Futbol her zaman böyle değildi. Yüz bin kişilik ‘beşik’lerin faydalarının henüz keşfedilmediği çok eski zamanlarda ‘sakıncalı’ydı hatta. Savaşmak dururken top peşinde koşmak, hiç de centilmenlere göre bir şey değildi!
Arif Mostarlı
Eskiden, öyle çok eskiden de değil, şunun şurasında daha 30-40 yıl önce, henüz arsalarda, okul bahçelerinde futbol oynanabilirken, sinirli amcaların ve lüzumsuz bekçilerin en klasik repliği buydu: Keserim topunuzu bak!
Babalar da öngörülü değildi o zamanlar tabii; bu işte ileride büyük paraların döneceğini bilmiyorlardı ve ‘top peşinde koşmanın’ dersleri aksatacağı bütün ebeveynler arasında kesin uzlaşılmış bir ‘konsensüs’ gibiydi. Ve elbette, aslında dertleri biraz da yıpranan pabuçlardı. Patlamış pabuç, masraf demekti ve çoğu evde ciddi dayak sebeplerinden biriydi.
Şimdilerde yüz binlik statlarda milyonlar kazanan oyuncular koşturup, reklamları, sponsorlukları, bahisleriyle trilyonları dünyanın ekseni etrafında döndürürken, bütün bunlar ne kadar da uzak anılar gibi duruyor. Hele de şu rüşvetle kotarılmış Katar kupasında paralar su gibi akarken…
Top tepiklemenin tarihi
Ama daha eskisi de var bu işin. Top tepmek her zaman bu kadar ‘meşru’ ve yasal bir şey değilmiş meğer. Özellikle de ‘futbolun beşiği’ denilen İngiltere’de…
İlginçtir, Antik Yunan’da ve daha sonra esas olarak Çin’de ilk örnekleri görülen futbol, askeri bir spor olarak ortaya çıkarken, İngiltere’de ‘sivil’ bir aşağıdan hareket olarak beliriyor ve o yüzden de üst sınıflar arasında tedirginlik yaratıyor. FIFA, futbola benzeyen ve bilimsel kanıtlara sahip olan ilk oyunun, MÖ 300-200 yıllarında Çin’de askerî eğitim amacıyla oynanan ‘Cuju’ya dayandığını belirtiyor. Kıl ve tüyle doldurulmuş deriden yapılan bir topun, iki bambu kamışıyla sabitlenen 30-40 cm yüksekliğindeki bir kaleye sokulmasını amaçlayan bu oyunda, topa el ve kollar dışındaki her yerle temas etmek mümkün. Birkaç yüzyıl sonra da ‘Kemari’ adlı benzer bir oyun çıkıyor. Antik Yunan’da ise episkiros adlı başka bir oyun var.
Her yerde herkesle
Ortaçağ İngiltere’sinde yaşanan şey ise bugünkü futbola doğrusu pek az benziyordu ve tamamen alt sınıflara ait ‘vahşi’ bir eğlenceydi. Kural denilen şey neredeyse yoktu, oyun alanının sınırları da, oyuncu sayısı da belirsizdi. Takımlar, yüzlerce oyuncudan oluşabiliyordu ve iki tarafta eşit sayıda oyuncu olması da şart değildi. Ve tabii çok sertti her şey: Yumruklar, sopalar, Allah ne verdiyse! Genellikle şişirilmiş domuz mesanesinden yapılan topla başlayan maçlar çok uzun sürerken, kavgalar ve yaralanmalar, hatta bıçaklama vakaları rutin işlerdendi. Genellikle komşu kasabalar ve köyler arasında oynanan maçlarda ‘saha’ ise bazen kilometrelerce uzunlukta olan dar sokaklardan oluşan bir ağ, hatta bütün şehirdi. Bu da aynı anda binlerce kişinin hareket ettiği büyük bir kargaşa anlamına geliyordu.
Aristokrasinin ve genel olarak üst sınıfların rahatsızlığının kaynağı, baldırı çıplakların yarattığı bu kargaşaydı elbette; kent esnafı da bir ölçüde rahatsızdı ama asıl büyük sorun sürekli savaş halinde olan imparatorluğun militarist karakteriydi. Kral II. Edward’ın 13 Nisan 1314’te tüccarların şikâyeti üzerine yayınladığı yasak kararı bugün hâlâ arşivlerde korunuyor: “Şehirde, halkın meydanlarında büyük toplara vurmasından kaynaklanan gürültüler nedeniyle büyük bir kargaşa var ve bu tür oyunların oynanmasını hapis cezasıyla yasaklarız.”
Topu bırak ok at!
Futbol oynamak, Ortaçağ’ın büyük bir bölümünde her İngiliz için zorunlu bir meslek olan okçuluğun gözden düşmesi olarak görülüyordu ve Fransa ile 100 yıl süren savaş sırasında saray futboldan kurtulmak ve herkesi asker yapmak derdindeydi. II. Edward’dan sonra, III. Edward’ın 1363’teki yasak kararında söylendiği gibi: “Bizim krallığımızın insanları, zengin ve fakir, eskiden okçuluk yapmaya alışkındı ama şimdi yay kullanma becerisi neredeyse tamamen itibarını yitirdiğinden, tebaamız kendilerini taş, tahta ve demir fırlatmaya veriyor; bazıları hentbol, futbol, hokey, horoz dövüşleri gibi erkeksi olmayan yakışıksız sporlara yöneliyor. Allah korusun, yakında okçulardan yoksun kalacağız.” Daha sonra da, Kral Edward III, 1331’de futbolu tümden yasaklayan sert yeni yasalar çıkardı ve devamı geldi… Richard II, Henry IV ve Henry V, futbolu krallıkta yasaklayan başka yasalar çıkardı.
Ancak ilginç bir şekilde, kraliyet yasaklarına rağmen futbol hiç bitmedi. Yüz yıllık savaştan sonra da, 1600’lerde, hatta 1800’lerin başına kadar kimi zaman püriten kiliseler, kimi zaman belediyeler yasak kararları aldı ama alt tabaka futboldan hiç vazgeçmedi. Nihayet 1848’de Cambridge Kuralları ve sonra 1886’da Manchester toplantısıyla kurallar da kesinleşti ve kargaşa da kısmen sona erdi. Bu arada, ‘delikli demir’ devreye girince okçuluk filan çok geride kalmıştı artık ve aristokrasi alt sınıfların bu basit eğlencesine pek karışmaz hale gelmişti.
Sonra ise biliniyor… En son Ronaldo’nun 400 milyon euroya transferi konuşuluyordu benim bildiğim kadarıyla ve bu arada topların içinde sensör varmış, onu da öğrenmiş olduk.
Her şeyin bir düzeni var yani! Öyle domuz mesanesini tepiklemek yok artık!