Sınıflı toplumlarda sınıflar ve toplumsal kesimler gücü ve örgütlülüğü oranında geleceğini belirleme iradesine sahip olabilir. Geleceğini eline alma iradesi için ideolojik olarak duru bir akıl bu dönemde belki de her zamankinden daha önemli.
Geniş emekçi kesimlerin bunca yoksulluğun ve pahalılığın altında ezilirken pasif bir şekilde seçimi beklemesi; akılların karışık olmasının, yol göstermesi gereken deniz fenerlerinin ışığının sönük olmasının ve yer değiştirip durmasının sonucudur.
İşçi sınıfını örgütlemek, devrimci mücadelede ve demokratik toplum inşasında öncüleşmesini sağlamakla birinci dereceden sorumlu olan sosyalistlerin bu açıdan durumunu ele almadan ülkenin gerçek anlamda bir değişim sürecine girmesini bekleyemeyiz.
Saray rejimi, faşizmi kurumsallaştırma adımları atarken neoliberal politikalarla yıkıma uğramış toplumun gerçekliğine geldi dayandı. Sıradan bir pahalılıkla değil, geniş kesimlerin açlık sınırının altında yaşadığı bir durumla karşı karşıyayız. Üç öğün beslenmenin lüks olduğunu, emekçilerin çoğunluğunun öğün sayısını bire düşürme noktasına geldiğini görüyoruz. Asgari ücret civarında bir ücretle çalışanların oranının %50’ye yakın olduğu ve asgari ücretin de açlık sınırının altında olduğu, gerçek işsiz sayısının 7,5 milyon olduğu ülke gerçeğinde Saray rejimi rıza devşirmekte zorlanıyor. İktidarı boyunca emekçilerden şu ya da bu yolla rıza devşirebilen Saray’ın gücü neoliberal yıkımın geldiği konakta artık buna yetmiyor. Ancak çok iyi biliyoruz ki hiçbir otoriter iktidar kendi kendine, sırası gelince ve sadece seçimle gitmez. Nasıl gittiği ve yerine kimlerin geldiği güçler dengesinde, örgütlü güçlerin iradesi ile belirlenecektir.
Sosyalistlerin görevi temsil ettiğini iddia ettiği emekçileri örgütlemek, iradeleşmesi için mekanizmalar yaratmak ve politikalar üretmektir. Uzun zamandır bu görevin yerine getirilemediğini biliyoruz. İdeolojik sorunlar bu konuda belirleyici bir yerde durmaktadır. Reel sosyalizmin yıkılışı ardından ağır bir post modern süreç, onun ardından da post truth dönem yaşanmaktadır. Geleceğini eline alma iradesini geliştirmek buna inanmadan olmaz. İnanç yoksunluğu post Marksizm’in etkisinde sınıfın öncülüğü meselesinin sorgulanmasıyla daha da girift bir hal almıştır. Kimlikler mücadelesinin öne çıktığı dönemde sınıfın öncülüğü rafa kaldırılmış, sınıf gerçeği flulaşmıştır. Bir diğer taraftan da kapitalizmin yapısal dönüşümünü, sınıfın parçalanan yapısını, kalıcılaşan işsizliği ve güvencesizliği görmezden gelen Ortodoks yaklaşımların sınıf çalışması adına bir arpa boyu yol alamaması, kimlikler mücadelesiyle rüzgârı arkasına alan sosyalistlerin dönemsel olarak varlığını koruyabilmesi ideolojik olarak savrulmanın önünü açmıştır.
Ekonomik buhranın geldiği aşamada, Saray rejiminden kurtulmak isteyen farklı kesimler işçi sınıfını hatırladı. Restorasyoncu güçlerin bir araya geldiği 6’lı masa da işsizlikten ve pahalılıktan bol bol bahsediyor. Ancak iş çözüm önerisi sunmaya gelince CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” etkinliğinde görüldüğü gibi finans kapitalin çıkarlarının korunduğu, emekçilere de sadaka vaat edilen programlar sunuluyor.
Kimlikler mücadelesinin belirleyiciliğinde “çokluk”u toplumsal uzlaşma programlarıyla örgütlemeyi düşünen kimi sosyalistler de sınıfı hatırladı. Ancak bu hatırlayış ve yöneliş stratejik bağlamda ele alınıp doğru yere oturmadığında kalıcı ve dönüştürücü bir karşılığı olmayacaktır.
Sınıf mücadelesini, neredeyse sadece sınıfı örgütlemek için yapan, stratejik ve dönemsel politik bağlamlar kurmayan yaklaşımlar da sonuç alıcı olmayacaktır. Geniş emekçi kesimlerle bağ kurabilmek için pahalılık ve işsizlik gibi güncel sorunlara dair politikalar üretmek elzemdir. Ancak yeterli değildir, sınıfın politik bir özne olarak geleceğini eline alma iradesini geliştirecek mekanizmalar yaratmak acil politik bir görevdir. Bu anlamda seçimi bekleyen değil sorunları etrafında meclislerde örgütlenen emekçiler ancak geleceğini eline alabilir. Neoliberal politikalarla fütursuzca biriktirilen servetlerin hesabını sorma, emekçilerden çalınanları geri alma iradesini geliştirerek geleceğimizi kazanabiliriz.
Saray rejimi savaş politikalarıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ağır ekonomik buhran altında ezilen emekçiler, milliyetçi kışkırtmalarla tahakküm altında tutulmaya çalışılıyor. Sınıfın özneleşmesi için mücadele ederken savaş gerçeğini görmez, Kürt sorununu görmezden gelirsek emekçilerin şovenizm kıskacında faşizmin tahakkümünde kalmasına göz yummuş oluruz. Emekçiler Saray rejiminin ideolojik tahakkümünden kurtulmadan bırakın devrimci demokrasi seçeneğinin güçlendirilmesi, faşizmin kaybettirilmesi bile mümkün olmayacaktır.