Gazeteci Sinan Cudi ile Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmeleri konuştuk: Özerk Yönetim bütün sıkıntıları tüm organları ile birlikte tartışıyor. Tüm kurumlar alarm halinde. Halk zarar görmesin, bu kışı daha rahat koşullarda atlatabilsin diye muazzam bir çalışma yürütülüyor. Köy köy, komün komün, ev ev tartışmalar yapılıyor
Hüseyin Kalkan
Türk devletinin Rojava’ya yönelik tehditleri tam tersi sonuçlar vermeye başladı. Dünya kamuoyu bir kere daha IŞİD tehlikesinin konusunda teyakkuza geçti. Uluslararası güçler Türkiye’nin saldırganlığı, dünya ve bölge için oluşturduğu tehlikeyi gördü ve buna tavır aldı. Ayrıca bu tehditler Kürtler arası birliği körükledi. Kürt partileri ve hareketleri Rojava’nın yanında yer aldığı gibi Rojava’ya giden Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Lideri Bafil Talabani, Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Ebdi ile görüştü. Görüşme sonrası yapılan açıklamalar Türkiye’nin dünyada ve bölgede giderek daha çok yalnızlaştığını gösteriyor. Bütün bu gelişmeleri uzun süredir Rojava’da gazetecilik yapan, Kürt kamuoyunu ve dünya kamuoyunu bölgedeki gelişmeler konusunda bilgilendiren gazeteci Sinan Cudi ile konuştuk.
Halkın hazırlık düzeyi
Sinan Cudi, 19-20 Kasım gecesi başlayan Türkiye’nin saldırılarına ve gelinen noktaya dair şunları söylüyor: “Bir hafta boyunca yoğun bir saldırı oldu. Şimdi ilk günlere nazaran saldırılarda bir azalma oldu. Ama hem uzun menzilli topçu atışları hem de sızma girişimleri devam ediyor. Onun dışında olası bir kara hareketine yönelik risk de ortadan kalkmış değil. Özellikle Tel Rıfat, Şehba bölgesinde, Minbic’in etrafı ve yine Kobanê kırsalında bu yönde hazırlıklar olduğuna dair bazı bilgiler de var. Ama bir haftanın ardından beklenen işgal saldırısı durdu diyebiliriz. Bunda etkili olan bir kaç faktör var. Birincisi, Rojava halkının, Kuzey ve Doğu Suriye halkının hazırlık düzeyi etkili oldu. Türk devleti saldırılarda beklediği sonucu alamadı. Bu nedenle saldırılar bir kara harekâtına dönüşmedi. Biz öyle değerlendiriyoruz. Buradaki askeri ve siyasi yetkililer de öyle değerlendiriyor. Kısaca açarsak, ilk bir hafta içinde özellikle savaş uçakları, insansız hava araçları ile askeri yerleşkeleri, önemli direniş noktalarını yok edebileceklerini, olası bir kara harekâtında kendilerine karşı bir direniş gelişmeyeceği düşünmüşlerdi. Ama bir kaç senedir yapılan alt yapı hazırlıkları, özellikle halkın zarar görmemesi için hazırlanan sığınaklar, tünel sistemleri vardı Rojava’da. Bunlar önemli bir sonuç yarattı. Büyük bir zayiat verdirmek istiyorlardı. O da olmadı. Bu yüzden saldırı bir kara harekâtına dönüşmedi. Bu birinci neden. İkinci neden ise, halkla özerk yönetim arasında bir kopukluk yaratmak istediler. ‘Bu saldırılara Kürtler yüzünden uğruyorsunuz, bunun nedeni PKK’lilerdir, onları hedef alıyoruz, siz de zarar görüyorsunuz’ gibi bir hava yaratmak istediler. Böylece özerk yönetime verilen desteği kırmayı, özerk yönetim etrafındaki güçlü halkaları zayıflatmayı amaçladılar. Ama ilk günden itibaren Arap, Kürt, Türkmen, Asuri, Süryani, Ermeni halkının direnişi sahiplenmesi, bu topraklarda yaşayan herkesin QSD’ye ve özerk yönetime desteği, Türk devletine karşı açıklamaları onları geri adım atmaya sevk etti. Bunun dışında burası uluslararası