2022 yılını değerlendiren HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 2023 yılı için ‘Emeğin ve özgürlüğün ittifakında buluşan örgütler, yüz metre koşucusu gibi süratli, maraton koşucusu gibi dayanıklı olmak zorunda’ dedi
Tecrit, işkence, savaş ve Kürt hareketi başta olmak üzere siyasal alana saldırılarla geçen 2022 yılının bitmesine sayılı günler kaldı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritte karşı kesintisiz eylemler sürerken, muhalefet ise baskı ve saldırılar altında seçime hazırlanıyor.
Bir yandan ise Türkiye’nin Federe Kurdistan Bölgesi ile Kuzey ve Doğu Suriye saldırıları devam ediyor. 2023 yılı merkezi bütçe görüşmelerinde yeni yılda da en büyük payın bütçede savaşa ayrılacağı ortaya çıkarken, savaşa karşı barışı savunanlar ise iktidarın hedefinde olmaya devam ediyor.
Son olarak İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıllık siyaset yasağı ve ceza verilmesi ile HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encu’ye polisin tokat atması yılın en önemli olaylarından oldu.
Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Ergin Çağlar’ın sorularına cevap veren HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek 2022 yılının önemli gelişmelerine değindi.
* Her yıl olduğu gibi bu yılında en önemli konularından biri PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit konusu oldu. Öncelikle iktidarın tecrit politikası 2022 yılında hangi aşamalarla devam etti?
An itibariyle Sayın Öcalan üzerinde sistematik olarak devam eden İmralı uygulamalarını tecrit olarak değerlendirmek eksik kalır. Kronolojik olarak baktığımızda bu süreci üç döneme ayırmak mümkün. Birinci dönem, Kürt savaşının ve tasfiyesinin amaçlandığı uluslararası komplo dönemidir. Komployla amaçlanan tasfiyenin gerçekleşmemesi üzerine zamana yayılmış bir tecrit ve işkence sistemi devreye konuldu. Bu da ikinci dönem oluyor. Bu dönemde beklenenin aksine Kürt özgürlük mücadelesi, başta olmak üzere Rojava ve Ortadoğu’da önemli tarihsel kazanımlar elde etti. Türkiye’de de 3’üncü yol siyaseti ve bunun ittifak politikasıyla önemli toplumsal kazanımlar elde etti. Hatta bu dönem içinde Sayın Öcalan’ın “komplo önemli oranda boşa çıkarıldı” tespiti var. Bu gerçeğin gayet iyi farkında olan sistem, uluslararası desteği bir kez daha arkasına alarak üçüncü komplo dönemini başlattı. Özellikle 2022 yılında zirveye ulaşan bu dönemin en temel özelliği, mutlak iletişimsizliktir. Amacı da İmralı’dan başlayarak Kürt özgürlük iradesini ideolojik, örgütsel, siyasal ve toplumsal olarak teslim almaktır.
* Bununla bağlantılı olarak HDP ve Kürt siyasetçiler üzerinde de çok ciddi baskılar yaşandı. Yıl içerisinde Kürt siyasetçilerin izlediği yol ne oldu?
Kürt siyaseti, Kürt halkının varlık mücadelesi ve Türkiye halklarının demokratik geleceği konusunda önemli bir belirleyen haline geldi. Devletçi, iktidarcı partiler karşısında gerçek bir demokrasi ve özgürlük seçeneği oluşturdu. AKP-MHP iktidarının Kürt siyasal soykırımı politikalarına diğer sistem partilerinin verdiği örtülü-açık desteğin nedeni de bu. Yüzüncü yılı geride kalırken tekçi cumhuriyet, tüm güçleriyle Kürt politik dinamiğini bir kez daha tasfiye etmeye çalışıyor. Bu devletin varoluş kodlarında bir tarihsel ısrar ve saldırı olarak değerlendirilmeli. Karşısında Kürt siyaseti, bulunduğu her zemini özgürlük direnişi haline getirdi. Yanı sıra Türkiye sosyalist güçleriyle, demokratik çevreleriyle geliştirdiği üçüncü yol politikasını daha fazla toplumsallaştırmaya çalıştığını görüyoruz.
* “Şimdi Kazanma Zamanı” şiarı ile bir Newroz sürecini geride bıraktık. Newroz’larda halk ne gibi mesajlar verdi?
Bu yılın Newroz mitingleri bir kez daha Kürt halkının bu toprakların en temel demokratik direniş merkezi olduğunu gösterdi. Sistem ne kadar inkar etse de tasfiye etmeye çalışsa da bu durum böyle. Yaklaşık elli yıllık Kürdistan özgürlük mücadelesi, Kürt halkının toplumsal bilincinin, demokrasi ve özgürlük ısrarının yapı harcı olmaya devam ediyor. Newroz bu yönüyle resmi inkarcılık karşısında toplumsal hakikatin en yalın, en dolaysız dışavurumu oldu, oluyor. Milyonlarca Kürdün devlet ile arasına koyduğu siyasal mesafeyi göstermesi itibariyle de komploculuğa en net cevaptı.
