Rojava’da gazetecilik yapan Mehmet Emin Mutlu, Türkiye’nin son saldırılarının arkaplanını değerlendirdi: Türkiye’nin kendi gücüne güvenmediği için saldırmadığını düşünüyorum. AKP-MHP iktidarı başarıyı garantiye almadan bazı adımları atmıyor. Güney Kürdistan’da KDP’ye güvenerek ve NATO’dan aldığı destekle bir savaş başlattı, bir ayda başarıya ulaşacaktı, sekizinci ay hala sonuç yok
Hüseyin Kalkan
Türkiye günlerdir Kuzey-Doğu Suriye Özerk Bölgesi’ne yönelik hava saldırılarını ve bombardımanı sürdürüyor. Özellikle altyapı tesisleri ve ekonomik hedefler topçu ateşi ile ve hava bombardımanı ile vuruluyor. Sınır boyundaki kasabalar ve köyler topçu ateşi altında. Bölgeyi yakından bilen Gazeteci Mehmet Emin Mutlu, hem Federe Kurdistan’a yönelik hem Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik bu saldırıların elverişli uluslararası koşullarda meydana geldiğini belirterek Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine dikkat çekiyor. Mutlu, bu konuda şu tahlili yapıyor: “Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye saldırıları ve ağustos ayında Güney Kürdistan’a yönelik saldırıları elverişli uluslararası bir konjonktürde meydana geldi. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi uluslararası dengelerde bazı değişimler yarattı. Sovyetleri Birliği’nin yıkılması ile birlikte artık iki kutuplu bir dünya söz konusu değil. Ama dünya tek kutuplu da değil. Farklı farklı gruplaşmalar söz konusu. Bir gruplardan birisi ABD’nin başını çektiği NATO, bir diğeri Sovyetler’den miras kalan Federal Rusya Cumhuriyeti, Çin ayrı bir blok, hakeza Avrupa Birliği başka bir blok. İngiltere kendi başına bazı arayışlar içerisindeydi. Kuzey Avrupa ülkeleri NATO dışında kalmaya çalışıyorlardı. Bunlar sadece askeri bloklaşmalar değildi. İdeolojik, siyasi, kültürel unsurlar taşıyor. Askeri kutuplaşma daha çok NATO ile Rusya arasında oluyordu. Ekonomik yönü daha çok Çin ile ABD arasında oluyordu. Kuzey Avrupa ülkeleri liberal demokrasi ile farklı proje savunuyorlardı. Ama Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ile birlikte dünyada tekrar bir bloklaşma başladı. ABD, NATO’yu güçlendirme adımları atmaya başladı. Bu müdahaleden önce NATO dağılma aşamasına gelmişti diyebiliriz. NATO’nun beyin ölümünden söz ediliyordu. Birçok güç NATO’nun artık gerekli olmadığını söylüyor ve NATO’dan ayrılmayı düşünüyordu. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinden sonra NATO tekrar kendini toparladı. Daha önce NATO’ya girmek istemeyen bazı Kuzey Avrupa ülkesi NATO’ya girmek için çaba göstermeye başladı. Bu süreçte Türkiye NATO üyesi olduğu için önemi arttı. Türkiye bu süreçte ikili oynamayı seçti. Ve ikili oynamayı becerdi de. Avrupa’da özgürlük hareketine karşı bazı kararlar aldırmaya çalışıyor. Türkiye’nin Güney Kürdistan’da ve Suriye’de bu kadar rahat saldırılarda bulunması yeni durumun getirdiği fırsatlar. Bu saldırlarını kimyasal silah kullanma derecesine ulaştırdı. Hem askeri hem siyasi olarak Türkiye kendine bir alan açmış oldu.”
