Türkiye yüzüncü yılında seçime giderken iktidarın hangi hamlelerle ve nasıl bir strateji ile bu süreci yürüteceği az çok belli oluyor. Savaş ve gerginlikten beslenen iktidarın bu süreçte de bu hususlara bol bol başvuracağı görülüyor. Muhalefet ise “Geliyor gelmekte olan” deyip iktidarın değişeceğine kesin gözüyle bakıyor. Anket sonuçlarına ve siyasal, ekonomik ve sosyal krize bakarak iktidarın seçimi kaybedeceğini söylüyor. Ama gerçekten öyle midir? Bu seçimde mevcut iktidar kesin değişecek mi?
Erdoğan ve başında bulunduğu Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanmak için her türlü yol-yönteme başvuracağı şimdiden anlaşılıyor. Ancak muhalefetin halini görünce insan istemeden de olsa, “Muhalefet bu politika ile mi kazanacak?” demekten kendini alamıyor. İktidarın politikalarına sığ ve ikircikli yaklaşım, bir taraftan iktidar için uygun bir hareket zemini yaratırken diğer taraftan muhalefete destek verenler açısından umut kırıcı oluyor.
Muhalefetin söylemlerine ve yaptıklarına bakıldığında şöyle bir şey görülüyor. Mevcut iktidar kaybederse muhalefetin becerikliliği sayesinde değil, kendi beceriksizliğinden dolayı kaybedecek. En büyük kaybettirecek olan ise Kürt özgürlük mücadelesi ve sol-sosyalist hareket olacak. AKP’yi zayıflatan etkenlerin başında Kürt halkının örgütlü mücadelesi geliyor. Kürt halkı her türlü zorluğa rağmen demokrasi ve özgürlük taleplerinde ısrar ediyor. Diğer yandan sol-sosyalist hareket faşist iktidarın gerçek yüzünü teşhir etmek ve anti-demokratik politikalarına karşı durmak için güçlü bir direniş ortaya koyuyor. Yani esas direnişi ve yıpratmayı Kürt halkı ve sol-sosyalist hareket yapıyor. Peki muhalefet ne yapıyor, kime muhalefetlik yapıyor ya da nasıl muhalefet yapıyor?
Muhalefet diye tarif edilen Millet İttifakı, diğer bir isimle 6’lı Masa iktidara karşı sadece hesaplarına gelmeyen kimi hususlarda itiraz etmekle sınırlı kalıyorlar. Birçok konuda iktidarla hemfikir oluyorlar. Demokratik bir zihniyette olmadıkları için kendilerine yapılana ayrı, kendilerinden olmayana yapılana ayrı bir yaklaşım sergiliyor. Mesele İYİP demokrasi anlayışı konusunda eğer AKP’den daha kötü değilse kesinlikle daha iyi değildir. Karşı çıktığı hususlar demokrasi dışı anlayış değil, sermayeden kendisinin de yararlanamıyor olmasıdır. Erdoğan’ın yerinde kendisinin olmamasına hayıflanıyor. Erdoğan gibi yapamamasına hayıflanıyor. Onun ötesi yoktur. Aynı şekilde diğerleri de öyle. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan Erdoğan’ın kankisiydi. Eğer demokrasi anlayışında anlaşamıyorlarsa o zaman halen neden bu iki kişi Erdoğan’ın gizli anlaşmalarını, MHP ile neden hareket ettiğini açık açık söylemiyorlar? İşlenen katliam ve cinayetlerin nasıl geliştiğini neden halka açıklamıyorlar? Dertleri gerçekten demokrasi ise devletin kendi halkına karşı nasıl suç işlediğini neden açıklamıyorlar? Çünkü ortak noktaları “devletimize zeval gelmesin”dir.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir muhalefet örneği var. Mitinglerde bas bas bağırıyorlar “Adaleti katlettiler” diye. Hukukun olmadığından dert yanmadıkları tek gün yok. Sonra da “hukuk içinde hesabını soracağız” diyorlar. Kendileri inanmadıkları şeye başkalarını inandırmaya çalışıyorlar. Adamlar ceza veriyor, saray danışmanı ‘Büyük olasılıkla İstinaf ve Yargıtay da onaylar’ diyor, bunlar halen ‘hukuk’ diyorlar. Ben iktidarın yerinde olsam her gün onların söylemlerine katıla katıla gülerdim. “Allah razı olsun bunlardan” derdim. Çünkü kendi çözüm öneri ve programlarından çok iktidarın yaptıklarıyla kendilerini izah eden bir durumları var. Yani “Nasıl çözeceksiniz?” diye soruyoruz, “Ama onlar çalıyorlar, yolsuzluk yapıyorlar, yandaşlarına veriyorlar” diyorlar. Gerisi lafügüzaf.
