Fransız antropolog Pierre Clastres’in “Devlete Karşı Toplum” çalışmasının metodolojisi belki eleştirilebilinir, fakat söylediklerinin değerinden bir şey eksiltmez. Clastres, Devlete Karşı Toplum’da (DKT) devlet efsanesini yıkmaya çalışır. Guayaki kabilesi, Çulupi yerlileri, Güney Amerika’da yaşayan son özgün kabile sayılan Yanomanoları inceler. Toplumun ve siyasal iktidarın devletsiz var olamayacağını öne süren geleneksel antropolojiyi tersine çevirerek, toplumun temelinin devlet değil, siyaset olduğunu ve siyasal yaşamı olmayan toplumun olmadığını ama devletsiz toplumların var olduğunu söyler… Clastres bu çalışmasında ilginç konulara veri, gözlem ve kişisel anekdotlarla girdikten sonra; yerli kabilelerin yaşamından çıkardığı şey bir modernizm ve devlet eleştirisidir. Tanımı net koyar: Toplumlar devletsiz gayet güzel yaşar. Devlet olmadan toplum olunamayacağı söylemi bir safsatadır. Durum tam tersidir…
Kitabın son bölümü, toplum tezinin en güçlü vurgulandığı ve okuyucuyu ikna edebildiği kısım özelliğinde. Diğer dikkat çekici bir alt başlık da şef – iktidar – kabile çözümlemesidir. Özellikle şefini bir barış mimarı olarak mimlenmesi kayda değer. Çünkü iktidar mefhumu ile pozitif eksende kurmak zorunda olduğu mecburi ilişki, emir verememesi ile iktidar kaynağının o değil, “söze” değer veren, konuşma yetkisini kolektif akılla şefe veren toplum olduğunu söyler, hatırlatır. Arkaik toplumların sürekli devletten yoksun, oluşsuz, tarihsiz olarak algılanmasını etnosantrik bakışın günahlarından kabul eden Clastres, bu söylemin boş olduğunu, ilkel kabilelerin “pazar – üretim – piyasa” realitesini analiz ederek çürütüyor, yani geçim ekonomisi üzerinden sert bir eleştiri getiriyor…
***
Diğer bir çalışması olan “Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu” kitabında ise devletsiz toplumların kendini korumak için geliştirdiği aygıtlara odaklanır. On iki makaleden oluşan eser, devletsiz toplum tezindeki temel olgu olan iktidara yoğunlaşır. Özetle “ilkel toplumlarda ayrı bir iktidar organı yoktur, çünkü iktidar toplumdan ayrılmamıştır, çünkü bir birlik-bütünlükler ve uyruklar, şef ve kabile arasında eşitsizliğin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla iktidarı elinde tutan toplumdur. İktidarı elde tutmak, onu uygulamaktır; onu uygulamak ise iktidarın uygulandığı kişilere hükmetmektir. İşte ilkel toplumların istemediği, istememiş olduğu tam tamına budur, ilkel toplumlarda şefler bu nedenle iktidardan yoksundur, bu nedenle iktidar tek vücut olan toplumdan ayrı değildir” der…
Yine ilkel toplumlar eşitlikçidir, çünkü eşitsizliği bilmezler. Orada hiç kimse öbüründen daha “değerli” değildir, üstler ya da altlar yoktur. Bir başka deyişle hiç kimse bir başkasından daha güçlü değildir, hiç kimse iktidarın sahibi değildir. İlkel toplumlarda eşitsizlik, insanları iktidar sahipleri ve iktidara bağımlı olanlar şeklinde ayıran, toplumsal bünyeyi, hükmeden ve hükmedilenler şeklinde bölen bir güç yoktur.
Bu nedenle şeflik, kabile içinde bir bölünmenin göstergesi olamaz. Şef buyruk vermez, çünkü topluluğun herhangi bir üyesinden daha güçlü değildir… Ayrıca kitapta ekonomi, aydın, marksizm, şiddet, etnografi ve mit ile ayinler üzerinden daha pek çok tez öne sürülerek “toplum” savunulur devlete karşı…
***
Özetle değinmek istediğim bir diğer kitap, Harold Barclay’ın “Efendisiz Halklar” çalışmasıdır. Bir antropoloji öğretmeni olan Barclay, tanrılaştırılan ve olmazsa olmaz hale getirilen devlet mitine saldırıyor. Aborjinler, Pigmeler, Eskimolar, Santallar, Kızılderililer ve Berberiler’e kadar geniş bir alan ve perspektifteki incelemeleri ile devletsiz düşün ütopya olmadığını, gerçek olduğunu ve söylenenin tam tersine insanlığın esas geçmişini karakterize ettiğini söylüyor. Kitap tüm bunları “anarşi” üzerinden, sekiz alt başlıkta çözümlüyor. Yazar burada anarşiyi en eski ve insanlık tarihinin en uzun dönemini kapsamış olan yönetim biçimi olarak gördüğünden sırtını bir fikre dayayarak teorisini geliştiriyor.
Geçen haftadan devamla değindiğim bu önemli eserler ve daha bunun gibi yüzlerce çalışma, içimize yerleştirilmiş sahte bir gönüllü kulluk projesinin cisimleşen hali olan devlet kurumunun neden toplum önüne alındığını açıklıyor. Bir yalanı deşifre ediyorlar ve esas meselenin toplum olduğunu söylüyorlar. Devlet değil, toplumu savunmak gerektiğinin altını çiziyorlar…