İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve siyasi yasak kararı Türkiye siyasetinde kritik bir kırılmanın başlangıcıdır. Dünya ve Türkiye kamuoyunda geniş yankı uyandıran karar, Türkiye siyasetinin nereye evrileceğinin ya da önümüzdeki dönemde siyasetin nelere gebe olduğunun da güçlü ipuçlarını barındırıyor.
Dünya basını bu gelişmeyi, Erdoğan’ın en güçlü rakiplerinden birinin yargı eliyle tasfiyesi girişimi olarak yorumladı. Bu değerlendirme eksiktir. Karar tek başına İmamoğlu’nun şahsına yönelik olmadığı gibi 2023 seçimlerini de aşan bir içeriğe sahiptir. Ya da iktidarın “pek mahir analistlerinden” Şamil Tayyar’ın yönlendirme içeren değerlendirmesinde yaptığı gibi yargı ve o yargıya hükmeden siyasi aklın 6’lı Masa adına aday belirleme girişimi olarak değerlendirmek de yanılgılıdır. Elbette bu siyasi mühendislik müdahalesinde pek çok hesap var ve yapılan değerlendirmelerin pek çoğu da şu veya bu düzeyde söz konusu hesapların içinde yer alıyor. Öncelikle karar, 2015 yılından beri Kürt siyasetine ve demokratik muhalefete yönelik yürürlükte olan siyasi darbe sürecinin boyut değiştirdiğinin ve yeni bir evreye girdiğinin ilanıdır. Diyarbakır’da halk iradesine karşı başlatılan darbe süreci bu kararla birlikte İstanbul’a ulaşmıştır. Kayyım rejimi ve siyasi darbe süreci İmamoğlu kararı ile birlikte level atlamıştır, hukuksuzluğa ve darbeye göz yumanlar artık doğrudan bu darbenin hedefindedir. “Ama bu kadarı da fazla” diyen şaşkın muhalifler ve kendine demokrat yorumcular açısından durum şaşırtıcı olsa da biraz tarih bilen ve siyasi okuma becerisi olan hiç kimse için gelinen bu aşama sürpriz değildir. İmamoğlu kararının başlangıcı ve dayandığı tarih 4 Kasım 2016 siyasi darbesidir, 19 Ağustos 2019 kayyım darbesidir. Kürtler o günden beri yana yakıla adım adım bütün ülkeyi saran darbeye işaret etti; tecridin, hukuksuzluğun, siyasi mühendisliğin ve en nihayetinde darbenin asla başladığı yerde durmayacağını anlatmaya çalıştı ama nafile. “Bir musibet bin nasihatten iyidir” diyerek kendimizi avutamıyoruz da. Çünkü mesele Kürtler olduğunda, yapılan darbelere ve hukuksuzluklara sessiz kalan, hatta örtük ya da açık destek verenlerin bu yaşananlardan da ders çıkarmasını beklemek çok zor.
Bu siyasi darbe süreci İstanbul ve İmamoğlu ile de sınırlı kalmayacaktır. İktidar önünde kimi engel görüyorsa benzer yol ve yöntemlerle, Kürtlere karşı giriştiği darbe döneminde ürettiği rızadan güç alarak bunu sürdürecektir. En azından buna niyetlenecektir. İşin ucu kendilerine dokunduğunda demokrasiyi, hukuku hatırlayanları da iktidar “ama Kürtler, ama terör, ama beka” diyerek susturmaya çalışacaktır. İmamoğlu kararının daha yankıları sürerken Bahçeli’nin Meclis’te HDP’li vekillerin Kürtçe konuşmasına müdahale eden CHP’li TBMM Başkanvekili Haydar Akar’ı arayarak tebrik etmesi bunun işaretidir.
Fakat pek çok tarihsel örneği olduğu gibi hiçbir darbe mutlak değildir, ilelebet sürmez. Her darbenin bir kullanım ömrü vardır. İktidarın yarattığı siyasi darbe de ömrünü tamamlamak üzeridir. Baskıyla, zorla, hukuksuzlukla var olan ve ömrünü uzatmaya çalışan bizzat yarattığı bu hukuksuzlukla sonunu getirir. İmamoğlu kararı, siyasi elitlerde olmasa da toplumda hukuksuzluğun, darbenin ve nobranlığın ulaştığı boyut açısından esaslı bir uyarıcı etkisi yaratacaktır. Bu toplumsal uyanış halinin en önemli ilkesi ve kriteri “herhangi bir kesimin özgür olmadığı, kendisini güvende hissetmediği bir ülkede hiç kimse özgür olamaz” gerçekliği olacaktır. Bu durum siyaset gündemini ısıtacak ve değişim talebini artıracaktır. Yeni siyasi dengeler de bu siyasi kırılmanın ve toplumsal mobilizasyonun yönü ve biçimine göre şekillenecektir. İktidar ya bu durumu manipüle ederek daha sert müdahalelerin ve saldırıların zeminini yaratacaktır ya da bu kararı onaylamadığını ifade ederek göstermelik demokrat rollerine soyunacaktır. Ancak her iki yönelimde de durumu toparlama ihtimali zayıftır, hatta yok denecek kadar azdır.
Muhalefet cephesindeki hesaplara gelince, elbette mevcut gidişattan bunalan ve yeni bir çıkış arayan muhalif seçmen açısından İmamoğlu’nun siyasi pozisyonu güçlenmiştir. Ama yargı baskısının yaratacağı belirsizlik olası adaylık durumunu da zorlaştırabilir, en azından tartışmalı hale getirir. Bunu gören Akşener, hızlı bir refleksle İmamoğlu’nun yanında konumlanarak bu değişim sürecine milliyetçi cepheden müdahale etmeye çalışmaktadır. Yapılmak istenen sağ siyasetin kendini klonlama ve iktidar alternatifi haline getirme girişimidir. Kılıçdaroğlu, davanın görüldüğü gün yurt dışında bulunduğu için gelen eleştirileri göğüslemek ve mevcut krizi yönetmek açısından 6’lı Masa’da da partisi için de liderliğinin test edildiği yeni bir durumla karşı karşıyadır.
Öyle ya da böyle darbenin ulaştığı yeni boyut çok yönlü siyasi etkiler yaratacaktır. Toplumun artan değişim talebi sokağa yansıyacaktır ve esas kırılmayı yaratacak olan da bu güçtür.