Türkiye’de son bir haftadır, dini bir tarikatın/cemaatin yani kapalı bir topluluğun içinde doğan, büyüyen H.K.G.’nin altı yaşındayken 29 yaşındaki bir erkekle “evlendirilerek” yıllarca cinsel şiddete maruz bırakıldığı konuşuluyor.
Yaşanan bu şiddet olayı, toplumun bir kısmında öfke uyandırırken bir kısmını sessiz bıraktı. Bir kısmı ise olayın kasıtlı olarak uydurulduğunu dile getirdi. Hatta haber yapan gazetecinin tutuklanmasını istedi. İddianamede yer alan ifadeler, ses kayıtları yaygınlaşınca sessiz kalanlar cesaretlendi, harekete geçti. Bu kez yalan olduğunu söyleyenler sessizliğe çekildi. Ve kamu idaresi en başta yapması gerekeni yapmak durumunda kaldı: Çocuğu evlendiren anne ve baba ile çocukla “evlenen” erkek hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Beş ay sonra görülecek davanın ilk duruşması da öne çekildi, 30 Ocak 2023 tarihine…
Peki bütün bunlar yeter mi? Bu sorunun yanıtını vermek için en baştan başlayalım. Başlarken de Çocuk Hakları Savunucuları Ağı’nın dikkat çektiği noktalara değinelim…
Türkiye’nin de tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk Koruma Kanuna göre on sekiz yaş altındaki bireyler çocuk olarak kabul edilir. Bu tanım “buluğ çağı”, “rüşt olmak” gibi muallak ifadelerle, yaklaşımlarla değiştirilemez. Çünkü Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi evrenseldir. Yani bu sözleşmede yer alan maddeler, tanımlamalar herhangi bir kültüre, değere göre değişmez. Ve tekrar edelim, bu sözleşme 18 yaşına kadar her bireyi çocuk olarak kabul eder; onların sağlıklı, mutlu, barış içerisinde ve özgürce yaşaması için sahip olduğu hak ve özgürlüklerini tanımlar.
Sözleşme çocukların yetişkinlerin her türlü şiddetine, kötü muamelesine karşı korunması gerektiğine de vurgu yapar. Bu konuda devleti yükümlü kılar.
Çocukların evlendirilmesi ise bu sözleşmeye göre cinsel bir şiddettir. Altı yaşında ya da on dört yaşında fark etmez… Bir çocuğun evlendirilmesi insan hakkı ihlalidir. Aynı zamanda suçtur. Bu yüzden failleri cezasız kalmamalıdır. Ama bu olayda olduğu gibi failleri sadece anne, baba ve erkek olarak düşünürseniz, sadece onlar hakkında yargılama başlatırsanız olmaz. Olmaz çünkü bir çocuğun altı yaşından itibaren cinsel şiddete maruz kalmaya devam etmesi sadece bu kişilerle ilgili değildir. Bu çocuğun okula gitmediğini fark etmeyen muhtardan, gitmesi gereken okulun yönetimine, olayı bilip de susan, suçu bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeyen yetişkinlerden, sıradan bir sağlık hizmeti alırken çocuğun durumunu fark etmeyen hekimlere – Kemik yaşı tespiti isteyen hekimden söz etmiyorum. Oraya kadar başka hiçbir hekim çocuğu görmedi mi?- kadar bu ihlalde, bu suçta sorumluluğu olan herkesin bu olayla bir ilgisi, bu suçta bir ortaklığı var.
Ama bu da yetmez… Yargılanması gereken başkaları da var. Çünkü yaşanan bu olay çok derin ve toplumun her yerine işlemiş bir çocuk düşmanlığıdır.
Çocukların bu tür kapalı ortamlarda maruz kalabileceği şiddet riski çok açıkken bu şiddeti önlemeye dair yıllardır hiçbir şey yapmayanlar; Çocuk Koruma Kanunu’nun defalarca söylenmesine karşın önleyici bir yaklaşıma kavuşturmayanlar; çocuğa yönelik pek çok cinsel şiddet failini bin bir sebeple cezasız bırakanlar; her bir çocuğun erişebileceği, güvenilir, anadilinde şikayet mekanizmasını kurmayanlar; cinsel şiddet de dahil çocuğa yönelik şiddeti ortaya çıkartan çocuğu korunmaya muhtaç, savunmasız göstererek onu yetişkinin karşısında güçsüz bırakıp böylece yetişkinlerin elinde bulundurduğu gücü kaybetmesini engelleyenler; çocuğu nesneleştiren, kendi çıkarları, arzuları için üzerinde tahakküm kurmakta çekinmeyenler, bunu meşru görenler; çocuk için en güvenli yerin aile olduğu “büyük yanlışını/yalanını” devam ettirenler; aileyi korumak adına İstanbul Sözleşmesi’nden çıkanlar; çıkılmasını talep edenler; cinsel şiddete maruz kalan çocukları güçlendirecek, onların hayatla bağlarını yeniden kurmasını sağlayacak mekanizmaları hayata geçirmeyenler; çocukların sesini kısan, onları değersiz, irrasyonel gören, kamusal alanda çocuklara yer açmayanlar; çocukların maruz kaldığı her ihlal durumlarında çocuğu değil faili ya da sistemi koruyanlar da yargılanmalı… Yargılanmaları yasal olarak mümkün olmayanlar da yaptıkları ve yapmadıklarıyla ve aslında düşmanlıklarıyla yüzleşmeli ve bulunduğu yerden hemen çocukların haklarını savunmaya başlamalı. Hiçbir çocuğu ayırmadan, onların hak ve özgürlük sahibi bireyler olduğunu kabul ederek ve elbette onlar adına değil onlarla birlikte.
Yoksa “asla kabul edilemeyecek kadar kötü bir başka olaya kadar” çocuklar bu türden şiddete maruz kalmaya devam edecek…