım düzeninin kendi içinden bir ‘düzeltilme’ olanağı yok. Bunu denemeye hevesli resmi muhalefet ise daha büyük bir kırılmayı davet edecek. Dolayısıyla, artık Türkiye ekonomisi ve siyasetinin tek şansı, emekçilerin ve yoksulların sokaktan başlayacak hareketi. Çoğu zaman ajitasyon cümlesi gibi görünen şu ünlü cümle, aslında artık bir zorunluluktan başka bir şey değil: Bu pisliği devrim temizler!
2022’de ekonominin fotoğrafı: Tahribattan çöküşe…
Sonuçta Türkiye işçi sınıfının çok büyük bölümü, çarşıda pazarda yüzde 200’leri aşan fiyat artışları karşısında yoksulluğun ötesinde en ağır koşullarda çalışmasına rağmen 2022 yılında açlığa mahkûm edildi
Özgür Müftüoğlu
Türkiye, 2021 yılına veda ederken büyük bir ekonomik ve sosyal tahribatın içindeydi; 2022’de umutlu olmak içinse pek bir neden bulunmuyordu. Özellikle Eylül ayından itibaren hükümetin artan fiyat artışlarına (enflasyona) rağmen ısrarla faiz indirimine gitmesi; dövize talebin hızla artmasına, Türk parasının da aynı hızla değer kaybetmesine (devalüasyon) yol açtı. Bir kaç ay içinde yüzde 100’e yaklaşan devalüasyon, enerjiden gıdaya hemen tüm ürünlerde dışa bağımlı hale gelmiş olan ekonomide ürün ve hizmet fiyatlarındaki artışı (enflasyonu) daha da körükledi. Aralık ayında aylık enflasyon -TÜİK verileriyle bile- yüzde 13.58’e kadar yükseldi. Merkez Bankası (MB), TL’nin değer kaybını önleyerek enflasyonu dizginleyebilmek için çareyi piyasaya yüklü döviz satışı yapmakta ve dövize yönelen yatırımların TL’ye dönüşmesi amacıyla Kur Korumalı Mevduatı (KKM) gündeme getirmekte buldu. Bu arada döviz girdisi sağlamak amacıyla kamu varlıklarının satışı da hızlandı.
MB’nın müdahaleleri, KKM, varlık satışları ve benzeri önlemler dövizin değer artışını bir süreliğine sınırlandırsa da ekonominin bütününde bozulan dengeler ve piyasaya hakim olan güvensizlik, pandemi öncesinde başlamış olan ve pandemi süresince derinleşen kriz ortamının 2022’de önü alınamaz bir boyuta ulaşacağına kuşku bırakmıyordu. AKP/saray hükümetinin kendi yarattığı kriz karşısındaki stratejisi, tıpkı 2008 krizi ve pandemi sürecinde olduğu gibi “krizi sermayenin ve iktidarının bekası için fırsata dönüştürmek” oldu.
Şov çabuk bitti
Devalüasyon ve enflasyonun sıçrama yaptığı 2021’in son ayında -Türkiye’de ortalama ücret haline gelen ve tüm ücretler üzerinde belirleyici olan- asgari ücret, 2022 yılı için yüzde 50 dolayında arttırıldı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda işçiler adına yer alan Türk İş’in önerisinin bile üzerinde olan bu artış, hükümet tarafından şova dönüştürülürken, yandaş medya tarafından da yere göğe sığdırılamadı. Oysa bu artış, ücretlerin satın alma gücünde son altı aylık reel kaybı bile karşılamıyordu ve 2022’de derinleşeceğinden kuşku duyulmayan kriz ortamında enflasyonda beklenen artış karşısında reel ücretlerde büyük bir çöküşü kaçınılmaz hale getirmişti. Öte yandan hükümetin enflasyon ve devalüasyona önlem olarak getirdiği KKM ve varlık satışları, emekçi kesimlerin derdine çare olmak bir yana halktan vergi vs yollarla toplanan kaynakların toplumun genel ihtiyaçları yerine sermayeye aktarılması anlamına geliyordu. Diğer bir ifadeyle zaten toplumda gelir eşitsizliğini arttıran, halkı yoksulluğa açlığa sürükleyen enflasyona çözüm olarak getirilen önlemler; eşitsizliği, yoksullaşmayı daha da derinleştirip yaygınlaştırmaktan ibaretti.
Sokak ve muhalefet
Muhalefetin en güçlü ayağı olan Millet İttifakının bileşenleri içinden İYİP, CHP ve DEVA Partisi ekonomik ve sosyal çöküşü, ekonominin son yıllardaki kötü yönetimine bağlarken, kendilerinin AKP’nin politikalarının temelini oluşturan neoliberal politikaları daha başarılı uygulayacaklarını iddia etmekle yetinip somut alternatif bir program ortaya koyamadılar. Krizin yaratacağı sosyal tahribatın toplumun çok geniş bir kesimi için 2022’yi kâbusa dönüştürmesine engel olabilecek tek umut, emekçi kesimlerin kendilerini yoksunluğa, yoksulluğa ve açlığa iten bu çöküş karşısında grevlerle, sokak eylemleriyle seslerini yükseltmeleriydi. Gelin görün ki gelir eşitsizliğinin derinleşmesine, yoksullaşmaya çözüm üretemeyen muhalefet, halktan gelen tepkilerin eyleme dönüşmesini engelleme gayreti içine girdi. Cumhurbaşkanı, toplumsal hareketlerin önünü almak için “Sokağa döküleceklermiş! Nereye dökülürseniz dökülün 15 Temmuz’da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz dökülün siz de aynı dersi evelallah alırsınız!” sözleriyle gözdağı vermeye çalışırken; Kılıçdaroğlu’ndan “Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok. Sandıkta gereğini yapacağız…”, Akşener’den ise “Bizde sokağa çıkın, diyen bir tavır yok!” açıklamaları geldi. Muhalefetin “halkı sokaktan uzak tutma” tavrı, AKP/saray iktidarını “krizi fırsata çevirme” konusunda daha da cesaretlendirdi.