Kendi gücüne güvenmiyor
Gazeteci Mutlu, Türk devletinin saldırılarının panik yaratmaya yönelik olduğunu, halkı korkutup kaçırmak istediğini belirtiyor. Ancak kitlelerin bu saldırılara karşı paniğe kapılmak bir yana sokaklara dökülerek mücadele kararlılığını göstermesinin bu planı bozduğunu söylüyor ve şunları ekliyor: “Rusya’nın ve ABD’nin bölgede bazı çıkarları olduğu için Kuzey-Doğu Suriye’ye bir kara haraketine izin vermeyecekleri yönündeki değerlendirmelere katılmıyorum. Bence uluslararası güçler bir hareket için sınırsız izni verdiler. Her şey için yeşil ışık yakıldı. Buna yeşil ışık mı deriz bir planlama mı deriz, nasıl adlandıracağımız ayrı bir şey, 2022 yılbaşında, NATO ile ilgili tartışmaların başladığı andan itibaren bu konuda Türkiye için bir engel kalmadı. En fazla ‘bizim bulunduğumuz yerlere dokunma’ derler. Bunun dışında Türkiye’ye bir sınır konulduğuna inanmıyorum. Öyle ise neden saldırmıyorun bence yanıtı şudur: Geçtiğimiz nisan ayının başından itibaren zaten Güney Kürdistan’a yönelik bir saldırı başlattı. Ben Türkiye’nin kendi gücüne güvenmediği için saldırmadığını düşünüyorum. AKP-MHP iktidarı başarıyı garantiye almadan bazı adımları atmıyor. Güney Kürdistan’da KDP’ye güvenerek ve NATO’dan aldığı destekle bir savaş başlattı, bir ayda bu savaşı bitirecekti, başarıya ulaşacaktı, her yeri dağıtacaktı, sekizinci aya girdik hala istediği sonucu almış değil. Aksine önemli kayıplar vermeye devam ediyor. Güney Kürdistan’da başarıya ulaşamadı, Kuzey-Doğu Suriye’de yeni bir cephe açılması onlar açısından mantıklı değil. Yer yer onlar da söylediler. Biz hazır değiliz dediler. Kuzey-Doğu Suriye hareketi için, Güney Kürdistan’daki hareketin sonlanmasını bekliyorlar. PKK’nin gücünü, Kuzey-Doğu Suriye’de gerçekleşen devrimi bence en iyi anlayan Türkiye. Neden? İstihbaratı ile siyaseti ile askeri gücü birebir günlük olarak takip eden, onunla savaşan Türkiye’dir. Uluslararası güçler içinde de bölgesel güçler içinde de PKK’yi en iyi tanıyan Türkiye’dir. Güney Kürdistan’da savaş başladıktan sonra HPG’nin nasıl bir hazırlık içinde olduğunu gördüler, yine Kuzey-Doğu Suriye’de nasıl bir devrimci halk savaşının örgütlendiğini en yakından onlar biliyor. Nasıl bir direniş örgütlendiğini çok iyi bildikleri için bence saldırmadı. Bazı noktalara saldırabilirdi. Bazı kayıplar verdirebilirdi. Ama ne ile karşılaşacağını kestirmediği için, Kuzey-Doğu Suriye’ye girdikten sonra çıkabilir miydi bunu kestirmediği için saldırmadı. Yoksa uluslararası alanda var olan dengeler özellikle son yaşanan NATO-Rusya çatışmaları Türkiye için bir zemin yarattı ve Türkiye bunu çok iyi kullandı.”
Kamplar ve ekonomi hedefte
Mehmet Emin Mutlu, saldırılar için iki hedefin altını çiziyor. İlk olarak ekonomik altyapı bombalanmış. Bombardımanın önemli bir hedefi de IŞİD’lilerin kaçmasını kolaylaştıracak saldırılar. Mutlu, bombardımanla ilgili görüşlerini şöyle özetliyor: “Saldırılar 19-20’ye bağlayan gece başladı. İlk gece Derik’ten Efrîn’e kadar hemene hemen sınır boyundaki bütün şehirler, kasabalar, köyler bombalandı. Askeri hedefler, özerk yönetime bağlı kurumlar, yine sivil toplum kurumlarının kullandığı yerler vardı. İkinci gün hedefler daha da genişledi. Ekonomik hedefler esas alındı. Buğday siloları, tahıl ambarları yine benzin ya da mazotun çıkarıldığı petrol yatakları, depolandığı yerler hedef alındı. Sağlık merkezleri, okullar hedef alındı. Sınır boyundaki bütün köyler, kasabalar rastgele top atışları ile hedef alındı. Diğer bir hedef ise DAİŞ kamplarıydı. Hol Kampı’nın etrafından savunma yapan askeri güçler hedef alındı. Hol Kampı’nın nasıl bir tehlike arz ettiğini herkes biliyor. Yine Qamişlo’da DAİŞ’lilerin kaldığı bir cezaevi güvenliği hedef alındı. Çoklu hedefler vardı. Her birinin bir amacı vardı. Bundan sonra nasıl gelişir bilinmez ama, bu geçen günleri göz önüne aldığımızda saldırılarını psikolojik yönü ön plandaydı. Yani şu askeri hedefi yok edeyim, ya da falan yeri vurayım gidip oraya yerleşeyim diye bir hedef yoktu. Adeta şunu demek istediler; ‘bakın ben sınır boyunu bir yanında öbür yanına kadar vurabiliyorum’ diye bir panik havayı yaratmaya çalıştı. Bunun işe yaramadığını, halkın işgale karşı sokaklara dökülmesinde anladık. Türkiye son bir yıldır süren savaş hazırlıklarını boş çıkaracağını göstermek istedi. Bunu başaramadı. İkinci bir adım olmayacaksa, bence bunun büyük payı var. Eğer böyle bir planlamaları varsa bu planlamaların da değişeceğini düşünüyorum. Bunu denemek istediler, bir panik havası yaratmak istediler, insanların kaçmasın sağlamak istediler, bunda başarılı olamadılar.”
