Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, pandemi nedeniyle verilen zorunlu iki yıllık aranın ardından 39. kez gerçekleştirildi. 3 Aralık günü başlayıp, 11 Aralık günü sona eren fuara bu yıl bine yakın yayınevi, marka, kamu kuruluşu katılırken, fuarda 350 binden fazla kitap çeşidi yer aldı. Bir-iki gün içinde kesin rakam açıklanacaktır ama fuara 800 bine yakın ziyaretçi bekleniyordu.
Fuarda Yunanistan, Arnavutluk, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan ve Kosova’nın da içinde bulunduğu yayınevi temsilcileriyle telif anlaşmaları yapılırken, Almanya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri ve Romanya’dan yayınevleri de fuarın uluslararası kesiminde yer aldı.
İstanbul Kitap Fuarı’nda panel, söyleşi, atelye çalışmaları ve çocuk etkinliklerinden oluşan 300’e yakın etkinlik yer aldı. Söz konusu etkinliklerde ve imza günlerinde iki bin civarında yazar okurlarıyla buluştu. Böylesine dev kültür şöleninin, medyamızda hak ettiği oranda kendine yer bulduğu söylenemez. Neden mi?
Nedenleri o kadar uzun ki, anlatmaya-yazmaya nereden başlasak bilemiyorum. Öncelikle devlet aklının fiziki sahipleri, uzanabildikleri her yerde savaş halindeler. Her gün bir yerleri bombalıyorlar. Her bomba, -öyle olmadığı halde- bize düşman olarak gösterilen halklardan çoluk çocuk herkesi öldürürken, içerideki halkları ise her geçen gün biraz daha yoksullaştırıyor. Böylesi bir ortamda kitap okumak mı?
Oysa halkın ekmeği küçülürken, belki de kitap daha da gerekli hale geliyor. Sadece gazete ve dergilerde değil, kitaplarda da kâğıda baskının asla bitmeyeceğine inananlardan biri olsam da, teknolojiye karşı çıkacak değilim. Kitabı bizzat kendisi okumaktansa, artık dinlemeyi seçenlere bir şey diyemiyorum. Yeter ki, kitapla bir şekilde buluşulsun.
Ancak daha bu tartışmaya bile henüz gelemedik. Çünkü bu fuar ardından da -birkaç büyük haricinde- yayınevleri yine hayal kırıklığı içinde olacaklar. Fuarda sattıkları kitapların tutarı, fuardaki minik yerlerine ödedikleri kiraya ve diğer masrafları karşılamaya yetmeyecek. Yani zarar edecekler. Fuara gidişi, potansiyel okura kendisi gösterme, yani bir nevi reklam olarak değerlendirip, zararı sineye çekecekler.
Fuardaki stand kiralarının aşırı pahalı olduğunu savunanlara yeni yayınevleri katılacak ve kitap satış ortamları çok daha fazla şekilde en büyük birkaç yayınevine kalacak. En küçük yayınevleri, birer birer iflas edip, piyasadan çekilecek. Oysa büyük hayallerle kurulan her yayınevi, bu sektöre büyük bir meydan okumadır. Her yayınevi kuruluşunda, yel değirmenleriyle mücadele etmeye azimli Don Kişot’tur.
Böylesine büyük fuarlara gidemeyen ‘küçük’ yayınevlerinin kitaplarını tekelci dağıtım şirketlerine kaptırmadan okurlara ulaştırabilecekleri ortamlar bulması gerekiyor. Belki CHP’li belediyelerin ucuza ya da bedavaya sağlayabileceği yerlerde alternatif fuarlar düzenlenebilir. Oysa AKP’li belediyeler, kimsenin adını bile bilmediği kendi çevresinden insanların kitaplarına daha matbaada iken milyonlar ödüyorlar.
Her biri ışığa doğru uçup, orada yanan ateş böceklerine benzettiğim ‘küçük’ yayınevlerinin yaşamını idame ettirebilmesinin bir yolunu bulmak gerek. Bugünlerde yaşadığımız cendereden çıkabilmek için okuyan, dünyada olup bitenleri kavrayıp, ona göre davranmasını bilen insanlara o denli çok ihtiyacımız var ki…