*Newroz’un hemen ardından 17 Nisan’da Türkiye Zap, Avaşîn ve Metina’ya yönelik “Pençe-kilit” adı altında bir operasyon başlattı. Halen devam eden bu operasyonla hedeflenen ne oldu?
İçerde Abdulhamidvari istibdat rejimini tahkim etmek için dışarıda Enverist bir politika olarak değerlendirilebilir. Uzunca süredir AKP-MHP iktidarının karakteri budur. İttihatçılık ve İslamcılığın birlikte zuhur ettiği bir karakterdir. İçerde adım adım bir istibdat rejimi yarattılar. Bu rejimin son taşlarını da Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye ederek döşemeye çalışıyorlar. Bu konuda hem ulusal hem de uluslararası sistem güçlerinin kendilerine açtığı bir kredi var. İktidardaki ömrünün bu politikalardaki başarıya bağlı olduğunu en çok da kendileri bilmektedir. Özetle Türk ulus-devlet sisteminin varlık gerekçesi olan Kürt inkarcılığını, kendi iktidar bekasıyla buluşturan bir rejimden bahsediyoruz. Ancak unuttukları bir şey var; Abdulhamid’e istibdat rejimi, Enver’e ittihatçılık yar olmadı.
* Türkiye’nin bu operasyonlarda kimyasal silah kullandığı yönündeki tartışmalara ilişkine neler söylemek istersiniz?
“İnsanlığa karşı suç” tarihlerini örtbas eden geleneğin doğal bir sonucuyla karşı karşıyayız. Dönemin hükümetinin Dersim Katliamı’nda kullanılmak üzere Nazi Almanya’sından tonlarca kimyasal gaz ve silah aldığı devletin resmi belgelerinde mevcut. O Nazilerin torunları kendi katliam tarihleriyle yüzleştiler ve Yahudi anıtının önünde diz çöküp özür dilediler. Ancak bu ülkede Seyid Rızaların, Şeyh Saitlerin halen mezarları belli değil. Zihniyet bu olunca özgür Kürde dair her hakikatin toprağın altına ve meçhule gömülme geleneği de devam ediyor. Güncel olarak da savaş halinde bile yasaklanan kimyasal silah kullanımına başvurulması, ömrü dolmakta olan bir rejimin son çırpınışlarıdır.
*Operasyon kapsamında Türkiye’nin, Federe Kürdistan’da buluna Zaxo’nun Perex köyüne yönelik saldırısı da yaşanmıştı. Bu konuda neler ifade etmek istersiniz?
Sivil katliamları ve kimyasal silah kullanımı gibi suçlar, Kürdistan coğrafyasında işlendiğinde egemen dünyanın ortaklaşa bir sessizliği var. Esasında bu sessizlik, zenginliğini, iktidarını Kürt halkını sömürge koşullarında tutarak sağlayanların sessizliği. Kapitalizm ve onun en büyük sermaye ve şiddet birikim modeli olan ulus-devletlerin gerçeği bu. Hukuk, kendi sınıfsal çıkarlarının egemenlik aracı neticede. Bu her yerde böyle. Bakın Katar’da oynanan dünya kupası öncesi yapılan stadyumlarda ölen binlerce göçmen işçi, popüler kramponların altında sessizce gömüldü. Yine Ferhat Encu yoldaşımıza yönelik polis şiddeti karşısındaki sessizlik, yıllardır “milli irade hukuku” adı altında milleti sömürenlerin kendisini ele verdi. Dolayısıyla katledilen Kürt çocuklarının, göçmen işçilerin ve Kürde atılan tokadın hesabını burjuvazinin egemenlik araçlarıyla değil örgütlü halk gücü ve onun adaletiyle sormaktan başka şansımız yok.
*Kimyasal silah kullanımının tartışılması ile birlikte TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve gazetecilerin tutuklanmasına ilişkin neler söylemek istersiniz?
Kürt gazeteciler basının; Şebnem hoca da bilimin onurunu korudukları için hedef alındılar. “Savaşta önce gerçekler ölür” denir ya gazeteci arkadaşlarımız ve Şebnem hocamız gerçeğin yanında saf tuttular. Gerçekleri toplumdan gizlemek isteyenler için en tehlikeli şey de bu hakikat savunuculuğu oluyor. Özgür yaşam umudunu, hakikat savunucularına borçlu olduğumuz bilinciyle önlerinde saygıyla eğiliyoruz.
*Yılın önemli gelişmelerinden biri ise Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik politikası oldu. İktidarın bu ısrarındaki amaç neydi?
