Bazı yazarlar vardır; bakış açıları özgün, anlatımları farklıdır. Anlatımı rahattır, zorlamaz kendini de, sizi de. Diline gelen kalemine dökülmüştür. Birer aforizma gibidir yazdıkları. Bir cümleye koca bir içerik ve derin anlamlar yükler. İşte bu düşünür ve yazarlardan biri de “Dünya Öğretmeni” lakaplı, Hindistanlı düşünür ve yazar Jiddu Krishnamurti’dir.
Kimi kağıda döker hikayesini, kimi yaşamına, duruşuna ve söylemine. Krishnamurti daha çok konuşmaları ve söyleşilerine yansıttı düşüncelerini. Kayıt altına alınan söyleşileri sonrasında kitap haline dönüştürüldü.
İnsanın değerlerini, düşüncelerini derinden etkileyen ve yeni, özgür bir bakış açısı gösteren düşünür tek amacının insanın özgürleşmesi; insanın sınırlarını yıkmak konusunda yardımcı olmak olduğunu söyler. Ona göre sadece özgür akıl sevginin ne olduğunu bilebilir.
Krishnamurti özgürlüğün, kendimizi toplumdan soyutlamak, toplumun acılarından, kargaşalarından, kurallarından soyutlanmak ve tüm bunlara karşı tepkisizlik göstermek olduğu düşüncesine karşı çıkar. O yaşanan hiçbir olayı bastırmadan, yadsımadan sorgulamamızı öğütler ve özgürlüğü, ancak bu koşullar yerine getirildiğinde bireyin ulaşabileceği bir konum olarak düşünür. (Bilinenden Kurtulmak – Çeviri: Ayşegül Korkmaz-Omega Yayınları)
Kaynaklar onun 1895 yılında Hindistan’da brahman bir babanın sekizinci çocuğu olarak dünyaya geldiğini, altı yaşında mistik bir derneğin temsilcilerinden biri tarafından fark edilip. Londra’ya okumaya gönderildiğini belirtiyor. Krishnamurti on yıl İngiltere’de eğitim aldıktan sonra, 1920 yılında Paris’te üniversiteye yazıldı. Dünyayı gezdi, okullarda dersler verdi. Ders vermekten çok dinleyenlerin kendilerini sorgulamaları, söylenenlere körü körüne inanmak yerine kalplerinin derinliklerine bakmaları ve kendi varlıklarının hakikatini bulmaları gerektiğini vurguladı.
Krishnamurti, bireyin özgürleşmesi bahsinde oturup kitap yazmış değildir. Farklı yerlerde çeşitli söyleşileri ve yaptığı konuşmalardan derlenerek kitap haline dönüştürülmüş.
Kalıplaşmış düşünce ve inançlardan nasıl sıyrılabileceğimizi varsayımlar üzerinden anlatmaya çalışır. Sadece tek bir şeyi referans alarak düşünmenin handikaplar taşıdığını belirtir. “Başkalarının benden farklı düşünmesine karşı değilim ama onların bana düşüncelerini, yaşamla ilgili görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmalarına katlanamıyorum.” O, kendisine kabul ettirmeye çalıştıkları statülere de karşıdır. Otoriter olmadı ve mürit- mürşit ilişkilerine her zaman tepkili oldu. Duruşunu ve konuşmalarını da eşit ve dostluk düzeyinde sürdürdü.
Ona göre derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir.
Şu sözleri günümüz dünyası için geçerliliğini korumaktadır: “Milliyetçilik sahte bir tanrıdır fakat milyonlarca insan bu konuda savaşa gidebilir, yok edebilir, öldürebilir ya da ölebilirler. Bu durum politikacılar tarafından kullanılır ve sömürülür.
Katliamla, savaşla, baskıyla; sevgiyi, iyi niyeti, kardeşliği ve özgürlüğü yaratamazsınız. Nefret nefrete yol açar, tıpkı şiddetin şiddete yol açtığı gibi. Sadece doğru araçları -sevgi ve barış- kullanarak makul, barışçıl ve yaratıcı bir dünyanız olacaktır.
Otorite zihni belli bir yönde düşünmeye ikna edebilir. İnsanın içsel bakışı olmadığı sürece harici iktidar ve mevki büyük önem kazanır; o zaman birey giderek daha fazla otoriteye ve zorlamaya teslim olur, başkalarının oyuncağı haline gelir.”
Krishnamurti, vasiyetinde; “ben sıradan bir insanım, beni sıradan bir biçimde uğurlayın” demiş. Mezarının üstüne tapınak dikilmemesi amacıyla bedeni yakılmış ve külleri gökyüzüne serpilmiş.
Felsefesi, görüşleri, hayata bakışı ve hayata kattığı anlamları bakımından bizi çoğaltan böyle yazarları okumak iyi gelir.