Siyasi yargılamaların hareket noktası; otoriter rejimlerin hukuksuzluklarına ve zulmüne karşı toplumun meşru ve haklı itirazlarını yok etme motivasyonudur.
Ancak otoriter rejimler toplumun ‘meşruluktan’ güç alan haklı mücadelesine karşı hep çaresiz kalmışlardır. Egemenlerin ‘yasaları’ halkın ‘meşru’ mücadelesine hep yenilmiştir.
Çaresiz egemenler Yunanlı Filozof Phaedrus’un; Kurt ile Kuzu hikayesinde olduğu gibi ‘suyu yukarı doğru akıtan’ metaforuyla kaba şiddetle toplumun meşru mücadelesini yok etmeye çalışmışlardır.
Günümüz otoriter rejimlerinin ‘suyu yukarı doğru akıtan’ metaforu ise ‘talimat’ içeren direktiflerdir.
Dünyadaki politik yargılamaların tamamı hukukun en temel konularını oluşturan; örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, güvenlik ve özgürlük hakkı gibi bütün hak kullanımlarına ‘illegal bir örgütten alınan talimatla!!!’ gibi gerekçelerle yurttaşları güdümündeki yargı eliyle rehin almakta, işinden etmekte, sürgün etmekte ve katletmektedir.
Peki gerçek öyle mi?
Yani halk ‘meşru hak taleplerini dile getirmek veya kontrolsüz kamu otoritesine itirazları için illa birilerinden veya bir yerlerden talimat almaları mı gerekiyor’. Ya da bugüne kadar böyle bir talimat hiç görüldü mü? Talimat almak rasyonel mi? Toplum rasyonel davranamıyor mu? Otoriter rejim tarafından her türlü zulmüne uğrayacağını bile bile neden kendisini koruyamayacak olan odaklardan talimat alsın ki?
Oysa rasyonel tutum; bireylere kendini korumak için önlemler almasını öğütler hatta varsa konforlu yaşam sürmek için ‘gelene ağam gidene paşam’ demeyi salık verir. Peki bireyler bile bile neden otoriter rejimlere karşı toplumsal mücadeleyi tercih eder? İşte burada insan onuru, vicdan ve toplumsal ahlak devreye girerek bedeli ne olursa olsun kimsenin tehdidine boyun eğmeden, kimseden talimat almadan insanlık onuruna sahip çıkmak kararlılığı öncelikli oluyor.
Otoriter yönetimlerin en önemli silahı kuşkusuz hukuk ve adaletten arındırılmış yargı organıdır. Bu tür rejimlerde yargı bazen gönüllü olarak otoriter rejimin hizmetine girer ve onların sopası haline gelir. Bazen de otoriter rejimlerin diktatörleri tarafından yargıya talimatlar verip yönlendirmek suretiyle rejime hizmet ederler.
Politik yargılamalar ve otoriter rejimler arasındaki en popüler ilişki; Nazi Rejimi’nin Halk Mahkemesi’nin Baş yargıcı Roland Freisler, Hitler’e yazdığı mektupta, “Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” diyerek mutlak itaatin, talimat olmadan da üretilmiş bir rıza ile işleyebileceğini ifade eder.
Türkiye’de her iki durum da geçerlidir. Yani hem yargı otoriter rejimlere gönüllü olarak hizmet etmekte hem de otoriter rejimler sık sık yargıyı yönlendirecek şekilde talimatlar yağdırmaktadır.
Yargının otoriter rejimlere gönüllü hizmet ettiği konusundaki önemli çalışmalardan bir tanesi de Eylem Ümit ve Mithat Sancar’ın 2007 yılında TESEV için hazırladıkları “Adalet Biraz Es Geçiliyor: Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar’’ isimli raporudur. Bu raporda hakimlerin ve savcıların zihniyetine ışık tutuyor ve yargı bağımsızlığı ile yargıda devletçilik gibi konularda devletin/iktidarın istekleri doğrultusunda neden karar verdiklerine ilişkin bakış açıları ile ilgili önemli veriler vermektedir.
Türkiye yargı tarihinde talimatlarla yapılan yargılama örnekleri azımsanmayacak kadar çok bulunuyor.
Yassı Ada Yargılamalarında, Mahkeme Başkanı Salim Başol’un yargılananlara ‘Sizi buraya tıkanlar böyle istiyor’ şeklindeki itirafı ile 12 Eylül Darbecisi Kenan Evren’in 17 yaşındaki Erdal Eren için ‘asmayalım da besleyelim mi?’ sözleri karar vericilerin aslında kim olduğuna ilişkin akla gelen ilk örneklerdir.