güçlerin yoğun bulunduğu bir alan, hepsinin bölge ile ilgili hesapları var. İlk günden itibaren hem diplomatik alanda, hem siyasi alanda yoğun görüşmeler vardı. Bunlar da önemli sonuç verdi. Türk Devletinin saldırıları kısa sürede uluslararası alana taşındı. Özerk yönetim diplomatik-siyasi çalışmaları, bu alanda gönüllü olarak çalışanlar, Rojava ile gönül bağı kuranların oluşturduğu kamuoyu diğer devletleri Türk saldırısına karşı tavır almaya zorladı. Üçüncü dördüncü günden sonra açıklama yapma gereği duydular. Bu devletlerin Türkiye’ye yönelik telkinleri oldu. ‘Girerseniz büyük ve uzun süreli bir savaşla karşılaşacaksınız. Bütün bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek bir savaş olacak bu. Attığınız adım sadece sizi ilgilendirmiyor, bölge halklarını ve bütün dünyayı ilgilendiren bir sorundur bu. Ona göre kendiniz konumlandırmalısınız’ telkinlerinde bulundular. Yoksa kimse ‘Kürt halkı katlediliyor saldırıları durdurun’ demedi. Ne dediler? DAİŞ ile mücadele zarar görüyor. DAİŞ ile mücadele yürüten ABD ve uluslararası güçlerini askerlerinin hayati riskleri var, sizin güvenlik kaygılarınız anlıyoruz ama böyle olmaz’ gibi şeyler söylendi. Yani Kürtler yine yoktu. Böyle bir tablo saldırıları durdurdu ya da en azından şimdilik ilk gündekine göre daha düşük düzeyde sürmesine neden oldu.
‘Mart ayında bir hareket olabilir’
Bu koşullarda bir kara hareketi olasılığı ile ilgili Cudi şunları belirtiyor: “Bu yönde aldığımız bazı bilgiler var. Kendilerine bağlı çetelere Şubat -Mart aylarında bir hareket yapabilecekleri söylenmiş. Ne kadar doğru bilmiyoruz. Burada ki yetkililerce teyit edilmedi bu bilgi. Her seçim öncesi AKP yönetimi bir askeri harekât yapma girişimleri oldu. Buradaki kesimler bir askeri harekât olacağı beklentisi içerisinde. İşte saldırılar çok durmuş, kara harekâtı ihtimali ortada kalkmış gibi bir düşünce yok. Bütün hazırlıklar bir kara harekâtı durumunda nasıl bir tutum alınacak üzerine yapılıyor.”
‘Yönetimi aciz göstermek’
Türk savaş uçaklarının ilk günden itibaren ekonomik yapıları hedef aldığını belirten Sinan Cudi, Türk devleti kışa girerken halkı ekmeksiz ve yakıtsız bırakmak istediğini söylüyor. Cudi, alt yapının hedef alınmasının nedeninin halk ile özerk yönetimi karşı karşıya getirmek olduğunu belirtip şunları ekliyor: “Özellikle altyapının hedef alınması kışa girerken çok zarar verdi. Bölgede elektrik sıkıntısı çok ciddi. Yine yakacak sıkıntısı var. Evet, petrol bölgesidir, petrol rafinerileri var. Ama işletme sorunları var. Rafineriler sıkıntılı eski teknoloji nedeniyle. Türk devletinin buraları hedef alması bilinçliydi. Özerk yönetimin bölgeyi yönetecek kapasitede olmadığını göstermeye çalışıyor. Muhatap alınmayacak, kendi halkına eziyet eden bir yönetim olduğunu göstermeye çalışıyor. O yüzde altyapı tesislerini hedef aldı. Örneğin ne yakacak mazot var, ne de jeneratörleri çalıştıracak akaryakıt var. Mazot ve gaz bulma sıkıntısı var. Yetkililerin verdiği bilgilere göre ilk dört günkü saldırılarda meydana gelen zarar 80 milyon doların üzerindedir. Bu rakamlar artabilir. Petrol istasyonlarında ve gaz dolum tesislerinde milyonlarca dolarlık zarara meydana geldi. Elektrik dağıtım merkezleri bombalandı, elektrik hatları kesildi. Bunların ne kadar zarar gördüğü daha net olarak belirlenmedi. Buna dönük