O gün de her zamanki gibi sıradan bir gündü. Sabahın köründe 5 katlı bir binanın yapımı için yola düşmüştük. Sonbahar günleri, yavaş yavaş kendini kışa hazırlıyordu. Kentimize henüz kar yağmamış olsa da, yüksek dağlarımızın heybetli duruşu beyaz örtü ile kaplanmış görkemli duruşuyla sonbahara meydan okuyordu.
Hayat çocukluğumuza, gençliğimize, kentimize, ülkemize karşı son derece acımasızdı. Çocukluğumu da, gençliğimi de yaşayamadım. Geldiğim yaşa şükrediyorum. Korkunç bir savaşın mağduru olmak, bütün acılara rağmen yaşamak, bu günleri görmek mutlu olmasam da, sevindiriyor beni. O günden bugüne yaşadıklarımızın canlı tanığı olmak, mücadelenin devam etmesini görmek, insana umut veriyor, tıpkı bugün sizinle tanıştığım gibi, diyordu inşaat işçisi A.Y. Ve devam ediyordu;
Beni köyümden koparan şey özel savaşın acımasızlığıydı ve ne yazık ki ülkenin savaş hali hala tırmandıkça tırmanıyor. Savaşın getirdiği açlık, yoksulluk, işsizlik ve en çok da okula düzenlenen bomba saldırısı beni her geçen gün biraz daha korkutuyordu. Ben Vanlı bir inşaat emekçisiydim o dönemde, 3 çocuk babasıydım. Babaydım ama, kendim de çocuktum. Bizi şeytanlaştıran, cahil bırakan, dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi, yasaklayanlar, her gün kentimizin başına çorap örmeye çalışan politika peşimi hiç bırakmadı.
Dedim ya ben şanslıyım, benden çok daha korkunç şeyler yaşayanlar da oldu. Tahmin edilmeyecek kadar büyük işkence tezgahlarından geçenler de oldu. Kahpe bir kurşuna denk gelmedim, sadist bir işkence tezgahından da geçmedim. Ancak her gün ölümle burun buruna olmak kolay bir şey değil. Olaysız bir günümüz yoktu 80’li, 90’lı yıllarda. Sokağın ortasında kurşuna dizilme, Toroslarla insan kaçırmak… Şans eseri yaşıyorduk.
Her neyse beni gurbete iten, mülteci konumuna düşüren, ardı ardına kesilmeyen bu dehşet saldırılardı.
2. kata sırtımda tuğlalar taşırken, sigara içmek için dinlenmeye çıktığım 5. katta sırtımı inşaatın kolona dayayarak sigara keyfi yapmak, manzarayı izlemek beni o güne iyi motive ediyordu. Bunu her zaman yapardım. Stresime, yorgunluğuma iyi geliyordu. O sırada düşünmek hayal etmek bir başka güzeldi.
Sıradan bir gündü. Oturduğum gibi sigaramı sarmaya başladım, bir anda korkunç bir patlama duydum. Durumu anlamak için hemen yerimden fırladım. Bağırışlar, haykırışlar çığlıklar duyuyordum. Herkesin koştuğu yere doğru ben de inşaattan inip koşmaya başladım. Durumu bilen bilmeyen herkes koşuyordu, önüme gelenlere ne oldu, ne patladı bilginiz var mı diye soruyordum. Biri “ben de bilmiyorum”, biri “patlama oldu duymadın mı?”, biri “şuradaki okula bomba atmışlar”, biri “yine bu konrtralar ocağımızı yaktı, okula bomba atmışlar” dedi…
O an yolun ortasında taş kesildim. Dilim tutuldu. Biri “keke, keke” diye iki eliyle omuzlarımı tutarak beni kendine getirmeye çalışıyordu. Şoku atlattıktan sonra hemen okula doğru koşmaya başladık. Okula yaklaştıkça kalabalıkta koşan kişi sayısı da artıyordu. Okula vardığımızda çığlıklar, bağırışlar, ağıtlar yükseliyordu. Herkes çocuklarının ismini bağırarak çağırıyor, onları bulmaya çalışıyordu. Tam bir kaostu. Benim de o okulda 3 tane çocuğum vardı. Kaç ölü, kaç yaralı vardı hatırlamıyorum. Benim 3 çocuğum da ölümden kurtulmuştu.
