Toplumsal mücadelelerde meseleyi salt şahıslarla ya da partilerle sınırlı ele alan aktüel okumalar, hakikati perdeleyen bir rol oynayabiliyor. Görünen, arkasındaki egemenlik ilişkileriyle ve tarihsel süreçleriyle ele alınmadan görünür olmuyor. Yanı sıra politik mücadele şahıslara daraltıldıkça bilinci dumura uğratılan kitlelerin özne olma kimliği de aşınıyor. Bu durumda burjuva siyaset anlayışı ve zemini güçleniyor. Özellikle devlet ve iktidar alanına dairse söz konusu olan, bilinci canlı tutmak da kaçınılmaz oluyor. Sistemin ideolojik ve zor aygıtlarının an’a yayılmış saldırılarının olduğu günümüz dünyasında bu okuma biçimi, aynı zamanda toplumsal öz savunma anlamına da geliyor.
Ulusal ve uluslararası hegemonik güç ilişkilerinin merkezinde şekillenmiş sistem partilerinin sözlerini, ezilenlerin kolektif hafızasının terazisinde tartmak da bu öz savunmanın olmazsa olmazı. Meclis’teki son bütçe görüşmelerinde devletluların sözlerine tekrardan tesadüf ettik. Kendilerine yapılan eleştirileri, itirazları, “Amerika’nın çocuklarısınız” söylemiyle savuşturmak istediler. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali, ABD’nin emperyal politikaları sayesinde on yıllarca iktidarda olanlar, tam da bu politikalardan zarar görenleri suçluyorlar. Benzeri her milliyetçi hamasetin, karşısındakini tariflemenin değil kendi gerçeğini gizlemenin yöntemi olduğu artık bir sır değil. Tarifini yapacak olursak; -yeşilinden beyazına- ideolojik Türkçülük, kapitalizmin hizmetine koşturulmuş bir aparat ve kapitalizmle bir suç ortaklığıdır.
Peki o halde kim, kimin çocuğu? Tarihe kısaca bir göz atalım. 1950’li yıllar… Kimi Türk subayları Amerikan Kara Harp Akademisi’nde özel harp eğitimi alırlar. Sonraki yıllarda yurda dönen bu subaylar, komünizmle mücadele adı altında Türk milliyetçiliğinin önemli figürleri olurlar. Görevleri bitmez, askeri darbelerin önde gelen isimleridirler artık. Çocukluk hikayesi devam eder; 1969 yılında -bilinçli mi tesadüf mü ayrı bir tartışma konusu- 6. Filo’ya karşı namaz kılanlar, namaz sonrası ABD’nin boğazdaki askeri varlığını istemeyen devrimci gençlere saldırırlar. O gün “Yankee go home” diyen sosyalistlere saldırarak “welcome” siyaseti yapan gelenek, bugün ülkeyi yönetiyor. Günümüze doğru gelelim. AKP’nin kuruluşundan altı ay sonra Erdoğan ve Gül, Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’na katılırlar. Forum sonrası Erdoğan, “Amerikalı dostlarımıza birinci elden bilgi verdik. Amerikalı dostlarımız partimizin radikalizmden uzak bir parti olduğunu tespit etmişlerdir” der. Yine AKP’yle devam edelim. Kasım 2002’de ilk defa iktidar olurlar. Hemen bir ay sonra Aralık 2002’de dönemin ABD Başkanı Bush ile görüşmeye gider Erdoğan. Bu görüşme öncesi ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Bush’a gizli bir yazı gönderilir. Bu yazıda, “Türkiye’nin en güçlü politikacısı olan Tayyip Erdoğan, Irak ve ABD’nin diğer stratejik çıkarları konusundaki kamuoyu görüşünü etkileyebilme yeteneğimiz açısından anahtar nitelik taşıyor” ifadelerine yer verilir. Yine yeniden AKP. Mart 2006’daki konuşmasında Erdoğan, ABD’nin “ılımlı İslam” politikasını merkezine aldığı BOP için, “Biz Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlarından birisiyiz” sözlerini sarf eder.
Köşemiz elvermediği için AKP hükümetleri döneminde yapılan rekor özelleştirmelerden, ulusal-uluslararası şirketlere tarım ve yerleşim alanlarında verilen maden ruhsatlarından bahsetmiyoruz bile. Bütün bu tarihsel-güncel örneklerin gösterdiği tek şey var. Kutsallaştırılmış vatan, kadim halkların vatansızlığıyla; göndere çekilmiş bayrak, topluma karşı işlenmiş suçların örtüsüyle; dayatılan dil, ötekinin dilsizliğiyle; inşa edilen devlet, azami kâr ve sermaye birikiminin palazlandırdığı tekellerle sonuçlandı. Vesselam; milliyetçilik, dincilik, iktidarcılık ve cinsiyetçilikle örülmüş sistemin tek kazananı, küresel kapitalizm ve onun “yerli ve milli” iktidarları olurken, kaybedeni bu toprakların çocukları oldu. O halde kim Amerika’nın çocuğu? Bu sorunun en iyi cevabını 12 Eylül darbesini dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a haber eden CIA’nin Türkiye Şefi Paul Henze veriyor: “Bizim çocuklar başardı.” O vakit bize de sıkça dile getirdikleri sözü kendilerine iade etmek düşer: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”