çalışmalar sürüyor, belki önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılır. Bunun dışında halk ekim için hazırlık yapıyordu. Bölgedeki dengesiz iklim koşulları nedeni ile sulu tarım için hazırlıklar yapılıyordu. Böyle planlanmıştı. Sulamanın artırılması için jeneratör ve binlerce litrelik mazota ihtilaç var. Alt yapı tesisleri hedef alınarak bu süreç engellendi. Bu süreç daha fazla engellenirse bölgeyi bir kıtlığın eşiğine kadar bile getirebilir. Şu ana kadar bu konuda çok ciddi bir sorun yaşanmadı. Özerk yönetim bazı tedbirler aldı. Öte yanda rejimin denetimindeki bölgelerde derin bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu nedenle Halep ve Şam çevresinde Özerk yönetim bölgesine dönük çok büyük bir düzensiz göç yaşanıyor. Kış arifesinde böyle bir göç almak da sıkıntıyı artırıyor. Bütün bu sıkıntıları tüm organları ile birlikte özerk yönetim tartışıyor. Tüm kurumlar alarm halinde. Yani halk zarar görmesin, bu kışı daha rahat koşullarda atlatabilsin diye muazzam bir çalışma yürütülüyor. Köy köy, komün komün, ev ev tartışmalar yapılıyor. Bu anlamı ile ciddi bir toplumsal dayanışma da var.”
Üçlü ortaklık
Sina Cudi, Rusya, Türkiye ve Suriye rejiminin arasında ortak bir politika olduğunu, bu birliğin uzun süreden beri devam ettiğini beliriyor ve şunları ekliyor: “Serêkaniyê ve Girê Spî işgalinden sonra zaten sınır hatlarına Suriye rejimi askerleri yerleştirilmişti. Türkiye’ye şöyle diyor: ‘Biz o bölgede Kürtler olmasın, Suriye rejimi askerleri olsun istiyoruz.’ Rejim askerlerini nereye konumlanacağına, nasıl konumlanacağına dair ayrıntılı görüşmeler olduğuna dair haberler geliyor. Daha önce İran, Türkiye’nin bölgede güçlenmesinin istemiyordu. Ancak İran da yeni geliştirilen bu denkleme dahil olmuş durumda. Aslında Rusya, Türkiye, İran ve Suriye devleti bu bölgede yeni bir çizgi, yeni bir harita oluşturma çabası içerisinde. Şu anda Suriye rejim güçleri var. Özerk yönetimi denklem dışı bırakmaya çalışıyorlar. Böylece Esad ve Cihatçı gruplar yüz yüze gelecek. Aslında uluslararası düzeyde de böyle bir kabul var.”
IŞİD hareketliliği
Sinan Cudi Türkiye’nin saldırıları ile birlikte IŞİD’in hareketliliğini arttığını belirtiyor. Cudi’ye göre IŞİD bir süreden beri hem Irak hem de Suriye sahasında belirgin bir hareketlilik halinde ve bu hareketlilikle ilgili şunları belirtiyor: “İlk günden beri bir hareketlenme var. Yeniden canlandırma planları var. 2022’nin başında Heseke’de cezaevine yönelik saldırı planı o zaman boşa çıkarıldı. Ve birçok olayda Suriye devletinin ile Türk devleti ortak hareket ettiği anlaşıldı. DAİŞ’i güçlendirerek özerk yönetime karşı bir cephe oluşturmaya çalıştıkları netleşti. DAİŞ bu bölgelere yönelik hazırlık yapılıyor. Bu gün (20 Aralık) Amerikan merkez komutanlığı yaptığı bir açıklamada (QSD güçleri de bunu doğruladılar) Sadece son 4 gün içerisinde Kuzey Doğu bölgesinde eylem hazırlığı yapan, aralarında emirlerinde olduğu bazı DAİŞ hücreleri yakalandı. Bunlar, Türkiye’nin işgali altındaki bölgelerden gönderilen çeteler. Sadece Suriye’de de değil. Irak ve Suriye’de birlikte hareket ediyorlar. Irak’ta neredeyse her hafta bir kaç eylem yapabilme kapasitesine ulaşmış durumdalar. Bu anlamda Türk devletinin saldırılarının DAİŞ’i güçlendirdiği, hareket kabiliyetini geliştirdiğini söyleyebiliriz.”
