Uğur Yılmaz
Hayat, mutluluğu nerede yolumuza kesiştirir. Mutluluk bizimle nasıl buluşur? İnsan doğasını anlayınca mı? Yaşamak için bir neden bulunca mı? Ya da müjdeli haberlerin esrikliğinde mi? Belki de hepsi!.. Bu bir gerçek! Mutluluk da hüzün de müzminliğini koruyamayıp yer değiştirir. Ne var ki bahar mevsiminin güzel çiçekleriyle yıkanmış tatlı yelin içimize akıttığı hoş lahzalar misali kimi tesadüflerin mutluluğu çok daha soylu…
Hepimizde ilginç açılımlar vardır mutluluğa dair.
Mutluluk getiren tesadüf: Her yanım duvar olduğu günlerden birinde “kahrolsun işkence” seslerinin yükseldiği bir atmosferde aynaya baktım. Karşımdaki veya karşımdakiler aynen biz. Yüzümüzü yıkıyoruz, yüzlerini yıkıyorlar; bağırıyoruz, bağırıyorlar; inanıyoruz, inanıyorlar. Aynadakiler aynımızı yapıyordu. Sıradan nesne aynasından çok daha farklıydı. Geçtiğimiz gül bahçesinin dikenlerini, dikenli geçen sürecin gelecekteki gülleri de gösteriyordu.
Aynanın adı: Ana
Elimde Maksim Gorki’nin ünlü klasiği: Ana.
İlk sayfalarda mahalle kabadayısı ve eşine sürekli şiddet uygulayan Mihail Vlasof ile karşılaşıyorum. Sistemin yarattığı bu kişilik için klasik çözümlemeler yapma gereği duymuyorum. “Beyinsiz kadına el kalkar mı?” diyor ve geçiyorum. Gorki’nin ünlü klasiğindeki Palege (Ana) Mihail’in eşidir. Pavel ise oğlu.
Pavel, sistemin yarattığı berduş ve lümpen kişiliklerden sıyrılıp toplumdan yana sistemden muhalif bir devrimci kimlik ediniyor. Sistemin yasakladığı kitapları okuyor, fabrikaların istikrarsız çoğalmasına ve insanların ölmesine karşı çıkıyor. Tıpkı, “Kahrolsun işkence” diye zindanlarda ses yükselten devrimcilerin, sistemin ürettiği her kirliliğe karşı çıktıkları gibi. İşkence görürler, karşı çıkarlar, karşı çıkarlar, işkence görürler.
Konu devrimcilikse biraz da ünlü klasiğin önemli karakteri, Ana’nın endişe ve korkusundan bahsetmek gerek. Oğlu Pavel’in kendisine bir bela geleceğinden korkuyor. İşte Pavel’in annesine söylediği korku tanımı her devrimci için birer altın sözlerdir.
Pavel, “işte bu korku yüzünden değil mi ki hepimiz yok oluyoruz. Bize hükmedenler de bu korkudan yararlanıyorlar zaten ve bizi daha çok korkutmanın yollarını arıyorlar. Şunu iyi bil ana, insanlar korktukça bataklık içinde çürüyen ağaçlar gibi ölüp yok olurlar” der. Pavel’in korku tanımı bir yönüyle geçmişteki sömürü ve katliamların nedenidir de.
Korkuya ekleme yapacak olursak: Deriz ki sonuna kadar iliklerine dek sömürülmektir. Avrupa’ya ömür boyu yetecek petrolün varken (Kimse maaş alamamaktadır. Dünyanın en çok yeraltı hazinesine sahip olan-Bolivya gibi) eve ekmek götürememektir. Soma, Bartın ve nice katliamlardır. Ez cümle korkmak ruhun acizliğine teslim olmaktır.
Oysa ki nice korkusuzlar vardır, korkuyu öldürürler. Mandela, Gandhi, Martin Luther King gibi yıllardır zindanlarda direnen siyasi tutsaklar gibi…
Ana’ya ve analara geri dönelim ya da tasavvur edelim. Ana’yı kitabın başında endişe ve korku ile andıksa da örgütlü bir bilinçle ünlü bir devrimci sıfatını edinir. Öyle ki oğlu Pavel ve arkadaşlarının yargılandığı mahkemelerde sistemin tüm kirli yüzünü anlatırken savunmaları canla başla topluma dağıtıyordu. İşte böyledir analar. Gençler direnir, beyaz tülbentlerle sokağa çıkarlar. Yeryüzünü cennet kılma uğruna nice unvanlar kazanırlar. Taybet Ana, Cumartesi Anneleri, Emine Ana ve Ana. Aynadaki Ana.
Gorki’nin ünlü klasiği elbette çok daha farklı yorumlanabilirdi. Zira içindeki muazzam hakikat yeterli data sunuyor. Ben onu aynamız olarak gördüm ve bizleri yazdığı için Gorki’ye şükranlarımı sunuyorum.
Sıradan bir mutluluk değil, aynadaki tesadüf. Vahşet duvarlarının karanlığında komünal bir mutluluk…
*Tutuklu gazeteci, Karakoçan Ceza İnfaz Kurumu