Bir konuyu açıkça konuşmanın ve tartışılır zemine çekmenin yolu onun meşruluğuna inanmak ve meşruluğunu savunmaktır. Meşru olanın hukukiliği veya hukuksuzluğu tartışılmaz. Ama hukuk eninde sonunda değiştirilebilen bir husus. Meşruluk ise gerçeklikten doğan bir husus. Meşruluğuna inanılmayan bir konuda söylenen her şey iki yüzlülük ve yalandan öteye gidemez. Muhalefetin iktidar karşısındaki en büyük handikapı meşruluk meselesidir. Kürt’e yapılınca hukuki, kendisine yapılınca hukuksuzluk olarak tanımlanmasının nedeni budur. Özellikle Kürt halkının haklı ve meşru taleplerini demokrasi sorunu olarak görmediği için hep tökezliyor. Onun için muhalefetini de hep iktidarın kısmi alanlarda (ekonomi, eğitim, tarım vb konularda) gösterdiği yanlışlıklar üzerinden yapıyor. Kürt halkının ülke siyasetindeki ve gelişmelerdeki gerçekliğini görüyor, biliyor ama inanmak istemiyor. Desteğini istiyor, ama haklılığına inanmak istemiyor. Yanlış olduğunu da az-çok fark ediyor ama anlamak istemiyor. Görmezden geliyor. Sarı öküzün hikayesini de Hristiyan rahibin meselesini de gayet iyi biliyor ama sonuna gelince “Kürt anasını görsün” diyemiyor. Böyle olunca da hep oyalama taktiği izliyor. Deve kuşu başını kuma gömünce gövdesinin görünmediğini sanıyor. Muhalefet de böyle yapınca gerçek yaklaşımı görünmüyor sanmasın. Hatta o zaman daha fazla dikkat çekiyor.
Kürt halkı hem ulusal hem de sosyalist mücadelede çok büyük bir mesafe kaydetti. Artık kendi strateji ve politikalarını kendisi geliştirebiliyor. Hem muhalefet ediyor hem de çözüm öneri-programı geliştiriyor. Nasıl direnildiğini ve demokratik hakların nasıl kazanıldığını da çok iyi tecrübe etti. Muhalefetin yerinde olsam güçlü bir demokrasi programıyla sahaya çıkıp kimin ne dediğine bakmadan tüm ezilenlerle bir araya gelip demokratik bir cumhuriyetin inşasına başlardım. Mevcut konjonktür buna elverişli. Son yüzyıllık tarih milliyetçilikle-inkarcılıkla hiçbir demokratik inşanın olamayacağını ziyadesiyle gösterdi.
Muhalefet yapılacaksa iktidarın inkarcı ve antidemokratik karakterine karşı yapılsın. Kürt halkının örgütlü mücadelesine karşı muhalefeti bir kenara bırakırsa ancak gerçek muhalefet olur. Evet bu süreçte güçlü, ortak bir mücadele ile bu iktidar yenilgiye uğratılabilir. Ama eğer “Ezilenler, inkar edilenler taleplerinden vazgeçsin; önce iktidarı yenelim sonra bakarız” deniliyorsa kusura bakmasınlar, ne böyle bir muhalefet anlayışı olabilir ne de bunun adına ortak mücadele denilebilir.
Halen muhalefetin neye karşı kime karşı muhalefet ettiği belli değildir. Ortak bir mücadelenin hattı örülecekse ilkesel olarak bu süreçte neyin hedeflendiği, kime karşı nasıl hareket edileceği ilan edilmelidir. İlke düzeyinde şuna varım, şuna yokum diyebilmelidir. Henüz bunların hiç birisi yok. O zaman biz de sormaya devam edeceğiz; “Hangi muhalefet, neye muhalefet?”