DAEŞ komşularıyken rahatsızlık duymayanlar, barışçıl-demokratik öz yönetimi dışında bir hedefi olmayan Kürtlerin komşuluğundan rahatsızlık duyuyor. Bu durumun kendisi bile iktidarın ideolojik duruşunu ele veriyor. Dincilik ve milliyetçilikle iktidarına rıza üretmeye çalışan bir rejimle karşı karşıyayız. O nedenle son yıllarda tekrarlanan “ilkbahar gelir Güney Kürdistan’a saldır, sonbahar gelir Rojava’ya gir” politikası devrede. İstiklal katliamını, kendi iktidarının istiklal savaşına çevirmek istemesinin nedeni de bu. Uluslararası koşulların yarattığı boşluklardan yararlanma fırsatçılığı, her koşulda küresel kapitalist düzene hizmetçilik ve bunun karşısında sınırsız Kürt düşmanlığı konusunda taviz koparmak, bu iktidarın özeti.
* İktidarın savaş cephesinde bunlar yaşanırken bu yıla ittifak tartışmaları da damgasını vurdu?
Cumhur ittifakı savaş politikasıyla, algı operasyonlarıyla, yargı tehdidiyle toplumu ve siyaseti arkasına dizmenin peşinde. Elinde başka bir seçenek de kalmadı. Bu politikalarla ya tekrardan herkesi teslim alacak ya da bu oyun bozulacak, teslim olacak. Ortası yok. Millet ittifakı da salt Erdoğan ya da AKP karşıtlığıyla işi kotarmanın derdinde. Buraya sıkışmış bir siyaset, mevcudun başka bir görünüm altında restore edilmesinden başka bir sonuç doğurmayacak. Rejimin kendisini sürekli ürettiği bataklığı kurutmak bir yana kendilerini de buradan kurtarma niyetleri yok. Yükselen savaş siyaseti, Kürt inkarcılığı, milliyetçilik, bu bataklığı canlı tutuyor. Artan işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, özelleştirmeler, doğa kıyımı ve birçok alanda yaratılan adaletsizlikler hep bu bataklıktan besleniyor.
* Bu yıl Emek ve Özgürlük İttifakı da kuruldu. Bu ittifak önümüzdeki yıl için halklara nasıl bir umut vaat ediyor?
Yaklaşık on iki yıldır ilmek ilmek ördüğümüz HDK ve HDP gerçeği var. Kendisini ezilenlerin yolu olarak tarif eden bu deneyime Emek ve Özgürlük İttifakı’yla yeni bir halka eklendi. Türkiye ve Kürdistan’daki tüm ezilen kimliklerin belirli bir politik ve toplumsal hedef etrafında gün be gün kendisini büyütmesinin kıymetini bilmek gerek. Bu yan yana gelişleri desteklemek ne kadar önemliyse toplumsallığını derinleştirmek-yaygınlaştırmak, sürekli kılmak, stratejik bir hatta oturtmak da bir o kadar önemli. Vaat ettiği umut, toplumsal potansiyelinde. Buna inanmamız gerekiyor. Hakeza toplumsal ihtiyaçlar da örgütsel ihtiyaçlarımızdan daha acil. Bu tespitten hareketle emeğin ve özgürlüğün ittifakında buluşan örgütler, yüz metre koşucusu gibi süratli, maraton koşucusu gibi dayanıklı olmak zorunda. Başta seçim süreci olmak üzere faşizmi devirmek yüz metre koşumuz, seçimlerden sonra demokratik bir sistem inşasıysa maratonumuz olsun.
* Son olarak İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verildi. Verilen bu cezanın arkasındaki politik hamleler nelerdir?
Seçilmiş iradeye yönelik her anti demokratik müdahaleye amasız fakatsız karşı durmak zorundayız. Bu demokratik siyasetin, halk iradesine saygı ilkesinin olmazsa olmazı. Öte yandan İmamoğlu’na verilen ceza, iktidarın bugüne kadar yaptıklarıyla yetinmeyeceğinin de bir başka kanıtı. İktidarda kalmak için yapabileceklerinin sınırının olmadığını biz biliyorduk ama bunu artık salt Erdoğan karşıtlığıyla yetinenlerin de görmesi gerekiyor. HDP belediyelerine kayyum atanırken kendi belediyelerine sıranın gelmeyeceğini, HDP vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılırken kendilerine dokunulmayacağını düşünmek, tek kelimeyle yaptıkları “tek adam diktatörlüğü” tespitine aykırı. Saray rejimi, Kürt siyasetinden başlayarak adım adım her yeri zapt u rap altına almaya çalışıyor. Öte yandan 6’lı masa içerisinde birileri de bu iktidar salvolarını alternatif ittifaklarının zemini haline getirmeye çalışıyor. Olur olmaz, tutar tutmaz ayrı bir konu. Ancak Erdoğan iktidarının kendilerine dönük hamlelerine hazırlıklı olmayanlar da bu kaos içerisinde iç iktidar kavgası yürütenler de siyaseten ahmaklığın ötesine geçemeyecekler.
İSTANBUL