Her şey üst üste geliyordu. Bir yarayı sarmadan başka bir yara açılıyordu. Bir karar vermek zorundaydım. Artık yol görünmüştü o dönem herkes bir yere gitmeye çalışıyordu. Ben de kalkıp çocuklarımı alıp İstanbul’a geldim. Memleketimi terk etmek zorunda kaldım. Kaçtım da diyebilirsiniz. Yanlış kelime değil, evet savaştan kaçmıştım. Tıpkı şu an geçinemeyen yüzlerce insanın ülkeyi terk ettiği gibi, o gün ben de ülkemi terk edip buralara geldim. Dil yoktu, iş yoktu, kültür farklılığı vardı. Savaştan daha çok zorlandım diyebilirim. Erkeklik gururu olmazsa o feodal anlayışımız olmasaydı bir dakika dahi durmaz, köyüme dönerdim. Geri dönmediğim için çok pişmanım. Geldiğim için de. Bireysel bir kurtuluşa girdiğimin farkına vardığımdan beri utanıyorum. Bizim gibi bireysel kişiler yüzünde bu halde olduğumuzu da ifade etmek isterim…
Tabi çok hor görüyorlardı, günlerce ev arayışlarım devam etti. Kaç gün 3 çocukla sokakta kaldık. Ev bulduğumuzda Kürt olduğumuzu bilip, hemen vazgeçenler çok oldu. Başımızı koyacak bir yer bulsak, birkaç gün sonra kovuluyorduk. Ne yaparsak yapalım, ev sahiplerini memnun edemiyorduk. Kirasını verdiğim eve neredeyse gizli girip çıkıyorduk. Hakaret edercesine yüzümüze bakıyorlardı. Davranışları anlatamayacağım kadar kötüydü. Kaç ev, kaç ilçe değiştirmek zorunda kaldık hatırlamıyorum.
İstanbul’da yüzlerce inşaatta çalıştım. Pek değişen bir şey yok zulüm, kölelik, hak gaspları olduğu gibi devam ediyor. Bugün de sömürü iliklerimize işlemiş. Mücadele ile elde edilen haklarımızı direnerek, eylem yaparak alabiliyoruz. Asıl sorun kabul edilmemesi gereken sorunları kabul etmemizdir. Bu bize öğretilen ne alın yazısı, ne de kaderimizdir.
Derin bir iç çekiyor A.Y.. Van depreminde de aileden beş kişi hayatını kaybetti, çok kişide yaralıydı. Biz yastayken bile rahat verilmedi. Rahatsız edici, yaralayıcı, nefret dolu, ırkçı söylemler TV kanallarında konuşuluyordu. İnsanın çok zoruna gidiyor. Acılarımız üzerinde güç devşirme, ötekileştirme oyunları devredeydi. Irkçılık, faşizm öyle bir hal almış ki, garipsemiyordum artık. Ama insan duygusu işte yine de böyle bir süreçte dayanışmanın büyütülmesi, halkın yaraları sarması gerekirken, deşmeye çalışmak ne bileyim…
O süreçte bir çoğumuz Van’a gittik, ben de gitmiştim, bir yandan da İstanbul’dan dayanışma ağını kuruyorduk. Anlatılmaz zorluklar yaşadık. En sonunda TOKİ tarafından mağdur edildik. TOKİ, anahtar teslim ev yapıyoruz, Van halkımız rahat olsun, dedi. Fakat hem o inşaatlarda çalıştırılarak haklarımız yenildi, hem de bize ait olan arsalara, inşaat yaptık denerek, bize geri satıldı. Sizin deyiminizle kapitalizm böyle bir şey galiba. Bir sürü insanın geri alma olanağı bile yoktu. Oradan, buradan borç edinerek bir şekilde alan aldı. Göç edenler çok oldu. O süreçte de çok göç verdik.
Bugün de gördüğünüz gibi yine kendileri için gözde bir inşaatta çalışıyorum. Emeğimiz, alınterimiz bir bir gasp ediliyor. Daha önce sendikayı duymuştum ancak inşaatta pek duymamıştım. Sendikayla ilgili de iyi şeyler duymamıştım. Ama son zamanlarda dillere destan. Herkes sizi konuşuyor. Herkes sizi bir kurtarıcı olarak görüyor. Bir şey olursa gideceğimiz bir yer var, o rahatlığı ile artık herkes memnun olmasa da çalışıyor. İki sendikaya da çok güveniyorlar. Ben de o güvenle size başvurdum. Biz hep yevmiyeciyiz çalışırsak vardır, çalışmasak hiçbir şey yoktur biliyorduk. Meğer öyle değilmiş, şimdi sizin bir telefonunuzla bana hakaret edip beni işten kovan kişi, bana ne hakkın varsa gel verelim diyor. Gururum okşandı, haklarımı almasam da bu benim için yeterli.
Örgütlülüğün gözünü seveyim. Örgütlü bilinç olmazsa bu devirde nasıl yaşanılabilir ki. Bu kadar insanın insanı ezdiği bir süreçte örgütsüz olmak, dipsiz karanlık bir kuyuda, ormanda yolunu kaybeden kişiye benzer. Bu karanlığa ışık tutmak ancak örgütlenerek, dayanışmayı büyüterek olacak. Grev süresi boyunca deneyim edindik…