“Terör” suçlaması devrimcilere, Kürtlere mahsus bir durum değil artık. Siyasetçiler esir tutuluyor. On binlerce insan gözaltına alınıyor, davalar açılıyor ve hapse atılıyor. Saray Rejimi’nin önüne çıkan her engel, korkmadan eleştiren her bir kişi, Polis-Medya-Mahkeme kıskacında bedel ödüyor. Tüm bu ağır saldırılara rağmen, şair Orhan Veli’nin dediği gibi “kelle fiyatına” da olsa özgürlük mücadelesi veren insanların sayesinde mutlak suskunluğu başaramıyor rejim güçleri.
Tüm bu saldırıların merkezinde, her zaman olduğu gibi, işkenceye uğrayan, tutuklanan gazeteciler duruyor.
Özgür basın geleneği, büyük bir emek ve özveriyle bugünlere geldi. Yazılan her bir cümlenin, yayınlanan her bir sayfanın, ona can veren, yıllarca esir tutulan özgür basın mensupları sayesinde gerçekleştiğini unutmamak gerekir.
Diyarbakır ve Ankara’da tutuklanan özgür basın mensubu gazeteci arkadaşlarımız geleneği geleceğe taşıma nöbetini devralmış durumdalar. Polisin keyfiliği, savcıların savsızlığı, hâkimlerin tutuklamaya elleri mahkûmluğu üzerine çok durmaya lüzum yok sanırım. Deniz Nazlım’ın “Dokuz arkadaşımızla birlikte hakikatin peşinde olduğumuz için tutuklandık” sözü, gazetecilerin yaptıklarından ziyade varlıklarının tehdit olarak görüldüğünü özlü biçimde vurguluyor zaten.
Her konuda olduğu gibi tutuklu gazeteciler arasında da ayrımcılık sürüyor. Sarayın ideolojik halesinden çıkamayan sistem muhalefetinin HDP’ye yönelik tecrit yaklaşımının benzeri özgür basın mensuplarına uygulanıyor. Tutuklanan gazeteci, Kürt ya da sosyalist değilse sesini yükselten muhalefet, tersi durumda suskunluğa bürünüyor. Saray Rejimi, çifte standartlı bu yaklaşımdan güç alarak özgür basın üzerinden gazeteci tutuklamayı, basını susturmayı olağan hale getiriyor. Halk Tv, Tele1, Fox Tv’ye verilen “mimiklerle terörü övme” cezalarının, Diyarbakır-Ankara tutuklamalarına yönelik suskunluktan cesaret aldığı bir gerçek.
Kimin sustuğu, kimin konuştuğu önemli bir ayrım noktası olmakla birlikte konuşanların kısa süre homurtular yükselttikten sonra durumu kabullenmesi, diğerleri gibi suskunluğa bürünmesi aşılması gereken önemli bir sorun. Tutuklu gazetecilerin özgürleştirilmesine yönelik planlı bir çalışma yapmak bir yana, bin bir zorlukla çıkarılan gazetelerin okunmaması ve hatta sosyal medya hesaplarının takip edilmemesi, haberlerin paylaşılmaması şevk kırıcı. Yeni Yaşam gazetesini sosyal medyada takip edenlerin sayısının azlığı ve hatta özgür basına sahip çıkma çağrısı yapanların bu konudaki ilgisizliği bütün kabahatin sistem muhalefetinde olmadığını gösteriyor. Sahiplenme illaki büyük kitle eylemleri yapmaktan menkul bir şekilde olmak zorunda değil. Hakikati yayma yolunda esir edilenlere en iyi sahip çıkma biçimi, hakikatin yaygınlaşmasına karınca kararınca da olsa katkı sunmaktır. Hakikatin tutuklamalara rağmen yaygınlaşması tutuklama saldırısını elbette boşa çıkaracaktır.
Sokak eylemlerinde polisin en önce gazetecileri hedef alarak saldırması, yalan imparatorluğunda delik açacak bir haberin topluma ulaştırılması sonrasında savcıların suçu değil, gazetecileri soruşturması sadece baskıcı yönetim anlayışıyla ilgili olmasa gerek. Saray Rejimi, enformasyon tekelini elinde tutabildiği sürece yenilmez olacağını düşünüyor. AKP-MHP’nin ağır ekonomik kriz koşullarında hala seçim kazanma ihtimali olmasının en önemli nedenlerinden birisinin özgür basının sesinin kısılmış olmasıyla bağıntılı olduğu aşikâr. Gelinen aşamada özgür basın sadece gerçeklerin ortaya çıkarılması değil, otokrasinin alaşağı edilmesi açısından stratejik bir öneme sahip.
Yalan ve korku imparatorluğunun karşısında hakikat savunuculuğu ateşten bir gömlek. Adalet mücadelesi veren avukatların tutsaklığı ile maden işçilerinin “iş kazası” süsü verilmiş cinayetlere kurban edilmesi arasında illiyet bağı var. Cezaevlerinde uygulanan tecride karşı sokağa çıkanlara hunharca saldıran el, aynı zamanda cezaevlerinden çıkan tabutların müsebbibi. İBB Başkanı E. İmamoğlu’na verilen ceza, Diyarbakır’ın esir alınmış iradesi S. Mızraklı için suskun kalmakla direkt bağlantılı. Ödünsüz insan hakları mücadelesi veren TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutsaklığı, helikopterden atılan köylüler, Roboski, Taybet Ana… özgür basın gazetecileri işte bu hakikatleri yazdıkları için esir.
Tüm bu yaşananlara rağmen umutsuz olmak için bir sebep göremiyorum çünkü tutsak gazeteci Emrullah Acar’ın dediği gibi; “Hakikatin kalemi asla bükülmez.” Yeter ki, hakikatin kalemini tutanları biz yalnız bırakmayalım.