Sendikal boşlukta işçiler
Öte yandan 2022 yılının hemen ilk günlerinde sendikal örgütlenmenin en güçlü olduğu metal iş kolunda toplu iş sözleşmelerinde sona gelinmişti ve işverenlerin teklifi, ücretleri enflasyon karşısında korumak bir yana, -asgari ücrette olduğu gibi- geçmiş dönem kayıpları bile karşılamıyordu. Metal sendikalarının işçileri yoksullaştıracak bu sözleşmelere karşı başlatacağı bir eylemlilik süreci diğer işkollarındaki emekçileri de harekete geçirebilir, halkın ekonomik ve sosyal çöküşe tepkisi üretim sürecinde karşılık bulabilirdi. Ancak üç farklı konfederasyona bağlı metal sendikaları, 130 bin işçiyi daha fazla sömürecek ve yoksullaştıracak olan toplu iş sözleşmesini imzaladılar.
Üye sayısı ve maddi mücadele olanakları yüksek olan sendikalardan beklenen ama gelmeyen tepki, üye sayısı son derece düşük, toplu sözleşme yetkisi dahi bulunmayan, maddi olanakları zayıf olan sendikalardan geldi. Yurtiçi Kargo, Yemek Sepeti, Trendyol, Farplas, Alpin Çorap, Migros depo işçileri ve daha birçok iş kolundan birçoğu örgütlü dahi olmayan işçiler bu sendikaların öncülüğünde gerçekleştirdikleri iş bırakma eylemleriyle kendilerine dayatılan ücretlere ve çalışma koşullarına karşı direndiler ve bir takım kazanımlar elde ettiler. Ancak eylemlerin yaygınlaştırılamaması, yerine getirilen talepler gibi, bundan yararlanabilen emekçilerin de sınırlı kalmasına neden oldu. Emekçilerin yarıya yakının yaşam geliri olan asgari ücret, Ocak ayının dışında kalan 11 ay boyunca Türk İş’in belirlediği açlık sınırının altında kaldı. Temmuz ayında asgari ücrete yapılan ek zam da bu durumu değiştirmedi. Sonuçta Türkiye işçi sınıfının çok büyük bölümü, çarşıda pazarda yüzde 200’leri aşan fiyat artışları karşısında yoksulluğun ötesinde en ağır koşullarda çalışmasına rağmen 2022 yılında açlığa mahkûm edildi.
Bedeli halk ödedi
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal çöküntü, uluslararası verilere de yansıdı. Buna göre OECD ülkeleri içinde genel enflasyon oranının yanı sıra en temel ihtiyaç olan gıda, konut kirası ve enerji fiyat artışlarında ilk sırada yer alan Türkiye; Dünya Bankası’nın gıda enflasyonundan en çok etkilenen ülkeler sıralamasında da 4. sırada bulunuyor. Öte yandan çalışan yoksulluğu, çocuk yoksulluğu, işsizlik, kadın ve genç işsizliği, kayıt dışı istihdam, çalışma sürelerinin uzunluğu gibi istatistiklerde de Türkiye, ilk sıraları işgal ediyor. Bununla bitmiyor, 2022 Küresel Hak İhlalleri Endeksi’nde de Türkiye, dünyada çalışma koşulların en kötü olduğu 10 ülke içinde yer alıyor.
2022 yılında Türkiye halklarının karşı karşıya kaldığı ekonomik ve sosyal çöküntü, halen savaş içinde olan Ukrayna, Rusya vb ülke halklarının yaşadığının ötesindedir. Türkiye’yi bu duruma getiren AKP/saray iktidarının bu çöküşü durdurmaya niyeti de herhangi bir programı da yoktur. Aksine 2023 bütçesine de yansıdığı gibi halkı yoksullaştıran savaş politikaları, sermayeye kaynak aktarma mekanizması haline gelen ekonomi politikaları sürecektir. Seçim sürecinde olunması nedeniyle ücretlerin kendi yarattıkları beklentilerin bir nebze üzerinde belirlenmesi, yoksullara elektrik, doğalgaz desteği, kamuda geçici statüde çalışanların kadroya alınması gibi kimi “aldatıcı” iyileştirmeler yapılabilir belki. Ancak bunlar sandıkta oy alabilmek için göz boyamaya yönelik düzenlemeler olacak ve seçim sonrasında kabaran fatura yine emekçi kesimlere ödetilecektir.
2022 yılına girerken oluşan karamsar beklentiler fazlasıyla gerçekleşmiştir. 2023 yılına girerken de beklentiler farklı değildir. Dilerim bu kez karanlık tabloyu yırtacak mücadele dinamikleri harekete geçer ve ekonomik ve sosyal çöküş içindeki Türkiye halkları için “aydınlık bir gelecek umudu” yeniden yeşerir.