Kesin tarihi belli olmasa da ülke seçim sürecine girdi. CHP’nin “vizyon toplantısı” bunun en son kanıtıdır. Daha önce 6’lı masanın “anayasa değişikliği önerisi” açıklanmıştı. İktidar ise asgari ücret , EYT hazırlıkları, belki unutuldu ama yeni “büyük konut projeleri”yle aynı yolda yürüyor.
CHP’nin “vizyon sunumu” oldukça parlak, vitrin etkileyiciydi. Jeremy Rifkin’den Daren Acemoğlu’na kadar “70 kişilik kurmay heyeti”yle CHP, yakın gelecek için neredeyse cennet vadetti.” Dijital” ve “yeşil ekonomi” adımlarıyla ranttan üretime dayalı bir ekonomiye geçişin programını sundu. Bu ülkede benzer programlar kaç kez sunuldu… Vizyonu sunanın CHP olmasından dolayı “Karaoğlan” Ecevit’i ve o dönem CHP’nin “Ak günlere” seçim bildirgesini hatırlamamak elde değil.
Erdoğan’ın Urfa konuşmasında yeni bir şey yoktu. Yine “terör” üzerinden kötülükleri anlatan bir konuşma. Hatta son dönemde daha önce oynanan bir oyun yinelenmeye çalışılıyor. Tüm kötülükler teröre bağlanırken, dayanılmaz fiyat artışlarının altında ise “zincir marketler” bulunarak, yirmi yıllık AKP iktidarı aklanmaya çalışılıyor.
Bu seçimlerin özel bir yere sahip olduğu biliniyor. On yıllar süren Kemalizm döneminden yirmi yıl önce siyasal İslam dönemine geçilmişti. Siyasal İslam bunu “yüzyılın fırsatı” olarak değerlendirdi. Oldukça kısa bir sürede kendi tabanını güçlendirmek için büyük bir hızla sermeye birikimi yoluna çıkıldı. Böyle bir gidiş hilesiz hurdasız olmazdı. Öyle bir dönem içindeyiz ki, artık her şey herkesin gözü önünde yaşanır hale geldi. Düzenin ideolojik çimentoları Kemalizm ve siyasal İslam yıprandı, yozlaştı. Kurumlar keyfileşti.
Ardından ne gelecek? Bu nedenle seçim basit bir iktidar değişimi olmaktan çıkıp, egemenler arasında yıkıcı bir üstünlük çekişmesi haline geldi. Ancak asıl yıkımın sınırına halklar itildi. Ekonomik, kültürel, inanç zeminlerinde düzen inkarcı ve ezici yollar izliyor. Bu “çoklu yapısal” krizin bir seçimle değişmeyeceğini herkes biliyor. Bir başka bilinen gerçek daha var. Seçimin “normal” bir ortamda yaşanmayacağına inanılıyor; hatta olup olmayacağı da tartışılıyor.
Bu noktadan bakınca CHP’nin vizyon açıklamasından veya 6’lı masanın anayasa değişiklik önerisinden daha çok öne çıkan sorun seçime hangi yoldan yürüneceğidir? Vizyonlarla adeta cennet vadedilirken seçimlere nasıl gidileceğine bakıldığında bu yolda cehennemin saklı olduğu sır değil.
Birkaç haftadır Suriye’ye “kara harekatı” gündemin en önemli konusu oldu. Harekat kaçınılmaz görünürken son günlerde gündemin alt sıralarına geriledi. Bu konu özel olarak yazının konusu olmadığı için bu düğümün kapsamına değinmeyeceğim. Önemli olan sık sık siyasi ortamın ortasına atılan devletin bekası konusunun uzun yıllardır ortamı şekillendirmesidir. Daha doğrusu iktidar bu yolla muhalefetin siyaset yapma alanını istediği ölçüde daraltabilmiş, gerçekler hep bir terör dehşeti arkasına atılabilmiştir.
Fakat öte yandan bu araç o ölçüde kullanılmıştır ki, kaçınılmaz bir şekilde yıpranmış ve etki gücü azalmıştır. 2021 başındaki Gare operasyonu bu yıpranmışlığın bariz kanıtı oldu. Muhalefet her zamanki gibi Cumhur İttifakı’nın ardına dizilmedi. Ancak iktidar uygulamalarıyla çok yıprandığı için, normal yollardan yaşanacak bir seçim sürecinde şansının çok daraldığını bilmektedir. Cumhur İttifakı’nın “hikayesi” bitti. Devasa projeler, “ileri demokrasi” vaadleri hepsi tıkandı. Geriye “terör dehşetiyle” ömrünü uzatmak kalıyor.
Kara harekatı niyetiyle Saray bir kez daha aynı yola çıktı, ancak henüz bazı engelleri aşamadığı anlaşılıyor. Ancak burada konu engellerin aşılıp aşılamayacağı üzerine bitmek tükenmez tartışmalar yürütmekten çok bu silahı sarayın elinden alabilmenin yollarını artık inşa etmektir. Bunun yolu da yıllardır inkar edilerek yok olacağı sanılan “Kürt sorunu”nun çözümüne ciddi ve cesaretle sarılmaktır. Bu sorun görmezden gelinerek, çevresinde dolaşılarak çözülemedi. Çözülmedikçe de demokratikleşmeye giden yollar tıkandı.
Muhalefet bu seçimde HDP’nin anahtar bir role sahip olduğunu biliyor, ancak bunun gereklerini yapmaya cesaret edemiyor. Vizyon konuşmaları bir dönem savunulan yaklaşımı hatırlattı. Kürt sorununu “kalkınmanın” ardına koymak, kalkınma başarılırsa onun da adeta kendiliğinden çözümleneceğini düşünmek, bu topraklara yıllar kaybettirdi. Bir kez daha denemeye kalkmak, Einstein’ın dediği gibi aptallık olur.