En temel tüketim sektörü olan gıda sektöründe son yıllarda BİM, A-101, Şok, Migros ve CarrefourSa pazar paylarını hızla arttırdılar. Bu süreçte gıda perakende sektörü bu marketlerin etrafında tekelleşti. Pandeminin yarattığı kriz ve ekonomik kriz bu süreci hızlandırdı. Türkiye’de küçük burjuvazinin çözülüşünün hızlanmasında bu yürüyüşün payı büyük. Çünkü zincir marketlerin küçük olanlarının gıda ürünleri dâhil 750-1500, büyük olanların 5000’i aşkın çeşit ürün satmasıyla birçok sektörde baskın hale gelmelerine neden oluyor. Bakkal, manav, kasap, şarküteri, kırtasiye hatta temel tekstil ürünlerinde bahsedilen marketlerin pazar payı gitgide artıyor.
Bütün bunlar birden olmadı. Bundan on beş yıl önce neredeyse her ilçede 1-2 şubesi bulunan marketlerin şubeleri mantar gibi yayıldı, mahalle bakkalına dönüştüler. Arka planda işleri kolaylaştıran birçok düzenleme oldu elbette. Teşvikler, vergi afları, ucuz krediler… Yeter ki büyüsünlerdi.
Sermaye imparatorluğu
Gelinen noktada tekelleşmiş bir gıda sektörü hasıl oldu. Gıdanın çok kâr getiren bir “sektör” olarak belirmesinde AKP döneminde tarım ürünlerini finansallaştırma politikasının payı büyük. 1980’lerle birlikte başlayan tarımsal devlet kurumlarının devri ve TMO ve kooperatiflerin ürün depolama faaliyetlerinin sonlanması AKP döneminde lisanslı depolama sisteminin devreye sokulması ile sürdürüldü. Böylece tarımsal gıdaların depolanması için Dünya Bankası öncülüğünde kurulan ve gıdayı finansallaştıran şirket kontrollü depoların önü açıldı.
AKP döneminde süt ve süt ürünleri piyasası tekelleşmiş yedi temel şirketin inisiyatifine terk edildi. Devlet sütte, çayda, fındıkta fiyat belirleme ve alım yapmaktan çekildi. Yıldan yıla buğday üretimi kapasitesini küçülttü. Teşviklerle perakende gıda sektöründe tekelci şirketlerin imparatorluk kurmasını sağladı. Tarımsal nüfus tasfiye edildi. Daha sayılamayacak kadar çok sayıda uygulama devreye sokuldu. Bu sayılanlar birkaç örnek.
Bütün bu gelişmeler elbette eskiye öykünmek ya da hayıflanmak için sıralanmadı. Demek istediğimiz AKP eliyle bir sermaye imparatorluğu yaratıldı. Bu süreçte piyasanın rasyonalitesi en büyük belirleyici güç oldu. Erdoğan öncülüğündeki AKP mensup olduğu sınıfın bütün çıkarlarını sonuna kadar savundu. Onlara gücenecek değiliz elbette.
Erdoğan’ın görece özerkliği
Siyasal alana geldiğimizde bütün bu hizmetlerine rağmen basit bir teknokrat olmaktan öte bir konumda oldu Erdoğan. Kendisine ait bir güç alanında hareket etmekte ısrarcı olan Erdoğan’ın sermaye sınıfının devasa kârlarına rağmen zaman zaman çıkardığı marazlar, inşa ettiği rejimin kendi iç mantığının bir sonucuydu elbette. Bu marazlar çoğu zaman tatlıya bağlandı. Türk burjuvazisinin doğuştan gelen karaktersizliği onlara devletin her türlü manevrasına uyum sağlama kapasitesi veriyordu zaten. Bu yüzden bu marazlara bir biçimde uyum sağlamayı ve kârlarını katlamayı sürdürdüler.
Ama şimdi başka bir aşamaya geçtiğimiz anlaşılıyor. Erdoğan’ın rasyonelleri ile sermayenin rasyonelleri arasında bir türlü uzlaşamayan bir çelişki belirdi. Her ne kadar bu tür uyumsuzlukları çoğu zaman abartmamak gerekse de krizin derinleştiği dönemlerde belirleyiciliği artan bir çatışma bu.
Şu anda BİM krizinde ve sermaye sınıfının uluslararası sisteme entegre olan kesiminin Millet İttifakı ile olan açık flörtünde gördüğümüz gibi Erdoğan için işler zorlaşıyor. İster adına Bonapartizm deyin ister başka bir şey deyin, Erdoğan’ın sermaye gruplarının karşısında zaman zaman görünür olan “görece” özerk çıkışları sert bir biçimde sermaye sınıfının piyasayı yöneten ve bireylerin tek tek inisiyatiflerinden bağımsız olarak nesnelleşmiş altın kurallarına çarptı.
Gıda kâbusu
Erdoğan’ın seçim yürüyüşünde kendisine ayakbağı olabilecek birçok zayıf nokta olabilir ama bunların en zayıfının gıda fiyatları olduğunu unutmamak gerekiyor. Erdoğan’ın uykularını kaçıracak olan şey belki Millet İttifakı’nın adayının yaratacağı olası etki, dış politikadaki açmazlar ya da içerideki krizler değil, milyonların gıdaya erişim konusunda yaşadıkları büyük problemlerdir. Gıda krizi, gıda enflasyonu, pahalılık her neyse… Milyonların açlık düzeyinde seyreden durumu Erdoğan’ı bir şeyler yapmaya zorluyor.
BİM’de cisimleşen öfke aslında tüm zincir marketlere yönelik bir öfke. Stokçuluk ve fiyat arttırımı konusunda bu zincir marketlere karşı girişilen savaş retorik düzeyde bir savaş değil. Bu gerçek bir savaş. Üstelik bu zincir marketlerin stokçuluk ve fiyat yükseltimi yaptıkları da (artan maliyetlerden bağımsız olarak söylüyorum) yüksek bir olasılık. Neden mi? Çünkü bir kapitalist-hele ki tekelleşmişse- sermayesini büyütürken Erdoğan’ın bekasını düşünmek zorunda değil. Artık Erdoğan’ın seçim hesabının ötesinde bir hesap belirleyici etkendir. Hele bir de iktidarı elinde tutan blokta merkezkaç kuvvetler harekete geçmiş, devlet içi kriz derinleşmiş, herkes kendi kendini kurtarma derdine düşmüşse.