Günümüz koşullarında Erdoğan ve hükümetinin talimat yoluyla yönlendirmedikleri yargılama faaliyeti neredeyse yok gibidir. Hatta bazen muhalifleri tehdit etmek için de ‘Silivri duvarları soğuktur’ tehditlerini de savurmaktan çekinmemektedir.
Yazımızın konusu Kobani Davası ve Talimatlar metaforudur. Kobani Davası’nda mahkeme heyeti, Gültan Kışanak’ın savunmasını yapmak istediği ve bunun için de gerekli koşulların sağlanmasını talep ettiği, 22.11.2022 tarihli 41 nolu celsede tarafını net bir şekilde belirledi.
Mahkeme heyeti Gültan Kışanak’a ‘Yoksa birileri size bekleyin mi dedi, yargılamayı uzatın mı dedi. Sizin savunma stratejinizi kim belirledi’ şeklindeki sözlerle Sayın Kışanak’ın talimat aldığını, yönlendirildiğini ima eden söylemlerde bulundu.
Sayın Kışanak, bu iddia ve imalara karşı gereken cevabı elbette verdi. Sayın Kışanak mı yönlendiriliyor yoksa mahkeme heyeti mi yönlendiriliyor. Gelin öncelikle Erdoğan ve ekibinin Kobani Davası ile ilgili açıklamalarına bakalım, sonra kararımızı verelim.
Erdoğan, 20.11.2018 AİHM/Demirtaş Kararı için “Bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” dedi.
Erdoğan, 21.09.2019 Demirtaş ve Yüksekdağ için: “Sonuna kadar bu işin takipçisiyiz, takipçisi olacağız. Bunları bırakamayız.’’
Soylu, 25.04.2021’de “HDPkkiçinHesapVakti” tagı ile video paylaştı.
Fahrettin Altun, 26.04.2021’de “6-8 Ekim olaylarının failleri bugün hâkim karşısında, yani katiller için hesap vakti.”
Soylu; 22.10.2021’de ‘Yarın bizden Selahattin Demirtaş’ı da çıkarmamızı isteyebilirler”.
Erdoğan, 27.10.2021’de “Biz bildiğimizi okuruz. Konsey bildiğini mi okur, okusun. Onlar ne okuyor, dinleriz, görürüz”.
Bahçeli, “6-8 Ekim olayları ile ilgili 108 sanık için gün yüzünü haram edecek karar kısa sürede alınmalıdır”.
Bu sıraladıklarımız siyasal iktidar mensuplarının yapmış olduğu onlarca talimatlardan sadece birkaçını oluşturuyor.
Kobani Davası’nı ilgilendiren AİHM kararlarına ve yargılama sürecinde davanın kumpas davası olduğu ispatlanmasına rağmen yargılanan siyasetçilerin halen hukuksuz bir şekilde tutuldukları düşünüldüğünde Erdoğan ve ekibinin açıklamaları yargı üzerinde etkili oldukları, net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Tabi bazen talimatlardan sapanlar da yok değil. Erdoğan ve ekibi bütün baskılara rağmen bazen istedikleri sonuçları alamadıklarında ise; İdris Baluken dosyası, ÇHD’li avukatlar dosyası, Osman Kavala dosyası, Atilla Taş dosyası, Bahçeli’ye Hakaret dosyası gibi davalarda da HSK eliyle mahkeme heyetlerini dağıtarak diğer heyetlere görevlerinin sınırlarını hatırlatmaktan çekinmiyor.
Türkiye siyasetinin yargıya müdahalesi bu kadar açık iken, yargı da söz konusu Kürtler olduğunda siyasal iktidara ve devlet aklına gönüllü rıza üretenlerin, insanlık onurunu, kadın mücadelesini, demokrasi mücadelesi için direnenlere “yönlendirildiniz mi” iması kendi suçluluk psikolojisinin yansıtma halini gösteriyor. Yani esasında mahkeme heyeti kendisinin yönlendirildiğinin farkında ama görünen o ki suçlarının üstünü örtmek için hukuk, demokrasi, eşitlik için direnen siyasetçilerin yönlendirildiğini söylemiş oluyor.
Yazının sonuç kısmını size bırakarak bitiriyorum.
Devletin taraf olduğu yargılamalarda tarafsızlığını yitirip siyasal iktidarlara ve devletin aklına biat eden yargı mı yönlendiriliyor veya talimat alıyor yoksa 12 Eylül Darbesinde Diyarbakır zindanında da insanlık onurunu teslim etmeyen demokrasi, insan hakları ve kadın mücadelesini büyüten ve halen de bedel ödemekten geri durmayan Gültan Kışanak mı talimat alıyor?