İktidarın seçime sadece Rojava işgal politikasıyla gideceğini düşünen Millet İttifakı’nın yanılgısı, bu hafta tek bir mesajın verildiği, dört şiddet olayıyla kendini gösterdi.
Verilmek istenen mesajın ilk olayıyla başlayalım; iktidara çok da uzak olmayan ancak iktidar içi odaklar tarafından, mesajla birlikte devasa pastayı ele geçirme amaçlı zincir marketlere saldırı kampanyası, organize bir şekilde devreye sokuldu.
Bu kampanya, sosyal medya lincinden çıkarak, marketlere fiili saldırılar ve mafyanın alenen tehdit aşamasına kadar vardı. MHP tetikçiliğine soyunan Kürşat Yılmaz ve Alaattin Çakıcı bu devasa pasta için devrede olduklarını açıkça ortaya koymuş durumdalar. Yani mesaj net; “artık kanun yok, zorbalık var.”
İkinci olay 6 Aralık Salı günü mecliste gerçekleşti. İyi Parti ve iktidar vekilleri arasında başlayan sözlü tartışma AKP’li vekillerin yumruklu saldırısına dönüştü ve İyi Parti Trabzon milletvekili Hüseyin Örs, AKP Bursa Milletvekili Zafer Işık tarafından yumruklanarak hastanelik edildi. Örs’ün durma aşamasına gelen kalbinin hastanede elektroşok uygulanarak normal haline getirildiği belirtildi. Yani verilen mesaj mecliste de gayet açık; “artık kanun yok, zorbalık var.”
Üçüncü olay ise mecliste yaşanan ikinci olayla aynı gün Cengiz Holding binasının önünde gerçekleşti. Hani şu ülkeyi çöle çevirmek için elinden geleni yapan Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu ve muhalefet tarafından “5’li çete” diye adlandırılan grubun takım kaptanı olan firma.
Kazdağları’nda yapılması durumunda bölgedeki köylerin suyunu kurutacak, 540 hektar (5 bin 400 dönüm) orman ve 43 hektar (430 dönüm) tarım alanını yok edecek Halilağa Bakır (Altın) Madeni Projesi için verilen ÇED olumlu raporunun iptal davası için yapılacak duruşma günü, İklim Adaleti Koalisyonu üyeleri tarafından Holding’in İstanbul’daki binası önünde yapılmak istenen basın açıklamasına saldırı gerçekleştirildi.
Mehmet Cengiz’in korumaları tarafından saldırıya uğrayan 7 doğa ve yaşam savunucusu gözaltına alındı. Saldırıyı gerçekleştiren tetikçiye hiçbir engelleme veya gözaltı işlemi yapılmadı.
Halbuki yaşam savunucularının talebi netti; “iklim krizinin etkilerini yaşadığımız bu süreçte en önemli doğal yaşam alanlarımızı koruyalım.” Hem de anayasanın 56. Maddesindeki; “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” tanımıyla sorumluluğu hem devlete hem de yurttaşa verdiğini ilan etmişken, yaşam savunucuları polislerin gözleri önünde mafyavari bir saldırıya maruz kaldı.
Doğa ve yaşam savunucuları üzerinden diğer iki olaydaki gibi verilmek istenen bu mesajın da gayet açık olduğunu görüyoruz; “artık kanun yok, zorbalık var.”
Dördüncü olay 7 Aralık Çarşamba günü gerçekleşti. Eski Musul Başkonsolosu Yenilik Partisi Genel Başkanı Öztürk Yılmaz, Ankara’daki ofisinde 4 yerinden bıçaklanarak yaralandı.
Yılmaz, IŞİD tarafından esir alındığı dönemi anlattığı kongre konuşmasında, AKP ile IŞİD arasındaki işbirliğini deşifre etmişti. Yaralı olarak kaldırıldığı hastanede çektiği video konuşmasında saldırıyı Tayyip Erdoğan’ın yaptırdığını dile getirdi.
Rus uçağının Türk uçakları tarafından vurularak düşürülmesi ve yaralı kurtulan pilotun Türkiye’den cihadçı çetelere katılmış ülkücü Alparslan Çelik’in de aralarında bulunduğu bir grup tarafından vahşice katledilmesi sonrası Rusya Devlet Başkanı IŞİD ve Erdoğan ailesinin işbirliğini kanıtlarıyla görkemli bir basın açıklamasıyla dosya olarak tüm dünyaya duyurmuştu.
Bu açıklamadan sonra Erdoğan’ın nasıl tavizler vererek dosyanın Birleşmiş Milletler’den geri çektirildiğini yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var. Erdoğan’ın bu yumuşak karnına dokunan için “artık kanun yok, zorbalık var.”
Aktörler belli, niyetler açık. Buradan sonrası içerde dışarda zorbalık, şiddet ve savaş politikaları olduğunu okuyabiliyoruz. Peki iktidar neden böyle bir yolu seçiyor? Buna, faşizmin iktidar çıkmazında seçeneksiz hali olan; açık faşizm süreci diyebiliriz.
Amaç; seçimden çok, seçimi çalabilme koşullarını yaratabilmeye ve toplumsal tepki alanlarının parçalanmasına yöneliktir. Toplumsal tepki dinamiklerini ve alanlarını bugünden sindirmek, yıldırmak, yalnızlaştırmak, seçimin çalındığında sokakta yaprak kımıldamaması demektir. Tam da bu yüzden verilmek istenen tek mesaja karşı, önümüzde iki seçenek var;
Ya bu organize sindirme saldırılarına karşı kafamızı pencereden dışarı uzatmayarak, bu zorbalığın iktidarını sürdürmesine boyun eğeceğiz, ya da bu saldırılara karşı tüm toplumsal alanlarda güçlü bir karşı duruşu ortaya koyarak, zorbalığa da seçimin çalınmasına da pabuç bırakmayacağımızı ilan edeceğiz.
Kısacası önümüzde tarih yazma fırsatı var, kavgaya girersek kazanma ihtimalimiz %50, ama girmezsek %0.
İhtiyacımız olan şey; biraz cesaret, örgütlenme ve dayanışmadır. Artık mesajımızı verme vaktidir!