IŞİD hala gerçek bir tehlike
Mehmet Emin Mutlu, IŞİD tehlikesinin sadece Hol kampından ibaret olmadığını, IŞİD’lilerini kaldığı 5-6 kamp bulunduğunu, cezaevinlerinde hala kendini emir olarak gören militanların bulunduğunu söylüyor. Mutlu’ya göre Türkiye’nin saldırılarının bir nedeni de bu militanların kaçmasını ve yeniden örgütlenmesini sağlamak. Mutlu bu tezini şöyle açıklıyor: “Biz basın olarak biraz gözden kaçırdık. Derik’te Roj kampı da var. Bombardımanın ilk gecesinde yapılan katliam Roj kampına yakın bir yer. Roj kampı Hol kampına göre çok küçük bir yer. Bunun gibi 5-6 kamp var Kuzey-Doğu Suriye’de. En büyükleri Hol kampıdır. En büyük tehlike buradadır. Bunun yanında azılı tutuklu DAİŞ’liler var. Kendisine ‘emir’ diyenler. Bunlar bir ara dünyayı yok etmekle tehdit ediyorlardı. Kamplarda bunların aileleri kalıyor. Hol kampında kadınlar, çocukları DAİŞ’li olarak yetiştiriyor, eğitiyorlar. ‘Hilafetin çocukları’ denilen çocuklar o kamplarda yetiştiriliyor. Azılı DAİŞ militanlarının hangi cezaevlerinde kaldığı genel kamuoyu tarafından bilinmiyor. Ama devletler biliyorlardır. Kendi istihbarat örgütleri aracılığı ile. Hesekê’de sanayide cezaevinden kaçma girişimleri olduğunda -o zamada Türkiye’nin bir planlamasıydı- farklı farklı bölgelere dağıtıldılar. Kamuoyunun bildiği bir şey değil nerede oldukları, nasıl tutuldukları. Bunlar büyük tehlikedir. Türkiye bu tehlikeye oynadığı için bunlar farklı bölgelere dağıtıldı ve nerede oldukları gizlendi. Hol kampının hedef alınması çok açıktır ki DAİŞ’lilerin serbest kalmasına yöneliktir. Kuzey-Doğu Suriye’de çok askeri hedef var ama bütün bunlar bırakılıp Hol kampının bombalanması, Hol kampının güvenliğini sağlayan güçleri hedef alması DAİŞ’lilerin kaçmasına sağlamaya yönelik bir girişimdir. AKP-MHP iktidarı DAİŞ’i sahaya sürmek istiyor. DAİŞ ile bir plan yürütmek istiyor, bu çok açık. En başında bunu yaptı. Ama koalisyon güçlerinin QSD ile birlikte DAİŞ’in toprak bütünlüğünü bitirmesi, onları kamplara alması, geriye kalanları hücreleri ile etkili bir mücadele yürütmesi Türkiye’nin işine gelmedi ve Türkiye sürekli buna çomak sokmaya çalıştı. Onları örgütlemeye çalıştı. Zaten bunların liderleri Türkiye’nin denetimindeki Suriye topraklarında yaşadı. Bu son saldırıda da direkt onların kaçmasını sağlamaya çalıştı.”
Gazeteci Mutlu, koalisyon güçlerini de eleştiriyor. IŞİD’e karşı bir stratejileri olmadığını söylüyor ve şunları belirtiyor: “Şüphesiz uluslararası güçlerin de burada rolü var. Uluslararası koalisyon DAİŞ ile mücadele etmek için bölgede olduğunu söylüyor. Ama DAİŞ ile nasıl mücadele edeceğine dair bir stratejisi var mı, bu tutuklu DAİŞ’liler nasıl mahkeme edilecek bu konuda bir stratejileri yok. Yani DAİŞ ile mücadele etmek günlük olarak hücrelerine karşı operasyon yapmak değil ki. Binlerce DAİŞ’li var şu anda tutuklu, bunlar ne olacak, nasıl mahkeme edilecek, ülkeleri bunları alacak mı, bunun için bir stratejileri var mı? Bu Hol kampı bir şehir, hemen hemen hepsi DAİŞ’li bunlar, ne olacak? Gelecekte bunlar dünyanın başına bela olacaklar. Bunlar nasıl topluma adapte edilecek buna yönelik bir strateji yok. Koalisyon DAİŞ’i bölgede kalmak için bahane olarak kullanıyor. Bence uluslararası güçler DAİŞ’i eskisi gibi kendilerine dönük bir tehlike olarak görmüyorlar. Ve bundan sonra DAİŞ’İ nasıl kullanabiliriz derdindeler. Ve bu konuda da Türkiye’ye bir rol biçtiklerini düşünüyorum. Aslında bir anlamda DAİŞ dosyasını Türklere teslim edilmek istendiğini ve işgal bölgelerindeki gelişmelere baktığımızda teslim edildiğini söyleyebiliriz. Gelecekte yeni bir misyonla, rolle devreye konulabileceğini düşünüyorum. Türkiye de bu nedenle çok rahat bir şekilde onları kaçırmaya dönük, onları beslemeye dönük, onları örgütlemeye dönük, yeni alanlar açmaya dönük girişimlerde bulunuyor.”