Ziyaret halk için moral oldu
Bu söyleşiyi gerçekleştirmemizin hemen sonrasında Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Lideri Bafil Talabani, Rojava’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Tekrar Sinan Cudi’ye bağlanıp bu konudaki gelişmeleri ve gelişmelere dair yorumunu alma ihtiyacı doğdu. Cudi, bu ziyarete dair şunları söyledi: “YNK ile Rojava ilişkileri yeni değil. DAİŞ ile mücadele çerçevesinde Amerikalı güçler buraya ilk geldiğinde zaten YNK’ye bağlı peşmergelerle birlikte gelmişti. Kobanê direnişinden günümüze kadar DAİŞ ile mücadele çerçevesinde uluslararası koalisyonun ikinci ortağı gibi çalıştı. Özellikle bölgede yükselen savaş ihtimallerine karşı, DAİŞ’e karşı ortak mücadele nasıl yürütülebilinir, DAİŞ nasıl zayıflatılabilir, başta Kürt halkı olmak üzere bölgedeki halkların uzun vadede barışçıl yaşaması için neler yapılabilir gibi konularda istişarelerde bulunuldu. Görüşmenin basına kapalı bölümlerinde neler konuşulduğu bilmiyoruz. İkinci boyutuna gelince. Bafil Talabani’nin PYD ile görüşmesi de oldu. Görüşmeye PYD’de eş başkanları Salih Müslim, Asya Abdullah ve PYD Başkanlık Konseyi üyesi Foza Yusuf katıldı. Zaten uzun süreden beri sol-sosyalist partilerin ilişkileri çerçevesinde bir ortaklaşmaları vardı. Bu görüşmede tüm Kürt siyasi partilerinin bir araya getirilmesi ve ulusal birliğini sağlanması noktasında istişarelerde bulunuldu. YNK temsilcileri ile Rojava halkı, Rojava temsilcileri arasındaki ilişkilerini derin bir tarihi geçmişi var. Son ziyareti bunu bir devamı olarak okumak gerekiyor. Ama özellikle en zorlu süreçlerde, mesela Şengal’de YNK peşmergeleri gelmiş YPG-HPG’nın yanında yer almıştır. Ardında DAİŞ’e karşı mücadele sırasında Rojava’nın birçok bölgesinde değişik şekillerde katkıları oldu. Sonraki süreçte diplomatik-siyasi açıdan Rojava’nın tanınmasında etkisi oldu. YNK ile böyle ilişkiler vardı. Bu ziyaret de bunların devamı olarak yapıldı. Bu ziyaretin tabii ki Rojava halkının morali üzerinde etkisi oldu. Sadece Rojava halkı içinde değil, bence hem Kuzey, hem Güney Kurdistan, hem Rojhilat halkı açısından da önem taşıyan bir görüşme. Özellikle KDP’nin giderek Türkiye siyasetinin bir parçası haline geldiği, Rojava’nın kuşatmasına katkıda bulunduğu bir süreçte yine güneyli bir partinin Rojava’yı direk ziyaret etmesi, ortak hareket etme kararlılığını vurgulaması, Kürt birliğini oluşturulması, ilerletilmesi yönünde kararlılığın vurgulanması bir umut oluşturuyor. Rojava halkı açısından da önemli.”